29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bu yazıda küçük çocuklar var. Bi de bir iki bişi daha.


-başını elleri arasına almış, denize karşı yemek masasına uzanarak ayaklarını sallayan küçük çocuk!! seni seviyorum.

-dün 4 yaşında iki çocuk, 38 yaşında bir anne ve aramıza daha sonra dahil olan babamla su savaşı yaptık. gereken malzemeler: bir küçük şişme havuz, uzun bir bahçe hortumu, cozurcozur kumlar ve bir sürü kova. ondan sonra gelsin fırlatılan sular, "hiiiii!!!" sesleri eşliğinde serinleyen sırtlar, kahkaha ve çığlık ata ata koşturan sevimli çocuklar...

-türk kahvesinin yanındaki lokumları daima bana veren annem!! seni daha çok seviyorum.

-ey mahavishnu!! bu hafta izlediğim filmleri duyduktan sonra beni daha çok seviceksin: full metal jacket, shawshank redemption ve pulp fiction. oh-yes.

-kumdan kale yapıp üstünde tepinesim var.

-"çocukmamasandalesivaranne, çocukmamasandalesi!!" (yaş 2,5)

-şimdi ray ban'leri bob dylan gözlüğü olduğunu bilmeden takan ey yurdum insanı!! ilerde john lennon gözlüklerine aynısını yaparsan kızarım.

-aviator gözlükler modaydı bi ara, sonra wayfarer'lar moda oldu, bizim biricik yuvarlak camlı gözlüğümüz de bağdat caddesi eşrafının eline geçerse naparız? geçmesin.

-kahramanlarımız 2,5 yaşlarındaki küçükerkekçocuk ve küçükkızçocuk. küçükerkekçocuk oyuncak bebek arabası sürmeye çalışır. küçükkızçocuk yanına gelir.

sana öğretiyim mii?
*sessizlik*
bak böleee..
*sessizlik*

bu sırada kız arabayla uzaklaşır. erkek arkadan "hıııı" diye ağlamaya başlar. küçükkızçocuk arabayla geri döner. arabayı küçükerkekçocuğa verir, o da kullanmaya başlar.

yavaş giiit!! eveeeett.. işte böleee!!

düşüncelere boğuldum sevgili okurcan. bu kız ilerde nasıl biri olucak, merak içindeyim doğrusu.

28 Ağustos 2009 Cuma

26 ağustos

güneş ince bir şerit halinde suratına vurdu. ayağa kalktı üzerindeki hayali tozları silkeledi. takıntıları olan bir insan olmasından dolayı açıklayamadığı garip davranışları tekrar etti. kapının eşiğinden geçerken sol adımını atmadığı için geri dönüp sol ayağıyla mutfağa girdi.


sandiviçine sırayla domates peynir marul ve peynir koydu, peçetelerle ve streç filmle tekrar tekrar sardı. şekerini fazla koyduğu çayını musluktan aşağı boşaltıp yeni bi bardak koydu kendine. odasına gitti.
pijamalarını çıkarıp katladı yastığının altına koydu. katlı kıyafetlerini alıp giydi kendince hızlı olmasına rağmen yine de geç kalıyodu.


aceleyle çayını ve sandiviçini kaptı.
tam kapıdan çıkarken sarsak ellerinin tuttuğu kupadan birkaç damla halıya düştü, anahtarlığın yanına sandiviçini ve kupasını koyarak ve kapı eşiklerinde sol adım atarak ıslak bi bezle halının rengi açılıncaya kadar halıyı sildi. sonra ellerine bulaşan deterjan kokusunu çıkarmak için tam 15 kere elini yıkadı.


elleri her zaman kupkuruydu kullandığı hiç bi nemlendirici ellerini doğru dürüst etkilemezdi. norveçli balıkçılardan çok daha fazla yıpranan kocaman damarlı elleri vardı ve bu kocaman eller görünüsüne hiç uymayacak şekilde daima titrerdi.


kahvesini ve sandiviçini trafikte yiyerek işine vardığında saat dokuz buçuk olmuştu. patronu sinirli bir şekilde kapısında bekliyordu. mesai saatinin 7.30 olduğunu işe hiç bi zaman vaktinde gelemediği azarını kimbilir kaçıncı kez işitiyordu.


kapısını araladığında güzel bir elbise giymiş genç bir bayanın masasında oturduğunu gördü. kendisine uzun zamandır diş bileyen bir iş arkadaşı kıza bilgisayarda onun yaptığı işi gösterirken koluna hafifçe dokunuyordu.
o anda içinde öyle bir şey oldu ki sanki kız sevgilisiymişçesine içeri girip o sevimsiz ve sadece karşı odada duran boyunsuz herifi öldüresiye dövmek, suratını dağıtana kadar yumruklamak istiyodu. kocaman elleri ve o vardı sadece . ellerine baktı, her zamanki titrek terli ellerine.


geri döndü sağ adımıyla girdiği için asansörden çıktı. bi başkasına bindi arabasını hiç tanımadığı bi yere sürdü.
yanlız ve rahat olabiliceği bi yere. en azından bunu ümit ediyordu.. benzini bitene kadar gitti. deposu neredeyse dolu olduğu için hava karardığı zaman ıssız bi yerde bitivermişti benzini tabi aklına hiç gelmemişti ibreyi konrol etmek.


yanlız kalmanın verdiği heyecanla sandviçten başka bişey yememişti bile. tamamen ıssız olan yolda arabasının üzerine yatıp yıldızları seyretmeye başladı. bi müddet böyle devam etti. sonra uzaktan bir uğultu duyuldu. bi tır geliyodu. eliyle işaret yapınca koca tır duruverdi.



şöför ne istediğini sordu, kente gitmek istediğini söyledi. son zamanlarda otostopçuların şöförleri öldürmesi çok gündemde olduğundan şöför adamı almak istemedi. ne de olsa ceketinin altında herşey olabilirdi..
ceketini arabanın üzerine koydu ve tırın sürücü koltuğuna atladı. henüz 100 metre gitmişlerdi ki karşılarına bir geyik fırlayıverdi..


acı bir fren sesinden sonra bir el silah sesi duyuldu.


şöför aşağı indi 100 metre geride kalan cekette cüzdanı aradı bulamıyınca kulağının arkasından bir maymuncuk çıkardı ve teker teker arabadakileri tıra taşıdı. tırın arkasına hepsini özenle dizdi. silahı güzelce silip otostopçuyu arabasına taşıdı ve silahı özenle eline yerleştirdi. bütün işlerini bitirdiğinde şafak söküyordu.


tıra binmek istedi ama önce sağ ayağını kullandığı için inip tekrar bindi. tırı çalıştırdıktan sonra açık mavi gözleri yol kenarında görebiliceği otostopçuları aramaya başladı.

27 Ağustos 2009 Perşembe

düzeltme.. ve özür

fermium çokhatırlar uzun saçlı erkekler konusunda konuşmalarını geri alır..

saçlarını güvenle uzatabilirsiniz.

not: aradaki salak saç sendromu boyunca bana görünmemek şartıyla..
not2: okulun ilk günü sabahın ilk 20 dakikasında ne yazdığımı buraya koyucam cuma cumartesi yada pazar...
not3: evet hepinizi özledim.

25 Ağustos 2009 Salı

Oh mis.



fethiye'de yan taraftaki oteller zinciri parasailing yaptırıyo. kıskanmadım desem yalan.


bu da fethiye. bilmem benim hoşuma gitti bu. hafif klişeliği yok mu? var.



efendim burası bendenizin 4-5 gecelik yatağı. yıldızlı bi gökyüzü, kulakta ipod, rüzgarın salladığı hamak... daha ne istersin ki?



hurmalıbük diye bi yer. her yer hurma ağacı. insan falan da yaşamıyo. "bakir koy" tanımına cuk oturuyo. tekneyle gittiğinizde kimsecikler olmuyo. rakı-balık akşamı yaptık burda. deniz desen şahane. karasinekler fena ısırıyolar.


burası da hurmalıbük. fotoğrafta çok belli olmuyo ama o gördüğünüz vıngılvıngıl şeylerin hepsi balık. 4 metrelik suda teknenin göstergesi 1,5 metre gösteriyodu aşağıdaki balık sürüsü yüzünden. cücük kadar balıklar. 7 metre*2 metre*2 metre ebatlarında. çok ediyo.
işte böyle. fermi'ye özenmedim desem yalan olur.
ama hoşuma gitti böyle fotoğraflar post etmek.
öyle.
siyu.

Tamamıyla Can Sıkıntısı: My Own Ugly Stonehenge

karşılaştırma imkanı da sunuyorum:


24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galeta Ununda Kızartılmış

Baba-oğul karşılıklı oturmuşlardı. Bir örnek giydikleri beyaz pantolonları kaliteli ayakkabılar ve yaşlarına uygun tişörtlerle tamamlanmıştı. Susam soslu karideslerle, tuzlanmış balıklarla, limonlanmış midyelerle donatılan sofra hayli kalabalıktı. Çakırkeyif fikirler havada uçuşuyor, arada yüksek bir desibelde kahkahalar koy veriliyordu. “İçelim oğlum!” nidalarıyla karşısındaki oğluyla ilke bir iletişim kuran bu çok zengin babanın tatminkar bir ifadesi vardı. Rakı kadehleri tokuştukça tokuşuyordu. Arada garsonlara yapılan “Ondan da getir” çağrıları asla cevapsız kalmamıştı. Beyaz porselen tabaklar giderek sıkışıyor, birbirlerine tıslayarak gülen baba-oğul arasında bol mezeli bir köprü oluşturuyordu.

“Üniversite vakit kaybı yaa…” diyerek suskunluğunu bozan oğul, verdiği dahiyane demeçten son derece memnundu. Babasının onayını tarayan siyah gözleri kısa bir süre önce tuvalette, düzelttiği saçlarında gezinmişti. Babasının gevrek gülüşünü duyduktan sonra hızını iyice alamadı: “Okul parası desen 45 bin pound. Londra’da 15 bin pound’an altında ev kiralayamazsın. E bi 10 bin pound da cep harçlığı… Yılda 70 bin pound, dört yılda 280 bin pound eder.” İktisat okurken daha hiç kullanmadığı bu kusursuz matematik karşısında kendisi bile büyülenmişti; babasının büyülenmemesi içten bile değildi.

“Tabii ya..” diye devam etti. “İngiltere’de okula verdiğim parayla şimdiye iş kurar, süper bir sermayeyle deli gibi para kazanırdım.” Beyni yanıldığını belirten en ufak bir sinyal bile vermiyordu. Paragöz düşünceler ve kapitalist algılarla soslanmış bu aynı beyin, yemek boyunca hiçbir zeka pırıltısı da göstermemişti. Arada kol kaslarına kavuna uzanmasını tembihleyen sinir hücreleri kim bilir gece bitene kadar kaç fire verecekti…

Rakıyla yumuşatılan ortam ara ara müstehcen fıkralarla, kahkaha sağanaklarıyla ve sürekli yenisi getirilen mezelere boğulurken oğul yeni demeciyle parıldadı: “Parayla her şey alınır aslında.” Babanın bu sözler üzerine gelen tepkisi bir öncekinden de hızlı olmuştu:

“Aslan oğlum benim!” –tak-
Yine tokuşturulan kadehler ve beyaz peynire sızan rakı damlacıkları.

Oğul yaptığı bitirişten memnundu. Kısa, etkileyici ve ani olmuştu. Bitirdikleri 70lik rakı şişesini yanağına dayayarak bir kahkaha daha patlatan babasının aklından geçenleri okumaya çalıştı:

Aslan oğlum benim.
Nasıl koydu lafı ama.
Büyüdü de adam oldu işte.
Heyt be! Aslanım benim…

Ertesi sabah marinaya çekilmiş yatlarında uyandığında babasına en yakın olabildiği yerin rakı sofrası olduğunu idrak edebilmişti sonunda. Bir başka akşam, bir başka balıkçıda, sarhoş olmaya yalpalayan adımlarla ilerleyen babasına bir gösteri daha yapacak, sırtı sıvazlanan örnek evlat olarak aile albümlerinin vazgeçilmezi haline gelecekti.

dibebirnot: Evet, hala tatildeyim, ama internetim var, arada kurcalıyorum. Ördekler kaplumbağalar var burda, ben de kitap okuyorum, yazı yazıyorum.

Şimdi bu öykü nerden çıktı diyceksiniz.. Ben bizzat vardım bu sahnede. Tabii bazı kısımları atladım, değiştirdim, masanın öbür tarafında kafayı yiyen beni dış ses haline getirdim. Yüzde yüz gerçek diil yani. Ama büyük ölçüde bi gerçeklik payı var. Özellikle diyaloglarda tamamiyle aslını yazdım, aralarda geçen konuşmaları ve sevgili babamın bu kalınkafalı baba oğula para herşey diildir'i anlatmaya uğraşmasını atladım. Bu adamlar bize yemek ısmarlamışlardı, ama keşke ısmarlamamış olsalardı diye de düşünmedim diil. Dışarıdan bakınca "Oha var mı böyle insanlar gerçekten?!" diye düşünüyor olabilirsiniz, ama varlar. Afedersiniz bok gibi paranın içinde, satın alınabilcek herşeye sahip olup düşünme yetisinden yoksun olanlar var. Üzücü, ama gerçek.

Bu iç karartıcı dibebirnot'tan sonra tatilden dönüp daha mutlu mesut yazılar da yazıcam!! Ama beni inanılmaz uyuz eden bu olayı paylaşmadan edemedim işte.

Öpüldünüz sevgili okurcanlar.


23 Ağustos 2009 Pazar

!?

bu iş batticon un hoşuna gitmez. yıhyıh

19 Ağustos 2009 Çarşamba


- Üstte gördüğünüz çalışma okurumuz don't copy my style ın çalışmasıdır. kendisine bir milyon dolarını takdim eder; yazımı kendisine adıyorum.. saygılar sevgiler kocaman çukulatalar!

- Emniyet kemeri çok acayip enteresan bişey..

- Şöyle bi düşününce aslında herkes elma gibi..

- Jack Bauer bi gel çayımı iç allasen.. belki çay/kahveyle çişini getiririm de gözüm açık gitmem

- Radyo! ne güzel şeysin sen.. özellikle yağmur yağarken light my fire ı çaldığında. ama jim morrison'ın yakışıklı olduğunu düşünmüyorum..

- Köpük bardaktan kahve içerken damağın yanması ne fena.. varsa düşmanıma vermesin.

- Pembeyi genel olarak sevmememe rağmen pembe havluları çok güzel buluyorum. normalde kedi sevmiyip angie'nin kedisini benimsemem gibi bişey heralde. bide osman elmakafa var. zarathustra'nın kedisi. ama aradığım kişiye ulaşılamaz kesin burdan, olsun varsın, selam!

- Mutluyum
Mutlusun

Mutlu

Mutluyuz
Mutlusunuz

Mutlular

Turkish 101

- Çok ses çıkaran elektirk süpürgesi seni sevmiyorum, en çok seni sevmiyorum

- Pokerface'den daha az yaratıcı bi şarkı düşünemiyorum... yok bi dakka düşünebiliyorum.. ibrahim tatlıses tek tek

- Düşünmezseniz duş bonesi kadar saçma bi icat yok gibi gözüküyo.. böyle dedim ya kesin vardır..

- Okul için okumayacağım kitap 1800'lerin ortasında köle doğan bi zencinin otobiyografisi. adam çok sempatik falan. eski nesil cry freedom'ı gibin. hatırla ey angie! bide inconvenient truth vardı noldu ona? ceren? eğer burayı okuyosan; naber?

- İstanbul'daki çingeneler lavanta satarlarken çok gereksiz gelirler bana hiç sevmem. (şimdi jude diycek ki bana onlar sana bayılıyo, demesin) ama gel gör ki reçellik incir sattılar mı; büyük sempati beslerim. lavantadan hiç hazzetmem, papatya varken kim lavantayı naapsın yani...

- Hepimiz hapşırdıktan sonra ellerimizi yıkamalıyız.

- Sosis yemektense salyangoz yerim. hem sosis sevmem hem de salyangoz midyeye benziyo, aman şimdi hayvan hakları şeyi falan ayaklanıcak. ama hemen suratınızı buruşturmayın sayın hayvan hakları birliği insanları, zira bence insanlar bişey yiyosa bi bildikleri vardır dimi ama?

- bp go home!

- okurcan teykkeğr! şimdilik bu kadar

Yeni renkler yeni tatlar

Renk hoş olmuş ya... Tabi benim o güzel emo/gothic mor fontum ne kadar gider bu güzel lacivert arkaplana orasını bilemeyeceğim.

Bugün Kadıköy'den dolmuşla eve dönerken sahilde kaykay kayanları, patencileri, bisiklete binenleri ve rüzgar sörfü yapanları izledim. Anlattıklarımın hepsini yapmış/yapıyor olmama rağmen hatta 2 tanesine imkan olmasına rağmen şu wow denen illet yüzünden her gün evde oturuyordum. Bu değişecek sanırım, beni bekle bisikletçi amcaaağ !

Bu karar akabinde de World of Warcraft'ı bırakmaya karar verdim, eylül sonu gelsin satıcam hesabımı. Sonra binicem eşeğe, vurucam kırbacı falan. Yok artık ya gitmez böyle.

Keşke Fermium bi uğrasa falan, piknik yapsak diyeceğdüm ( aklım yeni başıma geldi)... Keşke gelse ama macera dolu amerikadan güzel fotoğraflar falan da hoş yani, devam ettikçe sorun yok ( ama gelsin).

Saçlarımı kesitrmeme 38 gün kaldı.. Belki şu spor ayakları biraz işe yarar da 5 seneden sonra ilk kez küfür ede ede gitmem berbere.

17 Ağustos 2009 Pazartesi



İzle çekirge.

ehm..



bugün 19.30 da osdm için yeni yılı kutlıycaz. yeni senesinde yeni renge sahip olan ufacık tefecik içi turşu dolu olmayan sevimli bloggie mize yeni yıllar dilerim..

Columbus ve çok da seksi olmayan fotorafları


Resmen arabanın içinde dört döndüm. Ama by-pass yaptığımız için bu kadar oldu.

üstteki columbus ta outlet center.


bunlar da interstate yoluna yakın oturan insanların minicik görünen evleri.

e tabi pek beyenmedim çektiğim fotorafları google'dan baktım biraz.. evet.

fazla sıcağı sevmeyen ben için mutlu bi sonuç!


kolombuscan evladım buraya taşın kartopu oynamaya çağır insanları!
not: bu yazı pek saygıdeğer bi üst satırda da adı geçen yazarımız kolombus un ta kendisine hediye edilmiştir.. OSD
M.. taklitlerinden sakının!
yazıyı yazarken six blade knife, black mountain side ve riders on the storm çalan musicovery mood scala sına teşekkürü borç bilirim..

15 Ağustos 2009 Cumartesi

OH YES!!!

Güzel bir tekne gezisinin ve bir miktar alkolün(aaa!! kız! hanife,bizim osdm giller içki içiyür ne ayıp!) yorgunluğu,mayışıklığı ile oturdum klavye başına,kısa kesicem.Sabaha bu yazı kendini imha eder herhalde...

1-Tablet alıyorum,Repçi Teyze tarzı çalışmalar ile ortalığı karıştırıcam.
2-Kendi Bloguma da bakım yapıp bişeyler yazıcam
3-Angie hanıma ders olsun istanbulda da tatil yapabilir hatta amele yanığı olabilirsiniz aha ben! Fermii...kız gel yoğurt sür azcık bana?!?!
4-Öff sıkıldım ben
5-Bi de benden duymuş olmayın ama blog azıcık değişicek gibi valla bak.
6-Batikon naber lan?
7-Oh yes! gittim ben.

14 Ağustos 2009 Cuma

You Know My Name, Look Up The Number


ANGIE BİR MAŞVİŞNU ESERİNİ DAHA İFTİHARLA SUNAR!!!
KARŞINIZDAAAA....

REPÇİ TEYZE!!


Kadıköy'de canı sıkılan ve daha sonra Batticon'u dersanesinden alan insanlar Burger King'e otururlar. Maşvişnu ise, her zamanki kahramanlığıyla bu soğuk festfuudçu ortama sıcacık bir dalış yapar.
Kahkaha tufanı falan fıstık.

Şaka maka. Bu, repçi teyze'nin kağıttan orjinal taranmış halidir, maksimum 3 dakikada bizzat gözlerim önünde çizilmiştir.
Daha şimdiden bir fenomen haline geldi bence.


(sevgili yazarınız Angie, Jude'un tüm kıskançlığına rağmen yarından itibaren yıllık izninin bir kısmını kullanacak.
4 eylül'e kadar yokum, ama internet bulursam belki bi uğrarım buralara..

oh olsun sana Jude.
sen misin haziran sonu tatile çıkan.

öpüldünüz sevgili okurcanlar!!)

KİM DÖVER?!



senelerce anchormen'lik yaptı yaparken saçmaladı..
hatta sonra kendisi bile yaptığı işe ve ciddiyetine güldü falan

bir adet reha muhtar

versus

televizyondan önce de böylemiydi bilinmez
ama ekrandaki yarışmacıların en cazgırlarındandı
varsa düşmanımın başına gelmesin

bir adet semra türk

HEBELE

Bi de şey dicem yaaa ben hebeleye nasıl yazı yazıcam artık bi kaşıkla aynı kefeye konulmak istemiyorum
Batticon is Back!!!
And Angie says probably; Batticon, try to remember some of the basics of CQC or TWG -Turkish writing Grammars)

MERHABA YAZARLAR BİZ DOSTUZ...

EEE... biz bi kaç kişi(tmm sadece 2 kişi) makul bir süredir yazmıyoruz.Şu anda yıllar sonra ıssız adadan dönen her yeri kıl olmuş medeniyettten uzaklaşmış bir adam gibiyim bu Bloga.Bu gün Mahavishnu adlı yazar, çizer, çalar arkadaşımızın doum günü.(Happy Birthday to you falan filan) Bari size biraz Placebo anlatıyım.
Placebo 12 yıllık alternatif Rock(glam Rock) gibi bi şeyler yapan bi grup.Bu adamlar benim en sevdiğim grup ve telefonumda 32 şarkıları var.nie bu kadar şarkısı var die sorabilirsiniz sormassanız bile anlatıcam yoksa hevesim kaçar .Bu adamların 5-6 albümleri var ve hiçbiri birbirine benzemiyo.Bu adamlar Emo gibi takılıyolar böyle siyah ojeler falan şarkı sözleri de umutsuzluk dolu ama her şarkıda en azından azıcık umut var haaa bazıları bildiğin umutlu o ayrı.ben de düşündüm ki ben bu herifleri dinlediğime göre emo faalan olmalıyım ama fazla enerjiğim emo olmak için ama olmadığım zamanda 'you are one of gods mistakes' şarkı sözünü mutlu, gülümseyen ve umut saçan bi adamdan dinlediğinizi düşünün olmuyo hani siz Beatles dinlediğinizde Hippi falan oluyosunuz ya aynı mantık yani ama ben rmo olmam yaaa sıkıcı iş otur otur otur nereye kadar hacı dii mi abi
mesela bu gün adaya gittik bisiklete falan bindik enerji doluyuz yani OHAAA süperizzz laaaannn:D
not:Müzikle ilgili son bi yazı yazdığımda ki hemen bulabilrsiniz çok yazım olmadığı için zor olmamalı sorun yaşamıştınız bunda da yaşamayın
Zevkler ve renkler tartışılmaz
bide bi ara bluşup Trivia Pursuit adlı oyunu oynayalım

incoming.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Dikkat Öğretici Yazı: Work&Travel in USA

Başlarken: bana ait olmayan yazıları açıkmaviyle yazıcam kimse rahatsız olmaz heralde?

Öncelikle nedir bu hede?

Work & Travel üniversite öğrencilerine ABD'de yaz tatili süresince en az 1 en fazla 4 ay boyunca çalışma imkanı sağlayan bir programdır. (Bunu bi internet sitesinden aldım dikkat edin travel kısmından hiç bahsedilmiyo.) Yaz tatili boyunca 4 aylık sürede Amerika'da çalışarak masraflarınızı karşılayabileceğiniz bu programa Türkiye'den ve dünyanın birçok ülkesinden yılda 50.000 öğrenci katılmaktadır. (Yani çok çok ve çok yani işsiz kalma oranı çok yüksek!)Program Haziran başında başlayıp Ekim ayında sona erer. Programa katılan öğrenciler J -1 vizesi ile ABD'de bulunur. (ayrıntılı bilgi falanfilan: http://www.mezun.com/Icerik/Bilgi_Bankasi/vizeler/1_7_1.cfm )

Yaz mevsiminin başlaması ile hareketlenen turizm sektöründe ortaya çıkan iş açıklarını kapatmak için uluslararası öğrencilerin katıldığı Work & Travel programı tam anlamıyla yaz işlerini kapsar. (Yani eşek, köpek, ayı gibi nitelendirilebileceğiniz pek çok hayvan adı gibi çalıştırılmak..)

gelin şunları daha fermiumsal ve biraz da röpörtajlı anlatıyım geri kalar kısmı

http://www.mezun.com/education/content/workandtravel/wt1.cfm    

dan bulabilirsiniz çok ilgiliyseniz...

Tanımın şu yukarıdaki olduğunu düşünenler için acı bir gerçek; olayı bilmiyosanız bunun "work like a dog" haline dönüşmesi. Eğer tanıdık birileri size orada iş ayarlamıyosa (ki zaten bu işlerde çocuk bakıcılığı, öğretmenlik, ticaret ve bilimum iyi para kazanabilicek şey yok) olay gerçekten insanların başına dert olabiliyo. çalışma saatleri 12-16 saat arası büyük bi gruba dahil olan zavallılara dahil olunabiliyo, ki bu insanlar için ufak bi beyin cimlastiğiyle günde 24 saatten en az 12 sinin işe gittiği kalan zamanlarda da uyumak, yemek yemek, çiş yapmak falan la geçirirse ki kaçınılmaz son budur arkadaşlar kimse denzel washington yada ben affleck değil, bu insancıklar küçük makineciklere dönüştürülüyor..

Güllük gülistanlık işlerden bahseden de yok. öyle bi dünya yok work&travel da. genellikle garson, ahçı, temizlik görevlisi olarak welcome center'lara 15 li gruplar halinde yollanıyolar. düşünün ki bütün hevesinizle yazın kars il sınırına hoşgeldiniz yazan tabelanın yanında dürüm standında durmak gibi bir şey.

İstanbul - Elif

Mutfakta 8 kişi var, şuradaki McDonalds da 3 kişi, 5 kişi temizlik yapıyo,şurda orda ve burda da 1 er kişi var (kendini gösterip gülüyo) Bitse de gitsek diye dua ediyoruz topluca. Çalışma saatleri 12 saat falan. Pestilimiz çıkıyo. Verdikleri para da anca yeticek bi kaç parça şey almaya. Daha fazla para yapmak isteyenler Alaska'ya gidiyodu, ben yapamam heralde çok ağırmış öyle duydum.

Rusya'da bi yer - Viktor

What's the past form of run?.... How will I write it?... I come here with work&travel. So bad. I miss Russia.

Adana - Cihat

Biz 3 arkadaş Alaska'ya gittiydik. Günde 16 saat çalışıyoduk.. Zaten yaz da olsa çok soğuk, afedersin kıçımız dondu. (güldü falan) Hem zaten güneş de batmıyo oralarda, uyuyamıyosun. Soğuk beynini donduruyo, zaten 16 saat balık ayıklamışım, gözlerim açık tavana bakıyorum. Ben 15 gün dayanabildim sonra geldim burda biraz garsonluk yaptım, çok daha iyi.. Biriken para da fena değil, bi kaç ray-ban, laptop, ipod siparişi var alıp Türkiye'ye dönücem. ordan ucuza burdan pahalıya satıcam.

Adana - Ömer (konuşamadım kendisiyle, zaten kimseyle konuşmuyodu. tamamen marka giymişti. Alaska'da 1 ay kalmış)

ufaknot: Alaska'daklerden biri delirmiş, 2 kişiyi mi ne bıçaklamış; bunlar ondan gelmişler..

İzmir - Başak

Bu benim 4. sefer oluyo (güldü) Neyse ki şansım yaver gidiyo herseerinde. Her sene Waffle House da 1 ay çalışıyorum. 2 gün iznim var, günde 8 saat. San Fransisco'da arkadaşım vardı. Onunla gezdik oralarda, bütün param bitti tabi ondan buraya geldim. Zuhal teyzelerde kalıp para biriktirdim her zamanki gibi. Sonra New York'taki arkadaşımın yanında kalıcam 3-5 gün zaten paranın kalanı da orada biter bende Türkiye'ye dönerim.

Amerika'da büyük şehirde yeteri kadar işsiz olduğundan gidenlerden torpilli olan olmayan çok azı büyük şehirde kalabiliyo. E daha ücra yerlerde de ulaşım sadece özel araçlarla sağlanıyo.. (sadece yazın pendik-maltepe maltepe-göztepe göztepe-kadıköy olan minibüs ler düşünün) yani bir masraf kapısı da araba kiralamak. toplu olarak çalışma kampına gidecekseniz araba kiralamak mantıklı. (taxi ler genelde ya illegal ya çok pahalı)

Eğer "len! gezicektim ben" diyosanız; çok güzel karadeniz turaları vaar, trekking falan, trans yayla onlara gidin daha sportifseniz kaçkarlara tırmanın, "napıyım oraları be" diyosanız egede kültürel turlara çıkın efesi, truva yı gezin; "ıyy kültür mü" diyosanız çeşmede bodrumda güneşlenin o da güzeldir, yazlık varsa gidiiin. anne baba ikna edilebilirse şile ye gidiib. bozcaada gökçeada çok güzel yerler.

Henüz hiç yurtdışına çıkmadıysanız gidin değişik kültür görmek, pratik zekanızın yüksek olduğunu görmek falan özgüveninizi arttırır, hem ingilizceniz de ilerler; ama köle gibi çalışmaya razı gidin ki en az miktarda hayal kırıklığına uğrayasınız..

kocaman bi not: bu yazı work&travel cı olmayan bir fermi nin gözlemlerinde edindiği yanlı düşüncelere sahiptir. eğer giderseniz ve fıstık gibi bi iş bulursanız, yada pasaportunuzu çaldırıp hapse girerseniz, kesinlikle ben mesul değilim..

sevgiler.. 
fermi 

(en kısa zamanda özel ve süpriz yazı ve resimlerle dönücem ama 24 üne kadar 400 küsürlük bi kitabı anlayarak okumam ve 2 tane theme bulmam onlardan da 10 tane olay bulmam lazım)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Kim Döverde Finale Yükselen İsim: The Alkan

Banu Alkan (Oyuncu)
‘Memelerimi göstermeye Paris’te karar verdim’

Benim çok fazla ‘göğüs dekolteli’ resim vermemin sebebi, 17 yaşımda yaşadığım Paris yolculuğumdur. İlk eşim Gürbüz Bey’le (Hanif), Paris’e gitmiş ve Ritz’de kalmıştık. Zaten sonrasında da hep Ritz’de kaldım. O gün Ritz’de sakat çocuklar yararına bir balo veriliyordu ve giriş yapan her arabadan son derece şık göğüs dekolteli kadınlar iniyordu. Durup onları izledim, büyülenmiş gibi. Nasıl şıklar, memelerini nasıl birer mücevher gibi taşıyorlar... Hepsi Fransız jet-seti tabii... Ben orada keşfettim, bunlar dünya çapında insanlar dedim, doğrusu, şıkı bu. Bilirsiniz, Fransız kadınları bu konuda iyidir. Çocuk yaşta, benim aklımda göğüs dekoltesiyle ilgili böyle bir imaj oluştu. O yüzdendir benim göğüs dekolteli kıyafetler giymem, ama bu Türkiye’de anlaşılmaz. Derler ki ‘Banu memelerini gösteriyor’. Göğüs tahtası, omuzlar ve memeler... Bir kadın için mücevherdir, daha önemli bir yer olamaz.
Mesela Elizabeth Taylor, gençliğinden beri göğüs dekoltesiz bir fotoğrafı yoktur; çok da güzel taşır memelerini ama ona ‘Gösteriyor’ denmez. Göğüs dekoltesinden Türkler anlamıyor bence. Burada bir plajda üstsüz güneşlenseniz bakılır çünkü bizde hâlâ erotiktir meme. Ama bir yandan da iyi bir şey; erotik kalması güzel.
Ben aslında çok da tepki almadım çünkü göğsümü açtığım zaman diğer taraflarımı kapattırdım. Böyle bir denge kurdum. Ama bir şeye üzülüyorum (kahkaha atıyor), çok kadına yazık oldu. Benim fotoğraflarımı alıp estetikçiye gittiler, ‘Bana bundan yap’ diye...
Ben erkeklerin memelerim hakkında söylediklerini de umursamam. Zaten benim mememe laf edecek kadar aptal biriyle birlikte olmam. Aynı kültürdeysek olur ancak. Ne giyeceğime kendim karar veririm. Türk sineması mesela, memeyi iyi kullanmıştır. Ama tabii hangi filmlerden söz ediyoruz? Benim yaptığım pahalı filmlerden söz ediyorsak, evet. Osman Seden bana demişti ki, “Biz herkese mayo giydirmeyiz.” Bana giydirdi. Ben bikini, mayo giydiysem, dekolte kullandıysam bu şıklık içindir; başka bir şey için değil.

Mutfak Panosu


Herkesin kolaylıkla evinde yapabileceği bu muhteşem magnete siz de sahip olabilirsiniz!

Tüm yapmanız gereken bir Umut Sarıkaya karikatüründen kesiceğiniz çemçük dudaklı adamın arkasına bir bant yapıştırmak ve onu uygun gördüğünüz anlamlı bir kareye yerleştirmek.

Hadi durmayın!
Sadece birkaç dakikada evinize çok dekoratif bir eşya kazandırabilirsiniz!!

OSDM.
Vazgeçemeyeceksiniz.


gun 6




su sari yagmurluklu benim, kihkih


hazir elim alismiskene videolarla dolsun burasi madem..
kendileri selale falan!


Ayrica: kanadaya gittim 2 saatlik falan, kanada guzel bi yer amerikadan daha guzel ben beyendim bide michael j fox ve pride and prejudice in yeni versiyonundaki jane e talip kizil in karisimi gibi 20 li yaslarda bi arkadas gordum ki.. bravo dedim yani bravo

gercekten kanadaya gittik ehehe donerken de kisibasi 50 cent istediler. polisle konusmayi aktariyorum:
police- why are going to canada?
baba- they say falls look better from canada
police- ehm..do you have any weapons with you?
baba- just this camera.
police- ok. dont hit anyone with that then
...
gelirken de:

police: how long you spend in canada territories (cok ciddi sor)
fermi: about .. an hour
police: :) phh welcome..





hadi bakalim iyi haftalar, ruyanizda ucan waffle lar gorun, yarin donuse geciyorum ben

bundan once de whalewatch a gittik ne cok sey yapmisim be hihihi.. anlaticam hepsini hiihii evet

9 Ağustos 2009 Pazar

Kaçırılmaz Benzerlik


Bu Jude'a benzemiyosa, bamya bile yerim.

"Aynısı lan!"
The Washington Post

"Ohannes..."
The Observer

"Bu yüzyılın fotoğrafı! Bravo OSDM..."
The Times



Hamster


Orrayt?

Yaşlı ve yalnızdı.Hayatta binlerce şeye sahip insanlardan farklı olarak,sahip olduğu pek bir şeyi yoktu.Sadece sanatı kalmıştı yaşlı ustaya.Ne zaman atolyesi ile paylaştığı tek göz odadan çıksa-ki nadir olurdu bu-tek bir sokağa giderdi.Oradaki bir binaya ve yıllar önce onun için yaptığı tabelaya bakardı...

İşte,o zamanlar,yaşlı ustanın gözleri dolar,eski günlerin saadeti ile bir göz odasına döner,bulabildiyse sobaya bir iki kuru dal atıp uyurdu.

Gene bir gün,dışarı çıktığı,sonbahara ait bir gün,ona dayanma gücü veren binaya eserine bakmaya gitti.Osdm binası idi burası.

Umutla,geleceğe,göğe bakan bir çocuk gibi kaldırdı başını.Yıllar önce çizdiği onun hayatına anlam katan o tabela,el emeği,ortadan sıkılmış diş macunu logosu yoktu.Yerine ilüstarize edilmiş,başka bir diş macunu resmi gelmişti.

Usta evine gitti,eski plaktan eski birşeyler çaldı.Çaldıkça gözleri doldu,gözleri dolunca ilmiği geçirdi boyuna.Tabureyi devirdi,ayaklairı sallandı.Bir sağa,bir sola,bir sağa,bir sola...


Alternatif son:

Usta evine gitti,eski dostunu kırkbeşliğini çıkardı yastık altından.Hedefi Osdm binası idi.İçeri girdi.Sekreter kız iyi günler Osdm yayın ve blog hizmetleri yardımcı ola..(dan!)

Hey! Ben yazı işleri müdürü Angie! Noluyor bayı..(dan dan!)
Ferm..(dan!)
Kolomb..(dan!)
Ju..(dan!)

İşte! Oradaydı.Tüm şehre hükmeden Osdm gökdeleninin zirvesi.Son oda.O,o hain burada olmalıydı.İçeri girdi.Adam karşısındaydı.Masada ismi yazıyordu:

Mahavishnu.

Adı Mahavishnu olan adam karşısındakini süzdü."Seni bekliyordum."dedi sakince."Hey böyle bir değişiklik yapmamız gerekiyordu.Rahatla.Yak bi sigara."Yaşlı adam rahatlamış,şokun etkisi ile bir sigara yakmıştı."Bak dostum,madem bütün yazarlarımızı öldürdün,gel sen de yaz.Yani logoyu da sen yap Orrayt?"

Yaşlı usta "Orrayt" dedi Mahavishnuya.Yeni logo şehri süsler,meslektaşlarının cesetleri morga götürülürken onlar kahkahalar atıp puroları içtiler.Sonra paşa paşa 62 tl ceza ödediler.

Eee...Kapitalizm,serbest piyasa böyle bir şey tabii..

Location Reached...Autosaving...

"Pardon! Pardon!"Kocaman, kırmızı, "maceracı" sırt çantam ve omzuma astığım notebook çantası ile zar zor,çarparak iniyorum deniz otobüsünün sıkışık merdivenlerinden.Kulaklığımı çıkarıyorum.İggy nin "Ben bir yolcuyum" diyen sesi uzaklaşıyor kulağımdan.-Evet yaptım bu üç kuruşluk göndermeyi...-

Üzerimdeki t-shirt ve kot ile dahi terletebilecek sıkışık bir ortam bu vapur garajı şeysi.Bir de soğuk olur diye aldığım gömleği taşımamak için üzerime giymiştim zaten...Off...

Etrafımdaki insanlara bakıyorum.Çoğu yorgun,suratsız.Bıyıklar falan şahane zaten...Bi' kız var,dikatimi çekiyor.Güzelce;ama yorgun ve mutsuz gözüküyor o da diğerleri gibi.Gene de dağınık saçlarımı toparlamaya çalışıyorum istemsizce.

"Kapılar açılıyor"anlamına gelen iğrenç sirenler duyuluyor.İki dakikalık "beyin öpme" ayininden sonra,açılıyor da sahiden.Ekranın köşesinde "Location Reached" yazdığını görür gibi oluyorum.

İstanbuldayım.

O değil de bi' bok değişmemiş la...

Aynı her yer.Biraz daha serin olmuş gibi geldi bana ama.İşte yokken Leonard Cohen'i kaçırdık harbiden.Kolombus da tuz bastı yarama.Onun dışında pek bi' numara olmamış İstanbul'da.Jazz festivaline de gıdım gıdım gitsek de yetti gibin.Üşengeç olunca insan...

Notlar var azıcık da:
-Orada sürekli sizi yedirmeye çalışan bi' anneanne varken anneye ben yemicem dediğinizde peki cevabını almak
-Arkadaşlarınızın sizi özlemesi
-Eve girip Bella'nın kutusunu açıp özlemle bakmak,gecenin o saatinde çalamamak
-Kendi evinizde kaka yapmak falan güzel şeyler be...Tatil olaylarına gelemiyorum ben pek. :)

Finale gerek duymuyorum,daha çook konuşacak şey var bu blog insanlarıyla.İstanbuldayız hem zaten artık.Klişemi de yapayım: Boktan şehir İstanbul ama bağlanıyosun işte hocu ehe ehe...

boston quincy hall un karsisi

hafizasi azdi ancak bu kadar kaydedebildim ama onunde ters cevrilmis bi kac plastik cop tenekesi, bi mazgal, bi izgara, bi kac tane de teneke cop kutusu kapagi vardi..

fermi' nin yapicagi dis haberler servisi bu kadar olur. (haftaya falan daha ciddi bi yaziyla karsinizda olurum gencler) AAA

7 Ağustos 2009 Cuma

Paylaşası Olmak...


Tatilde gerçi kendisi ama yine de....
Ceviz kabuğunda tiramisum benim.


6 Ağustos 2009 Perşembe

"Hell Yeah Sayın Tekin!"


Görmeyenler görsünler efendim.
Sevgili Kolombus'un "Al sana Tayyip!" formatlı entry parçasından sonra ben de bu fotoğrafı paylaşma ihtiyacı duydum. Büyük ihtimalle hepiniz meseleyi duydunuz, açıklamıyorum detayıyla.
Bu fotoğrafta da soldaki arkadaş karakola götürülenlerden biri, sağdaki de CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.

dibebirnot: başlık Banu Güven'in Radikal'deki yazısından alınmıştır.

Signal Tree

Hey anasını İstanbul be. Çok sıcak ama, fena sıkıldım bugün sıcaktan. Aslında sıcak olmasa, rüzgar müzgar esse falan şahane olur.

Dünya gözüyle Trent Reznor gördüm ya. Eline geçirip de fırlattığı şeyler 3 mikrofon sehpası bir adet tef bir adet mikrofon bir adet senkronayzır bir adet de gitardı. Tefi seyircilere fırlattı umarım biri kafasına yememiştir. 12 ağustosta da Faith No More var, Lady Gaga coverlıyor herifler (üşenmezsen youtube it). Unutmadan;

Bu Tayyip abime gelsin -> \m/

Bekir Coşkun mudur nedir, o da gitsin yenisi gelsin.

Ağustos sonuna kadar İstanbul'dayım anneoo, eğer her gece böyle sabahlayacaksam yandık. Fermi öğle yemeğini yiyordur şimdi, oh ne âla ya.

Heaaa, Leonard Cohen vardı dün akşam, bu akşam da olması lazım. Bir şarkısını bile dinlemişseniz imkanınız varsa gidiniz,görünüz.

İzlemediyseniz Heima'yı download ediniz ( fermium bilmem kaç gigabit bağlantısıyla download etmesin)... Takk da iyi gider üzerine.

Bir daha görüşemezsek günaydın, iyi akşamlar, iyi geceler...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

I can hear music


Parkta garip, yavşak, hafiften gizemlerin adamı, hüzünsel bi kedi yerine; çevik, sevimli, boğazına düşkün, ama bi yandan da insanları merak eden sincap/sincaplar görünce çok çok mutlu oluyorum. bıraksan bayas gorillerle yaşayan insanların sincap versiyonları olurum. koala da olur.

Sabah yüzüme vuran salak günışığı dalgasıyla uyandım falan. tipik amerikan baliyö film başlangızı. hani o arkaplanda tırt bi boy-band şarkısı olanından. allahtan sabah sabah şarkı eksikti..

Turuncu benetton tişörtü bana çocukluğumu hatırlatır. mavi çiçekli elbise vardı bide sonra kar falan yağmıştı bi gün eve gelmiştik de salata tabağı kırmıştım. bunu unutsam da 2 kimya formülü ezberlesem bunun yerine.. bidolu böyle ufak anı kesiti var.

Pat diye çin bakkalına girersen karşına tavuk ayağı çıkacak! sakın şaşırma!

IKEA senin yerin ayrı.

Hava normalken 5 saniye içinde yağmur başlaması ne enteresan ve ne tropik iklimsel bişey. yazın burada sevilen tek yönü ve saire ve saire..

Babam makineli tüfek seviyo. ben shotgun tercih ederim. hayır mafya değiliz. sadece 2. el xboxumuz oldu, 6 dolara callofduty aldım ve giderek mahavishnu ya benziyorum. 

deneme tahtasına dönüştürdüğüm blogumuz varoluşçuluk için PJ den özürümü dilerim. artık şablonla ilgili deneylerimi bi başka blogda sürdürücem. yeni şeyler öğrendim oley!

ne demiş ünlü düşünür?

OSDM.
Vazgeçemeyeceksiniz.

                                                          sevgi dolu çoraplar!

                                                   eskidenkırmızıipoduolanfermi

Maşvişnu'dan İnciler

Sevgili OSDM okurları, çok sevdiğim Maşvişnu'nun az sonra göreceğiniz paint/msn şaheserlerini blogda paylaşmak gibi bişeye henüz teşebbüs etmedi, ileride de ediceğinde kuşku duyuyorum. Açıkçası Maşvişnu bunların varlığından haberdar mı, bilgisayarında bunlar mevcut mu, onu da bilmiyorum. Ama ben tüm dünyaya bir "iyilik" yapıp bunları blogda paylaşıyım dedim...

Gelin, bir entellektüel bir eleştirmen edasıyla bu çizimleri inceleyelim.



Tahminimce Superman'in kostümü hakkında girilen hararetli bi tartışma sonucu ortaya çıkan bu tasarım, Mahavishnu'nun bacak kılları çizme konusunda fevkalade usta olduğunu gözler önüne seriyor. Popüler kültürü kesinlikle doğru oranda kullanmasını başaran sanatçı, Doğu ve Batı birlikteliğini hem halkından kesitler aktararak, hem de bir Batı figürü kullanarak mükemmel bir şekilde aktarıyor. Oldukça feminen bir superman karşılıyor bizi kapıda pembe çorapları ve tahminimce beyaz converse leri müthiş bir uyum içinde. Mor tangası ise fevkalade. Daracık sarı gömleği de tangayla çorap-ayakkabı ikilisine çok uymuş. Klasik Superman saçıda 2. sınıf mahalle kavgasından dağılmış yağlı delikanlı saçı kıvamına gelmiş ki incelemek elde değil. Maşvişnunun bu çizimine 10!


Dilimize dolanan bir MFÖ şarkısının paintte renklere ve özüne kavuşması.... Sözlerle ifade edilemeyecek şeyler de vardır; bu resim de kesinlikle böyle. Göbek deliği ve muazzam göbek eksik. Buna 7!



Angie lafına başlamadan önce biricik maşvişnumuzun ne kadar pimpirikli olduğunu taslak hazırlamasından mutlaka anlamışsınızdır..Önce ve sonra resimlerinde de gördüğünüz, Mahavishnu'nun tasarımını geliştirme aşamaları olarak da tasvir edilebilir. Sanatçımız bir msn konuşmasından aldığı ilhamla msn'in çizim fasilitelerinde bir Eric Clapton resmetmiştir. Tüm bu yaratıcılık öbeklerinin çıkış noktası ise müzik tarihinin en duygulu şarkılarından biri olan Wonderful Tonight'tır. Yukarıda gördüğünüz eserler Mahavishnu'nun retrospektif bakış açısı, bizleri Clapton Düz Adam Olsa İdi? sorusuyla başbaşa bırakışı ve düşündürten Umut Sarıkaya esinli çizimleriyle bir Mahavishnu klasiği olarak bilgisayarlardaki yerini şimdiden almıştır.

Bir başka Mahavishnu-Umut Sarıkaya birlikteliği... Ejder gömlekli adamlar fünikülerde, metroda, caddede, otobüste karşımıza çıkmaya devam ederken, yüzyılın en harika paint sanatçısından çok yerinde bir toplum incelemesi olarak beliren bu eser, Mahavishnu'nun imzasını attığı en başarılı işlerden. 
Devamı gelecek mi merak konusu gerçi ama bunlar sadece msn den çeşitli geyikler sonucu çiziktirilen ufak şeyler daha fazlası için mahavishnu yu sahneye davet ediyorum. Geldiğinde bişeyler yapar artık.

Umarız ufak sergimizden keyif almışsınızdır efendim....
Tekrar görüşene dek, esenliklerle kalın.