30 Ağustos 2008 Cumartesi

Yoda's words of wisdom

Uyandım, gözlerimi açtım. "ıyyk yapış yapış.." istanbulun iğrenç, aşırı nemlenmiş sıcağı yeni uyanınca hissetmek isteyeceğiniz bir şey değildir.


Bugün günlerden ne? "salı." saat kaç? "11.20" bugün ne yapacağım? "sinema". ve orda dank eder, bugün bir Starwars yapımını daha gerçek bir sinema salonunda izleme keyfini yaşayacaktım; ki bu hep olan bir şey değildir. "daha zaman var yahu az bi gitarımı tıngırdatsam 2 dk. ?" "oluur."


saat 11.50. gitarımı elimden yeni bırakmışım, daha kahvaltı yapıp giyincem ve 10 dk içinde capitol'de olucam. "imkansız". "Ve Jude hayatının en hızlı evden çıkışlarından birini daha yapar ve yayan yolun tamamını koşar. 2. yaptığı aslında nadir yaptığı bir şey değil?"


saat 14.30. girmeye çalıştığımız seansı bikaç dk ile kaçırdık, bunun üzerine haklı çıkmanın gururuile 2 saat amaçsız olarak dolaştık durduk(Çiiiskeyk!). Aralarda günümüze heycan katan fermiyumu kovalama sahneleri bu sene yabanacı film dalında en iyi kovalama sahnesi olarak oscara aday olucak, gördüğünüzde şaşırmayın.

"buyrun, mavi koridor beşinci salon." adrenaliiin... 5. salon ne kadar uzak olabilir ki? " sondan ikinci sıranın ortası." in ile cinin top oynadığı 5. salona girdik, ehahaha dedik, başlarız arka sıraya dedik ve en öndeki uber konforlu koltuklara yayılıp ayaklarımızı uzattık (mastır yoda, sana saygısızlık etmek istemezdik...).

"DIIIIIIIT DIIIIIIIIT. DIDIDIDIIIIIIT DIIT DIDIDIDIIIIIT DIIIIT DIDIDIDIIIIIIIT." bu yazının öncesini okumuş olan kimse "dıt" larla ifade ettiğim melodiyi çok net anlayacaktır, bakın anladınız bile !. "ve işte başlıyor..." parmak uçlarına yayılan tatlı ve ürpertici bir sıcaklık.

Heycanlıyım. Çok. Birdaha asla Lucas'ın elinden çıkmış "izlemediğim" bir Starwars yapımı
izlemeyemeyeceğim. "Tirrr... Tirrr.."


Evet sayın okurlar; film güzeldi. klon askerlerinin yaptıkları birebir aksiyonlardan tutunda, savaş droidlerinin çevirdikleri geyiklere kadar gerçekten çok güzeldi. Çizimlerde kullanılan tarz bir SW için tam olarak olması gerektiği gibiydi. Müziklerine değinmek bile istemiyorum, bir starwars'tan beklediğinizi fazlasıyla karşılıyor. Kısacası: yavru Hutt'ın şirinliği(agucugucugu), Yüzbaşı Lex'in Kabzasıyla droid dövüşü ve droidlere eklene espiri yapma çipiyle Clonewars kendini bana sevdirdi. Bir starwars severseniz zaten kaçıracağınızı hiç zannetmediğim ama SW ile çok ilgili olmasanızda kaçırmanızı hiç tavsiye etmediğim bir film koymuşlar ortaya.

Şimdik gelelim madalyonun diğer yüzüne. Bir çocuk filminin kurgusunda masumluk vardır, iyinin kazanması vardır, herşeyin filmin sonunda sonsuza dek güzel olacağını düşündüreceği şekilde doğruya bağlanması vardır. Clonewars böyle bir yapım olmuş. çizimlere güzel dedik, ama yüzlerin yapılışını o kadarda beğenmedim. Cont dooku'yu tanımam hatrı sayılır bir zaman aldı, Yodanın hiçbir sahnesinde kafasını okşamak, eve alıp beslemek istemedim.

Özetlersek; 5. ve 2. filmleri (ep.) kesinlikle döver, ama diğer filmlerle kıyaslanması pek mümkün değil. SW denilince Clonewars'tan hiçbir sahnenin kafamızda canlanmayacak olması kuvvetle muhtemel...




May the force be with you, sayın okur.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Öhöm Öhöm.. Knight diyorduk, evet.

Dikkat: Rahatsız edici miktarda Spoiler


The Dark Knight. Batman.. Çoğu insan 22 ocak 2008 tarihine kadar bu filmden habersiz şekilde sürdürüyorlardı hayatlarını. Evet, Christopher Nolan 2. Batman filmini çekiyordu, aynı kadroya sahipti, bir de Heath Ledger eklenmişti. Joker-Batman savaşı sinyalini önceki filmde almamız haricinde, Batman'in toplum tarafından dışlandığı, "kostüm değiştirdiği" bölümü anlatacaktı film. Ben dahil eminim film vizyona girdiği gün giden çoğu insan bu kadar merakla beklemiyordu. Peki değiştiren neydi ? Bir çizgiroman uyarlaması, evet, senaryoların kısırlaştığı bu dönemde eski film uyarlamaları ve çizgi roman uyarlamaları bir hayli popüler oldu. Sin City,Constantine,300, V for Vendetta gibi popüler olmayan çizgiroman uyarlamaları izledik, beğendik. Üstüne gittikçe daha da boşlaşan Marvel'dan Iron Man, Hulk gibi yapımlar da geldi. Ve oldukça başarılıydılar da bana kalırsa. Bir değişim vardı, Spider Man filmleri gibi değildi, ya da X-Men'ler gibi. Konu yine süper kahraman - süper düşman konusuydu ama daha izlenilebilir haldeydi filmler.


Gelelim konumuza. Marvel örneklerinden çok da farklı olmayan bir film ; Batman : The Dark Knight. 22 Ocak gecesi o olay yaşanmasaydı, " Hmm evet daha güzel yapımlar, çizgi roman uyarlamaları yerlerine oturmaya başladı" gibi yorumlarla geçip gidecek bir film. Ama bu olmadı. Film merakla beklenmesinin haricinde ilk haftasında kırılmadık rekor bırakmadı, listeleri salladı, IMDB'de Top 250 tahtına oturdu.

"Heath Ledger 22 Ocak 2008'de Manhattan, New York'taki evinde ölü olarak bulundu. New York emniyetinden yapılan açıklamada, Ledger'ın bilincini kaybetmiş halde bulunduğu belirtildi.Cesedinin yanında uyku hapları bulunduğu belirtilmiştir. Ölüm sebebi araştırılmaktadır."

Eminim çoğu insan, bu üzücü olay gerçekleşmese bu film ile ilgilenmeyecekti. Film gişe rekorları kırmayacaktı, efsane olmayacaktı. Ama oldu gerçekleşti. Başarılı olmasına artı "Joker" rolünü oynayan başarılı bir oyuncu da ölünce, herkesin gözü bu filme çevrildi. İddalar ortaya çıktı, film daha fazla tutsun diye komplo uygulandığı vs. Açıkçası Chirstopher Nolan gibi bir adamın bunu yapacağına inanmadım, zaten başarılı bir yönetmen, bu film ile de başarıyı yakayalabilirdi rahat rahat. Bir ölüm bu filmi #1 yaptıysa, o ölüm gerçekleşmese #10 olurdu bence.

Gelelim filme.3 defa izlememe rağmen yorum yapabileceğimi sanmıyorum filmin konusu ile alakalı. Çünkü iki buçuk saat içerisine tonlarca olay sığdırılmış. Ama basit bir konuya rağmen bu kadar derin işlenmiş bir çizgi roman uyarlaması olarak da bir ilk diyebilirim. Batman, Harvey Dent,Tim Gordon ve Joker dikdörtgeni arasında yaşanıyor olaylar. Spoiler vermek de istemiyorum açıkçası ( bu yazıyı okuyorsanız ve hala izlememişseniz bence monitöre kafanızı gömmemeniz için hiç bir sebep yok).

Joker, insanların nasıl değişebileceğini, en beyaz en süper en saf en iyi adamın bile içindeki duyguları uyandırarak ( sevgilisini öldürdü gerçi) nasıl yozlaştırılabileceğini gözlerimizin önüne seriyor. Gotham'ın kurtarıcısını bir intikamcıya, amaçlarından sapmış ve kaybedecek bir şeyi kalmadığından insanları ölüme zorlayan bir adama dönüştürüyor Joker. Peki Joker nasıl biri ? Psikopat mı ? Bence evet. Joker'de Jack Sparrow havası vardı. Tamam onun kadar değil ama, etkilenmişler gibime geliyor. Zaten gerek karakterin çizgiromandaki ruh hali, gerek Heath Ledger'ın yeteneği olsun film boyunca döktürüyor. Tiradları yok belki, ama kötülüğün en kötüsü de nasıl olurmuş cidden gösteriyor bize.Seçim yaptırıyor,akıl zorluyor,ağlatıyor,güldürüyor.Psikopat demiştim değil mi ?


Filmdeki favori karakterime gelecek olursak ; Tim Gordon. Gotham'ın son dürüst polisi, Joker'inde dediği gibi yanlızlığından, çevresinde güvenecek kimse kalmadığından arkadaşlarını kaybediyor. Öldü sanıyoruz, ve bomba bir şekilde geri dönüyor. Joker üstüne kurulu olucak deniyordu. Film Batman filmi, Joker var, ama bence Tim Gordon filmin yıldızıdır. " Kilit karakter" konumunda .Ve gelelim Batman'e.. Pek yorum yapmak istemiyorum Batman ile ilgili, ama yaptığı fedakarlıklarla, kullandığı cihazlarla, inatçılığı ve hırsı ile filmi götürüyor ( kısaca film Batman filmi olduğundan desek :P ? )

Velhasıl, kadrosu ile,hikayesi ile ( ismi bile yeter aslında ) bu sıralar izlediğim filmler arasında en iyisine layık bence. Sıkmadan, tekrar tekrar izlenilebilir bile.Yazıda bahsettiğim gibi, hala izlemediyseniz kaybedecek bir şeyiniz yok. Biliyorum, rezalet bir inceleme oldu, film ile ilgili tüm umutlarınızı söndürdüm :P ( bundan sonra fragman yorumlayacağım zaten ).. Ama cidden izlemeye değer..

Anket

Sevgili okur, dikkatinden kaçmasın. Sağ tarafta çok şahane bi anketimiz var, adımızın geçerliliğini kanıtlama uğraşı içindeyiz. (en azından ben öyleyim bi tek ben ortadan sıkıyomuşum?)

Neyse.

Bakalım sonuçta ne galip gelicek? Diş macunları gerçekten ortadan mı sıkılıyor? Yoksa ortadan sıkılan diş macunları azınlıktalar mı?

Hepsi ve daha fazlası için, nolursunuz anketimize oy verin.

Seviyoz biz sizi..

Return of the Jedi

N'aber be okurcan?

Ben The Dark Knight a gittim.Dibim düştü ki Betmen mi ıyk öğğ falan diyordum.Ağzımın payını aldım.Acaipti.Oha lan süper filmdi.Çok güzeldiiieeE!!...

Yarın büyük ihtimalle Ella ile randevum var.Güzel giderse tanıştırırım sizi de eheh...

Kek mi yapılacakmış?!Cake is a lie!(yedim ben onu)Hair izleriz hem gene?

Saçımı kesicem.Hem okul açılıyor günlük!BöhüeeaaĞĞ!!

Bi' süre ortalıkta olmayıp gizemsel olacaktım da sıkıldım.

Kendine iyi bak okur.Öptüm pembe yanaklardan.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Liste: Okul Açılana Kadar Mutlaka Yap

1. Miskinlik yap. Yatevde, uyu, gezin, tekrar uyu. Yapış kanepeye ki, yaz tatilinin tadına var.

2. Film izle. Bol bol bol bol film izle. Ne seviyorsanda onu izle (hoş, bazı filmleri herkesin izlemesi lazım ama atladım o kısmı şimdilik) Hatta mikrodalga fırının mı var? Koş hemen en yakın Tansaş'a, Carrefour'a; kap bi tane "Microwave Popcorn". Koy onu fırına sonra izle paket nası şişiyor, nası "patırpatırpatır" sesleri çıkarıyor mısırlar. Evlere şenlik.

3. Sabahla. Yap bunu ey okur! Toplaş arkadaşlarınla, film muhabbet zımbırtı derken gör güneş nasıl doğuyormuş..

(Püf Noktası: Film izlemek hakkaten uyku getirmiyo, sanılanın aksine. Filmi doğru seçmek lazım bi kerem. Gidip bayık Avrupa sineması izlerseniz olmaz (Fransız filmlerine laf ettirmem ama Amelie var *tapıntapın*) Seçilebilitesi olan filmler:

-Eyes Wide Shut (tecrübe konuşuyor)
-A Clockwork Orange
-Hair
-The Shinning (bak Halka'ymış zartmış zurtmuş demiyorum. Onlarda sıkılır uyursunuz, denemeyin.)
-The Prestige (merak da çok önemli yani, merak ediceksin ki uyanık kalıcaksın..)

Böyle işte. Bunları izleyin, hiç zorluk çekmeden sabahlarsınız. (Şayet bu listenin bi de tam tersi var (bkz. vice versa) onun başında ise Tideland, Neverending Story, Bridge to Terabithia gibi çok şahane (!) yapımlar var. Neyse.)

4. Sen sen ol, parantez kullanımının içine etme.

5. Arkadaşlarla Büyükada'ya git. Bisiklete binebiliyorsanız, onu yap. Binemiyorsanız da, ayaklar ne güne duruyor, yürü. Yorulcaksınız, "suuuu suuu" diye yalvarıcaksınız, hazırlıklı git. Aya Yorgi'ye mutlaka çık, orda parkımsı bi yer var, oraya git pikniğini yap, kayalardan aşağı in (merdiven koymuşlar oraya, sakın başka bişey yapma hani..) Orda biraz "kaya tırmanışı" yapıp, sessiz sakin taraflara geç. Güzel oluyor.

Gidişte dönüşte vapur muhabbetinin dibine vur. Bol bol resim çek, şaklabanlık yap; valla çok eğlenirsiniz.

6. Kültürel aktivitelerde bulun. Sergi var misal, hiç kaçırma koş. Hele konser varsa, durma yani. Biz misal 'beleş' caz konserleri serimizde gayet eğlendik; para vermeyip, acaip kaliteli sanatçıları dinlemek de sevincimizi yüzbinbeşyüz'e katladı..

7. İstanbul'da gez. Opsiyonların gayet geniş. Anadolu Yakası'nda Kadıköy'den başlamak üzere, Moda, Caddebostan gibi bilumum yere gidebilirsin. Avrupa Yakası'nda İstiklal Caddesi en cazip seçenek; ama Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ortaköy ve Bebek Sahil de gayet güzel. Git, gör, hem yazın son demlerini yaşıyoruz ona bi bak, terle felan, sonra git dondurma bilmemne ye, kendine gel. İyidir iyidir çekirge.

8. Kitap oku. Hayır, deli diilim. Hayır, aklımı kaybetmedim. Gece yatmadan önce kitap okumanın verdiği hazı çok az şey veriyor bi kere. Dün akşam kitapla uyuyakalmışım mesela; uyandım yanımda Maus duruyor(Nazileri kedi, Yahudileri fare olarak betimleyen bir karikatür kitabı)

(Yanında * olanlar şu an okuduğum zilyon kitaptan biri olduğunu gösteriyor)

Önerilen kitaplar:

-Uçurtma Avcısı
-Cahillikler Kitabı*
-Dublörün Dilemması*
-Kırdığımız Oyuncaklar
-Kumru ile Kumru
-Herangi bir Roald Dahl
-Herangi bir Agatha Christie
-Hayvan Çiftliği

Sakın:

-Lal Masallar
-Batıda Yeni Bir Şey Yok* -okul mecburiyeti-
-Baba Evi
-Martı -hemen parlamayın şimdi, ben sevmiyorum o kitabı ve idealist martılar gayet sinir bozucu oluyorlar?-


Böyle işte sevgili okur. Yap bunları, yazın güzelleşsin. Bak dikkat edersen havuza denize git demedim, gidebilirsin istersen ama yani ne biliyim yüz yüz nereye kadar.. Azıcık etrafı gör, ufkunu genişlet dimi ama?

Ek madde 9. Ortadan Sıkılan Diş Macunu adlı güzide blog'umuza yorum yaz. Yap bunu sevdiğim, canımın için okur. Yap bunu.

Dinle çekirge.

The Scientist-Coldplay

The Prettiest Thing-Norah Jones

Raindrops Keep Falling On My Head-BJ Thomas

Ruby Tuesday-Rolling Stones

24 Ağustos 2008 Pazar

Bozukluğun iki yüzü

Stüdyodan çıkıp koridordaki ahşap duvarayaslandı.Ders sırasında kapadığı telefonunu açıp mesaj gelmiş mi diye bakarken saksafonunu ve nota kitabını çantasına yerleştirdi.Temiz,dağınık saçlarını koridorun aynasında düzeltirken kız arkadaşını aradı:

Canım?
Efendim aşkım?
Ya aramışsın.Dersteydim biliyorsun.Hay'rola önemli Birşey miş oldu?
Hı?Yok sesini duymak istedim sadece.Şu an eve geldim bi' beş dakka sonra arayayım mı seni?
Oluuur tabi:).

Gülümseyerek,yarın sevgilisi ile gidecekleri konseri düşünerek merdivenleri inmeye başladı üçer beşer...

HasaaaanN!! Lan Hasaaan Amına kodumun bak buraya?
Ne var lan N'oldu?
Oğlum Sedat abi söyledi.Akşam gene elin boş gelirse Avradını sikecekmiş ona göre!
Tamam lan gidiyoz işte...
Bunu da alcakmışsın.
Aa..sağol lan.

Koşarak pis ara sokaktan dışarı attı kendini.Arkadaşının verdiği emaneti inceleyip cebine koydu.Ellerini de kirli,ince pantolonunun cebine koyup yürümeye başladı.
"Koduğumun kışı.Götümüz dondu lan...Bi sigara bulsam da yaksam..."


Binadan dışarı adımını attığında pardesüsünün yakalarını kaldırdı.Hava çoktan kararmıştı.Yağan kara bakıp gülümseyerek ilerlemeye başladı sokakta.

Hayatını güzel bir noktaya sokmuştu.Güzel bir özel okulun lise 2.sınıfında burslu okuyordu.Çok sevdiği bir enstürman olan saksafonda oldukça iyiydi.Her perşembe okuldan çıkıp eve gidiyor,sonrasında ise soluğu burada alıyordu.İstiklale 100 adım uzaklıkta güzel teraslı bir evleri vardı.Yazdığı şiirleri bir edebiyat dergisinde yayınlanıyordu.Bunda da iyi sayılırdı;ama asla resimdeki kadar geliştiremezdi kendini şiirde.En büyük şansını düşünmeye daldı.Aşkı bulmuştu Nehir'de.karşılığını da almıştı.Dünyanın en şanslı insanı olduğunu düşünürken telefonu çaldı:

Alo?
Aşkıııııımm!!
Anne?Efendim?
Ay hiç sevmiyo bu çocuk annişini.Nerdesin geliyor musun artık eve?
Evet anne çıktım kurstan.Paramı düşürmüşüm ama o yüzden yürüyorum eve doğru.
Aa..Tamam yavrum hadi bak çabuk.Şinitzel yaptım.Körili...
Off.."Şlaps şlups.."Geliyorum:)


Aa..Bu bizim Fiko değil mi lan?
Laaan!!FikoooOO!Nerdesin oğlum lan?Bi sigara versene.
Anaa nabıyon lan Apo?
Naaabayım amına koyum.Pezevenk Sedat işe yolladı gene.ŞŞşş emanete baksana?
Hassiktiir..Güzelmiş lan.Sedat mı verdi?
Hee..Bi cigara versene lan?
OFf..al.Sende bizden otlanıyon hep.
Hadi gidiyom ben iş var...

"Kodumun salağı.Amma çok konuşuyo bu da altı üstü bi cigara vercek..." diye düşünerek ilerledi karlı sokaklarda.Yırtık ayakkabıları yüzünden ayağını her yere basışında donuyordu.4 ay önce evinden atılışını düşündü.Babası anasını öldürmüş bunu da kovalamıştı.Abdullah kaçmıştı ama sokakta tek başına bulmuştu kendini.Polis bile uğraşmamıştı.Köfte çalıp,cüzdan çalıp içeri alına alına pişmişti bu işte.Sedat gibi uyuşturucu satıcısı,gaspçı kurtların da onu bulmasını kolaylaştırmıştı.Taciz,tecavüz,dayak...Hepsine katlanıyordu insan.Bunları düşünürken sokağı döndü.Cebinden emaneti çıkarıp ilerideki avına baktı."Amına koduğumun piçinde sağlam cukka vardır haa..."Hayat zordu.Ve Abdullah gibiler için yaşamak en zoru bile yapabilmekti.Bunu düşünerek döndü köşeyi.


İnsanca yaşadığını hissediyordu.Ustasının,Nazım'ın dediği gibi ciddi alıyordu yaşamayı.Sonuna kadar sıkıyordu.Ruhunu,karakterini eğitip onu elle tutulacak kadar somutlaştırıyordu.İleriden ona doğru gelen eski ince kazaklı pis sokak çocğuna baktı.Aynı yaşta falanlardı herhalde.Acıdı ona,kolay değildi.Yaşamak...Ne de olsa ciddi bir işti...

Sokağa tekrar baktı.2 si vardı sadece karanlık sokakta.Hasmına baktı:
"Amına kodumun zengin çocuğu.Ne rahat hayatın di mi pezevenk...Babanın parasıyla sürdüğün sefanı sikeyim."
Hızlanıp,omuz atıp duvara dayadı pardesülü genci.Cebinden "Sedat Abi"'sinin verdiği sustalıyı çıkarıp hasmının boğazına dayadı.

Ebeni sikmeden ver lan paranı!Ver!
Nnn'oluyo yaa??!
Para diyorum zengin piçi!PARA!!!
Aaabi valla param yok düşür-
Siktir lan!!Çıkart malı dedim!!
Abi yok yok yok!!!

Siktir ordan zengin çocuğu sende yok da bende mi var!
EEaah yok diyorum Yok param falan!Sizden mi korkucaz be haydu-"Ğğğhhkk.aah.."

Bıçağı attı elinden.Panikle yaptığı hamleyi algılayamadı başta.Yerde ufak bir kan gölü oluşturan cesede baktı.Yaptığının farkına varınca da karanlık sokaklarda kaybolmak için koştu...

İçine gömüldüğü kardan kalkamıyordu.Karın beyazlığa tezat bir şekilde akan kanı yanından akıp giderken kaydı gözleri.Yaşamak zor bir işti...Bitmişti...


O gün bir genç öldü o arka sokaklarda...Var olmak iz bırakmak için elinden geleni yapan bir genç...Kıskanç kaderin ironisiyle yok olan bir ruh...Asla tanımadığım ama hep arkadaşım olan o genç o gün o arka sokakta öldü.

Bencil,kötü,ahlaksız insanların sebep olduğu kayıp bir ruh da öldü o gün o arka sokakta.İlk kez kanlandı elleri.Bundan sonrakilerin habercisiymişçesine.Bir ruh,zaten kayıp olan o ruh o gün o arka sokakta öldü.

Yaşamak şakaya gelmezdi.Ustanın dediği gibi,ciddi bir işti yaşamak.Zordu.Tüm bu pislik ve tükenmişlikler içinde hele...O gün 2 duvarın kesiştiği köşede iki ruh kaybetti bu oyunu.Kaybetmeye mahkumdular belki de.Ne de olsa tüm güzelliğiyle cennet de tüm pisliğiyle cehennem de bu dünyadaydı ve bazıları bunu yaşıyordu son safhasına kadar.Hayat adil değildi,olmamıştı ve olmayacaktı.

O gün o köşede bir arkadaşım öldü.Asla tanıyamadığım bir arkadaş...


Not:Abdullah karakterini ete kemiğe büründürmek için argo ve küfür kullanmak zorundaydım.Kusura
bakamayın...


22 Ağustos 2008 Cuma

Anime Tanıtımları:COWBOY BEBOP


Spike Spiegel: Hey Jet,hayatta nefret ettiğim üç şey ne biliyor musun?
Jet Black: Neymiş?
Spike Spiegel: Çocuklar... hayvanlar... ve erkek fatmalar.
Jet Black: Aa? Spike Spiegel: Söylesene neden üçü de gemimizde?!?!

Whatever Happens, Happens

Aykırı mürettebatı ile (Geçmişini terk eden Spike,Kel polis Jet(ehehe), Erkek fatma Faye, kız mı erkek mi olduğu şüpheli ufaklık ed(!?!) ve data köpeği Ein) ödül peşinde tüm güneş sistemini dolaşan Bebop ile başlamak istiyoum anime tanıtımlarına:

2021 yılında gerçekleşen meteor yağmuru sonucu dünya halkı güneş sistemine dağılır.2070 lere gelindiğinde güneş sisteminde yaşanabilir gezegenlerde(Venüs,Mars,Jüpiter...)uygarlığını tekrar kurmuştur insanoğlu.
Hükümet koca güneş sistemine tek başına sahip çıkamayınca tüm galaksiyi turlayacak kovboylar çıkar ortaya:Kelle Avcıları!

Demin belirttiğim tayfa da hurda ama sadık gemileri Bebop ile-ki kendisi Milenium Falcon'un Cowboy Bebop verisyonudur-ekmek parası uğruna(Gariplerim anime boyuna aç geziyorlar zaten)galaksinin dört bir yanında suçlu avına çıkarlar.

Easy Come Easy Go

ilk bölümler "Eeeaah hep aynı bu" dedirtebilir(kim derse döverim ama! O asiyon sahneleri... replikler... müzikler(değineceğim daha sonra)... ile sıkıcı olur mu hiç?!). Ancak aslında her bölüm karakterlerin geçmişini aralayan,onlara ısınmanızı ve onları dostunuz bellemenizi sağlayacak şekilde yazılmış.Tabii bunu son bölümlere karşı fark ediyor ve bitirdikten sonra bir daha izlemek istiyorsunuz.

The Real Folk Blues

Gelelim Müziklere...Şu kadarla belirteyim:Mutheşem!(Bu kadar evet.Şaka şaka anlatalım tabii)Animenin ana temalarından biri zaten müzik.Bölümlerin isimleri müzik türleri ve şarkı isimleri zaten.(Şimdi söylemeyeyim ama bazı bölümlere çok güzel şarkılar isim veriyor ve o bölümü daha da özelleştiriyor izleyici gözünde.)Müzikler genelde Jazz ve Blues olsa da bu türleri sevmeyen(dayaklık^^) arkadaşların da beğeneceğine eminim.(değilim ama beğensinler yani çok güzel^^)

Çizimler ve animasyonlar da oldukça akıcı ve güzel.Ayrıntılar çok güzel serpiştirilmiş sahnelere.Aksiyon sahnlerinde özellikle gözleriniz bayram ediyor.Beyne ve kulağa hitap ettiği kadar göze de hitap ediyor Bebop.

Bang!

Cowboy Bebop; gerçekçi ve etkileyici senaryosu,cuk oturan müzikleri,sağlam karakterleri,hoş ve karakteristik çizimleri ile tartışmasız anime dünyasının başyapıtlarından biri.Ayrıca klasik animelerdense daha Amerikanvari yapısı,gerçekçi dünyası ve takip etmesi zor olmayan 26 bölümü ile animeye yeni başlamak isteyenler için de çok iyi bir seçim olacaktır.Tabii böyle bir şaheserden sonra diğer seriler o kadar keyif verir mi bilmem diyor ve animeden güzel bir "quote"ile yazımı bitiriyorum:


Spike Spiegel: Uh, listen Jet. You said "bell peppers and beef." There's no beef in here. So you wouldn't really call it "bell peppers and beef," now would you?
Jet Black: Yes, I would.
Spike Spiegel: Well, it's *not*!
Jet Black: It is when you're broke!

Sefillerim benim...


Dinle çekirge.

Speed of Sound-Coldplay

Walk of Life-Dire Straits

Jackie Wilson Said (I'm In Heaven)-Van Morisson

Living Loving Mad-Led Zeppelin


Patates Kampanya: Yaz bittt..!!

Efendim, blog'un şu an için en aktivite yazarı olmakla beraber İstanbul sınırlarında dahilinde bulunan nadir yazarlarından da biriyim. Yarımız tatile çıktı, yazamıyorlar haliyle. (yazıyı bitirdiğimde İstanbul dışında olan yazarlarımızdan biri teşrif etmişlerdi, hoşgelmişler..)

Neyse.

Patates kampanyamıza dönücek olursak... Yaz bitsin. Bi dakka ama hemen öyle "Ne diyosun yaa?" niralarına başlamayın. Şşt, susun bakıyım, "Kışın okul var amaa?" diyenleri de duyuyorum. Efendim, okul dediğine kalmış 2 hafta, kış gelse ne yazaar? Mis gibi, serin serin, temiz temiz oturalım işte.

Neyse.

Patates kampanya'nın detaylarına, bilumum avantajına ve olmayan (!) dezavantajlarına geçersek: (dezavantajı yok dediysek yok işte, çok konuşmayın..)

1. Yazın, güneşin gayet bonkörce ışın saçmasından ve o ışınların asfalt tarafından soğurulup, bize "ıssııı, ıısssıııı" olarak geri dönmesinden ötürü, ciddi bir sıcaklık artışı vardır şehrimizde. Haliyle biz otobüs, minibüs insanları (klimaları yok biliyo muydunuz?) yol yaptıkça sıcaklıyor, yol yaptıkça sıkılıyoruz. Serin evden çıkmama isteği ile sokakta gezip tozma isteği arasında gidip geliyor, ciddi dilemmalar yaşıyoruz. (bkz. dilemmayı doğru yerde kullanabilmek) (bkz. dilemmayı doğru yerde kullanabilmenin gururunu yaşamak) O yüzden.... yaz bitt..!!

2. Sıcak hava napar? Terletiiir... Peki biz otobüs minibüs insanları başkalarının ter kokularını çekmek zorunda mıyız? Bilmem artık, sizce? (klima olmadığını söylemiş miydim?)

3. Pekii... Bu minibüsteki otobüsteki insanlar gibi biz de terliyoruz, terleyince rahatsız oluyoruz.(olmayan elini kaldırsın? yok dimiee..) Her gün her gün duş al, her gün her gün tişört değiştir... Cıcık. I-ıh. Sevmiyorum ben. Ama mecburuz yani napalım kokalım mı? Bence olmaz. Yine de yazın yıkanan çamaşır dağ gibi olur, ütüsü de dağ gibi olur; üşengeç bünyeye çok zarar bu bi kerem.

4. Yaz bitt..!! Neden? Çünkü ben kazaklarımı özledieeem!!

5. Tamam. Şimdi biraz ciddi olup olaya bi de daha farklı bi açıdan bakalım. Yazın tüketimimiz fazladır. Daha çok giysi yıkar, daha çok su içeriz, indirimden deli gibi alışveriş yapar, klimaları sürekli açık tutarız. Peki bunu sonu neresi? Yok öyle bişey. Yaz geldi mi, bizdeki tüketim çılgınlığı hat safaya ulaşıyor. Ama hangimiz oturup düşünüyoruz? Hangimiz "Ya abi hava çok sıcak ama olsun sen klimayı açma bak püfür püfür rüzgar essin" diyoruz? Demiyoruz işte. Kimse "Banane banane ben diyom" havalarına girmesin. Ben diyor muyum? Bazen. Ama yeterli diil sonuçta bu. Hep demek lazım, her zaman düşünmek lazım; yapamıyoruz. Ondan sonra "Ben çevreciyim bak geri dönüşümümü yapıyorum ehehe" diye ortalıkta geziyoruz, küresel ısınma bıkbıkbık diyoruz.

İşte böyle...


Yaz bit. Bit artık.

19 Ağustos 2008 Salı

Ama Hipi Sev Bizi


Çimene yatmış, Wish You Were Here demişiz
Kek yapıp börek yemişiz
Aslında sana da ikram edebilirmişiz
Ama hipi sev bizi.

Hipi biz çılgınsal gençlik olmuşuz
Kutu kapağını frizbi yapıp peşinden koşmuşuz
Çimen barışı diyip durmuşuz
Ama hipi sev bizi.

Kediden pireyi kapmışız
Gece gece durmadan kaşınmışız
Bitlendik mi acaba diye çok tartışmışız
Ama hipi sev bizi.

Senin gözlüğünden bulcaz diye her yeri aramışız
En sonunda bulup almışız
Anne baba ne derse desin hiç çıkarmamışız
Ama hipi sev bizi.

Barış diye arkadaş bulmuşuz
Onlarla sürekli gezip tozmuşuz
Pikniğe gidip coşmuşuz
Ama hipi sev bizi.

Hipi biz Hair'ı da izlemişiz
I Got Life'ı ezberlemişiz
Ass kısmını bağırarak söylemişiz
Ama hipi sev bizi.

Saçımıza bandanayı anca almışız
Hoş, saçımızı zati yeni uzatmışız
Biz seni çok sevmişiz, saymışız
Ama hipi sev bizi.


(bu güzide şiirimizi de çılgınsal hipi gençliğine armağan ediyorum, tadına varamayan utansın..)

17 Ağustos 2008 Pazar

Balık Ekmek ve Jazz

Sahnede 3 saksafon,muhteşem bas ve piyano,Harika bir vokal..."Enstürmental Orgazm" dedikleri bu işte!
Mahavishnu

Merhabalar ! bunu okiycak ve anlatıcak olan herkese...

4 gündür çok güzide insanlarla İstanbul belediyesinin tarihinde yaptığı en hayırlı kültür etkinliklerinde sürtüyoruz.

13 ağustos çarşamba: Büyük adada İlhan Erşahin'in mükemmel konseriyle başladı konser turlarımız(ısrarları için angie ye içten teşekkürler :)). Bir Saksafon virtüözünün gerçekten hariha şarkılarını dinledik, hasta olan basisteleri yerine geçen "Engin" i bi dolu alkışladık(Mahavishnu saksafon krizlerine girdi o aralarda... üzülme bi gün seninde olur...), wish you love and peace dedi, biz tamamen üzerimize aldık çok saol dedik. Konser sonu geldi, kaptık tişörtlerimizi İlhan abiye koştuk, Angie'nin kalemi kahraman oldu... en sonunda günü adanın yakamozlu enfes atmosferine Fermium'un yorumuyla wish you were here'ı katarak noktaladık. Unutulamayacak, harika bi geceydi.

Ertesi günü diye girmiyorum, ertesi günü konsere gitmedik, o kısmı atlayarak(doğum günün kutlu olsun mahavishnu, iyiki doğdun...)(iyiki doğdun, evet.):

15 ağustos cuma: 2 gün sonra bebekteydik, daha doğrusu bebekte olmamız gerekiyodu ama sahne kuruçeşmeye taşınmış, bizde hıh dedik gittik kuruçeşmeye. orasıda misti ama, galatasaray adasının tam karşısına kurmuşlar. Yerimizi sahneyi 90' ile kesicek şekilde tam karşıdan, 5 m. kadar ötesinden aldık. takip eden saatlerde insanlar bizim arkamıza oturmaya devam ettiler, tam bi sınırdık sevindirik olduk. Konser bitti, ehehe ahaha diye kalktık ayağa.

Asuman teyzemiz dediki bize araba Bebekte kaldı taksi tutalım. Bizde dedik yok ne gerek var bakın ay ışığı bakın yakamoz dedik, sahilden yola koyulduk. Fakat biz bi kere sevindirik olmuşuz dururmuyuz? Utanmaz arlanmaz bi vaziyette 4 kişi elele kolkola bütün sahili yürürken yakamoz eşiliğinde beatlesten seçmeler yaptık, söyledik. aralarda ah ne güzel şarkı söylüyoalar bakışları yedik, yaşlı bir kadının bize all my loving diye bağırışıyla irkildik vs... çok güzeldi çok.. çok sevdik biz onu.

16 ağustos cumartesi: 3. gün(ertesi gün oluyo) herkes için çok muallaktaydı. aman gelicem gelmiycem sonradan gelicem arada bi ara konup gidicem vs... ama bir dolu spekülasyon, bir dolu programlamadan sonra biz yine tam kadro(kısa bi süre küçük bi parça fazlalık) ile ordaydık. Eski yerimizi aldık ama aşağı yukarı 2 kat daha fazla insan vardı. Final konseri dolayısıyla bir sürü müzisyenle birlikte her türlü jazz enstrümanı da ordaydı, hepsini bir arada gördük. Ama pek de bi güzelde o son günün konseri ya... her ne kadar isteklerimizi çalmamış olsalarda biz sevdik onları. (Autumn Leaves "triple saksafon"a yedirilirken yaşadığımız müziksel orgazmın haddi hesabı yoktu, gerçekten olağan üstüydü.)

Bu geçirdiğimiz 4 fevkalade günde bizleri her akşam kapılarımıza kadar bırakmış olan Asuman Teyzeye en içten teşekkürlerimizi iletiyorum burdan, o olmasa, ı-ıh, orda olamazdık...

Onun dışında:
-konserler boyunca sırtımı yaslayabilecek bir diz, bir omuz sağladıkları için Angie ve Fermium'a,
-bitmek bilmeyen ısrarlarıyla bütün konserlere ayrı ayrı gelmemi sağlayan Angie ye,
-yaptığı esprilerle neşe dozunu hiç düşürmeyen(show TV. aksiyon filmi reklamı gibi oldu?) Mahavishnu ya da sessiz teşekkürlerimi(bi kitabın önsözünde okuyup özenmiştim bu lafa, mazur görün.) iletiyorum...

Love,Peace,Freedom...

(Acaip Kıskanılacak çılgınsal genç grubu değil mi?)

Ey okur(henüz yok ya okuyan neyse...)Gel istersen sana hayatımın en güzel doğum günü hediyesini anlatayım:

Efenim geçtiğimiz çarşamba Caddebostan Sahil'de Angie,Jude,Fermium ve 3 tane daha dünya tatlısı insancıkla Çimen barışı yapalım dedik.Tatil dönüşü "hımmppff!!" efektiyle özlenmiş dostlarla böyle bir gün hayatımın en güzel doğum günü hediyesi oldu bana.(içses:bravo sana dingil.Baştan söyle da kaçsın okuyucu dimi adamlar merak etseydi ya neymiş lan bu hediye diye?)Şimdi ben sizi sıksa da sıkmasa da bir maç yorumcusu edası ile-ki hayatımda bir maçı tam izlemedim,yorumlayanı dinlemedim nasıl olacaksa o.-size o übersonik günü anlatacağım.

Ya da anlatmayayım be...Yok bana kalsın o mutheşem anlar.

Angie hanımla söylenen "I got life" dan,Muffin kapağı ile frizbi,peluş elbombası ile "çakma" baseball oynamamızdan ya da ne bileyim Yere çember halinde yatıp "wish you were here" söylememizden,akşam gittiğimiz İlhan Erşahin konserinde kendisinin oldukça hippi gözüken bizlere gönderdiği "aşk ve barış" dileklerinden bahsetmeyeceğim sizlere.

Sizlere ordaki insanlara bakıp da nasıl şükrettiğimden bahsedebilirim ama.Ya da ya hayatımda olmasalardı diye düşünüp yutkunurken kollarımın altında şarkıalr söylemelerinden...Gözlerimin dolmasından yada duyduğum derin şükran ve şanslı insan hissiyatından.

Evet bunlardan söz edebilirim sizlere.Sizlerin gözü önünde de teşekkür edebilirim o insanlara bir kez daha.Bir kez daha en içten duygularımla bağırabilirim onlara:

wish you love and peace !

Not:O değil de çılgınsal genç grup gibi olmuşuz değil mi.Lütfen evet diyin yahu.Azıcık olmuşuzdur en azından?

(içses:Oğlum güzel finalle bitirmişken ne diye dip not olaylarına giriyosun espirik olucam diye yahu?Akıllanmayacaksın sen bunu bile espirik yapmak için yazı-[aniden bitt!!])

Neden "Ortadan Sıkılan Diş Macunu" ?

Şimdi efenim..
Sizin de algılayabilmiş olduğunuz üzere naçizane blog'umuzun adı Ortadan Sıkılan Diş Macunu. Ama neden?

Hemen anlatayım.
Msn'de bu blog'un adı nolsun gibi gayet tahmin edilebilir bir diyalog geçmekte. Bendeniz de "Ortadan Sıkılan Diş Macunu" dedim, kabul ettiler, ne mutlu.

Ama ben neden öyle dedim?

Hemen anlatayım.
Bu sabah en güzel, en rahatsal kotumu giymiş evden çıkmaya hazır haldeydim. Sonra annem içeriden bağırdı:
-Angieeee! [Tabii Mick Jagger olsa daha güzel ve melodik derdi de neyse artık (bkz. Mick Jagger'ın anne olması) ]
-Hııı?
-Diş macununu bi daha ortadan sıktığını görmicem!


İşte böyle sevgili okurlar. Çok süpersonik bi hikaye anlatıcam sandınız dimi? I-ıh. Böyle işte.

Ama öyle demeyin aslında.. Adımız tırt değil hani.... Belki de tırttır. Sizin takdirinize kalmış.

Görüşürüz sevgili okur, sevdim ben seni...

(tırt demeyin ama olur mu? ben buldum yani..)

Başlarken


"Lütfen! Lütfen bir şans daha ver bana!Eskisi gibi olacak söz veriyorum! " dedi genç adam.

Genç kadın kararsızdı.Tok bir ifade ile "Hayır sen o şansı çoktan kaçırdın "dedi.Adam ağlamaklı bir şekilde devam ediyordu:

-Lütfen! Düzeltebilirim herşeyi! Bir şans ver bana! İnansan da inanmasan da bu sefer söz veriyorum sadık kalacağım.

Bu sırada arkadaşları girdi aralarına.Şarşırmıştı:

-Ya n'apıyosunuz siz altı üstü bir blog?!

Genç kız ve genç adam arkadaşlarına baktılar.Sadece bir blog değildi.


Ufak piyesimizden anladığınız üzere(anladınız dimi?)tekrar bir blog açmaya karar verdik.
Sevili arkadaşlarım daha önceki üşengeç ve umursamaz tavırlarım yüzünden pek güvenmediler bana;ama olsun.Genç adam söz verdi mi tutar.Sadık olacak bundan sonra.

Cici cici yazılarla burada olacağız(umarım).Yazılacak çok satır var.Ve çok tembel yazar...(joker repliklerini "why so serious" dan ibaret sananlar,nasılsınız?)

Seviler efendim.
Farewell...