26 Şubat 2010 Cuma

spe..

spesifik olmak gerekirse temmuz un 20 sine kadar cikmayin derim. yada cikin beni goremezsiniz falan.

muhtesem yazi dizisi yazmak istiyorum bi ara ama henuz konumu bulamadim

gorusuruz.

24 Şubat 2010 Çarşamba

sirinininay

laptopum tek ekran olmaya karar verdi.. nihayet, o yuzden yerimde duramadim ve yazasim geldi
olayda bizi ilgilendiren kisim ise para biriktirmis olmam ve bu paranin bi sonraki projeye aktarilmasi gibi

"Oh Lord, won't you buy me a Mercedes Benz ?
My friends all drive Porsches, I must make amends.."


eh lord/dis perisi amcaya yardim edersek o da bize yardim eder dimi ama..
gerci gozum cok yukseklerde degil illa ki janis joplin olucam demiyorum.
yetkililere opucukler

22 Şubat 2010 Pazartesi

baba-kız.

baba-kız izledikleri bir film hakkında tartışmaktadırlar.

baba: filmde öyle demiyolardı ama bilmemnebilmemne...
kız: bence sen filmi yeterince iyi izlemedim. hem tuvalete gittin filmin ortasında. bi sürü şey kaçırdın.
baba: üç dakkada, gayet çabuk gittim geldim.
kız: ya şimdi sen öyle diyosun ama film zaten bi saat mi ne. üç dakika gayet fazla oluyo yani. ayrıca üç dakikada falan da gelmedin gayet on dakika falan yoktun.
baba: tuvaletteyken ne kaçırdım ki? önemsiz yerlerdi oraları.
kız: bi kere sen filme yeterince konsantre olamadın, o yüzden düzgün anlayamadın. bak şimdi. insan, çişi varken bişeye tam dikkatini veremez. sen de tuvalete gitmeden önce filmi bütün dikkatinle izleyemedin, o kısımları kaçırdın. sonra tuvalete gittin, yine bi sürü yeri kaçırdın. tuvaletten geldikten sonra da, tuvaletteyken kaçırdığın kısımları anlamaya çalışırken, o sırada oynayan filmi de kaçırdın. film zaten kısa, sen filmin baya bi kısmını kaçırmış oldun o yüzden.
baba: size okulda sadece boş konuşmayı mı öğretiyolar?
kız: haklı diil miyim ama? *sırıtır*
baba: *kahkaha atar* tabii kızım çok haklısın.
kız: *sırıtmaya devam eder, annesinin de desteğini almıştır* bi kere şimdi haklı olmasam böyle yapmazsın ki. haklı olduğumu düşündüğün için böyle tepki veriyosun..
baba: çok konuşma hadi.

20 Şubat 2010 Cumartesi

looking to the bent back tulips

dikkat dikkat!
sevgili yazarlar ve hmm okurlar(?)(yarinizi cikaramadigim icin az sonra soyliyceklerim sizi baglamaz ama diger yariniz icin bu gecerli)(ha tanimadiklarimi da henuz sevgiyle kucaklamasam da tanisirsak biseyler yapariz)(bi dakka konu cok dagildi oyle

bastan aliyorum?


DIKKAT DIKKAT.

temmuz sonuna kadar istanbuldan cikisi yasakliyorum.
cunku birgeceansizingelebilirim(8)

ouw ye!!

14 Şubat 2010 Pazar

Once, we were hippies

Çok sevimli bir yazı olmayacak; ama idare ediverin.

Babamla yemekte Banksy hakında konuşuyorduk da-googlelamaya üşenenler için kendisi ingiliz, anarşist bir grafiti sanatçısı-konu Banksy'nin Gazze'ye "Duvar"ı boyamaya gitmesine geldi. Ben celallendikçe celallendim, bağırıp çağırmaya başladım sinirle. İsrail hükümetine demediğim kalmadı. En son haşin haşin, insanları dünyanın en büyük hapishanesine tıktıklarından bahsederken masadan kalkmaya yeltendim. Babam gülümsüyordu, demek istediğini anlamıştım:

-Tamam tamam anladım. Şimdi böyle konuşuyorum; ama ilerde götün teki olucam di mi?

Babamla yaptığımız sohbetler genelde böyle biter. O, biraz daha karamsardır gelecek hakkında. Yaşlandıkça benim de "birşeyleri değiştiremeyeceğimin" farkına varacağımı düşünür.

Bugün gene aklıma takıldı bu mevzu. Ben gene de idealist tutumumdan çok taviz vermeyeceğimi düşünürken forumspringimi açtım demin. Irmak, blogdaki eski gönderileri okusana yazmış, ben de uydum önerisine.

Oldukça eğlendim başlarda. Mesela bir şey yazmışım, pek sükse yapmamış, ardından Angie yazmış, bisürü yorum gelmiş, ben bir sonraki yazımda inceden Angie hanımın üslubunu çalmışım :)

Neyse, okudukça birşeyler üzdü beni. Üç lafından biri hippi olan, her an afedersiniz göt göte yaşayan insancıklarken biz, iki sene gibi bir zamanda dersane falan derken iyice boşlamışız birbirimizi. Hala ikinci hippi pikniğini yapamamışız. Bakıyorum da, bu blogda hayatta hiçbir şeye değişmeyeceğim canım gibi sevdiğim insanlar yazıyor. Bunlardan biri ile(Angie) ayda bir falan görüşebiliyoruz onun MUN'i, benim sınavlarım, dersanem falan derken. Kolombusu kaç aydır görmüyorum Murphy bilir... Jude desen aynı dersanedeyiz; ama koşuşturmacadan adam gibi vakit geçirmiyoruz. Tüm muhabbetimiz tenefüslerde ve eve dönüş yolunda artık. Fermium, ah bitanecik Fermium'umuz, bana ne kadar kızsa haklı, şimdi dünyanın öbür ucunda ve ben o "çok önemli işlerim"i bırakıp bir mektup bile yollamıyorum ona.

İlk paragrafla birleştirmek gerekirse, görüyorum ki öss, okul, MUN, Florida, dersane derken birbirimizi boşlar olmuşuz. Bağlı olduğumuz kurumlar, sahip olduğumuz sorumluluklar, korkularımız, tereddütlerimiz, birşeyleri garantileme arzumuz birbirimize olan özlemimizi olmasa da, aramızdaki teması köreltmiş.

Ben hala -babama göre yaşımın getirdiği- idealist düşüncemle umuyorum. Umuyorum ki, hiçbir zaman çocuklarımız, eşlerimiz ve işlerimizle hava atmak için üç ayda bir buluşacak insanlar olmayacağız. Umuyorum ki, bir gün uzun zaman sonra, güneşin altında yeşil çimenler üstünde yan yana hayal kuracağız. Otuz yaşında avukatlar, mühensiler ya da ne bileyim ikinci el ayakkabı satıcıları olarak dahi, hala ahmak gibi hayal kuracak, insanca ve onurlu yaşayacağız. Sesimizi duyuracağız. İnsanları sevikçe biz, onlar da bizi sevecek, sevmeseler bile biz büyük bir salaklıkla buna inanacağız.

Otuzumuzda da, altmışdördümüzde de, beraber olacağız. Hala cesur, hala ahmak... Hala hayal kuracağız.

Dünya ne kadar farklı yürüyen merdivenlere atsa da bizi, ne kadar uzak olsalar da, biz sabit basamaklara koşacağız. Ortak katlara koşacağız. Geç olsun güç olmasın, hep beraber olacağız.

Geçen zaman için, özür diliyorum.

Kolombus, Angie, Fermium, Jude, Batticon, Osmancık(son ikisi ile sık sık bir aradayız çok şükür) sizleri çok seviyorum.
Haberiniz olsun.

13 Şubat 2010 Cumartesi

grubun adi hala yok olm

Dear Basak Simal,

Thank you for your order for:
1 copy of Thank You for Smoking, 0812976525
This order will be available for pick-up on 02/12/2010 and will be held through 02/26/2010. You are welcome to stop by the store to pick up your order or call the number below to arrange for shipping.

We look forward to seeing you soon!
Sincerely,

The Booksellers at Barnes & Noble Booksellers
#205134904 Emerald Coast Pkwy Suite 118
Destin, FL 32541850-837-3243




niye bu kadar heycanliyim;
cunku daha once hic bu yok ben bunu istiyorum dememistim valla bak

gozluk falan da alicaz

sdfsd

burda kar yagar gibi oldu ama vazgecti kahretsin..

o degil de ben yeni gozlukumsu aliyorum hadi bana bi oley..

dun de cok kolay bi sinavi gectim, ama bi tane odevi yapmayi unutmusum.

vancouver olimpiyatlari acik onlari izliyoruz ara ara naykiy sponsormus

seneyeki derslerimi secmeye calisiyorum ap lit alsam pre cal alsam latin 2 alicam physics 1 honors alicam(cunku ap yi aldirmazlar bana?)

ee sizden nagber

ulser ne demekti?

6 Şubat 2010 Cumartesi

havai?



bunu koyucaktim da unutmustum e koyiyim o zaman

not: evet ortasinda ahhahahah diye guluyorum cunku
havaifisekler bana hep komik gelmistir filam

3 Şubat 2010 Çarşamba

Nokia 2300


Nokia 2300, originally uploaded by hakeemm.

Seni özleyeceğiz...

2 Şubat 2010 Salı

Femme Fatale

Hayatın anlamı, hayatın anlamsızlığı içinde anlam arayışında olmaktır. Bunun daha kolayı, hayat dediğiniz raylı sistemin sürprizsizliğine inat, raylara makas atmakta, yani hayatınızın merkezine bir şeyi "haşırt" diye yerleştirmektir.

Benim havatıma da, baklavaya saplanan çatal gibi "haşırt!" diye yerleşen şey burada işte. Yanımda, "mmm.."lardan oluşan kutlu bir ilahi söylerken, bütün çıplaklığı ile mışıl, mışıl uyumakta.

Masumiyetin ve günahın Oskarlık oyuncusu sevgilim, koleksiyonuna bir Oscar daha eklemiş gibi mutlu uyanıyor. Atlet ve pijama giymiş bir fok balığına benziyormuşum gibi gülüyor, elimde elmas yapraklarla süslü bir buket orkide varmış da ona vermişim gibi seviniyor, aklımı başımdan alıyor. Hemen ardından, aklın kaybedilmeye bu kadar müsait olduğu bu dünyada, beni Bakırköy'den kaçıran otobüsün şoför koltuğuna oturuyor:

-Mmmm.. (gülümseyişmeler) Bu kadar saattir beni mi izliyordun?
Evet Sevda Saadet. Evet sevgilim, bütün kainata silah zoruyla, seni yayınlatabilirdim kablolu Tv den, eğer bu kadar kıskanmasaydım mırıldanmalarını, kirpiklerini ve kıvrılan dudaklarını.
-Eh.. Bir süre oldu Sevda.

Çocuk gibi dudaklarını büzüyor, bakışları kalbime saplanan lolipop sapları gibi. Şen şakrak, ölümcül, zehirli lolipoplar...
Ciddileşmesi, çocuksu uykusundan çıkması, Femme Fatale'leşmesi vakit alıyor. Doğrulup saçlarını topluyor, iki kalın tel, alnından aşağı iki sivri bıçak gibi savruluyor.

Kaşlarını çatıp soruyor, kaşlarının altında ezilip büzülüyor, iyice şekilsiz şemalsiz bir adam oluyorum:

-Konuştuğumuz gibi değil mi?
Sen zihnimi ele geçirip, benim ağzımdan konuşurken, işteş fiiller anlamsızlaşıyor Sevda... Konuşmak tek kişilik bir eylem oluyor, öpüşmek boyut atlıyor.
-Ee..Evet Sevda.

Dudaklarını dayadığı dudaklarım, o saati resmi bayram ilan ediyor,kalbim metabolizmamda fener alayı başlatıyor.
Türkçedeki en güzel kelimeyi, en güzel iyelik eki ile duyan kulaklarım, kulaklarına inanamıyor:


-Aşkım. Aşkımmmmmmmmmm...

Dudaklarım ikinci golü atıyor, sevgilim üstünü hızla giyip, kalbimi delip geçen bir kurşun misali vınlıyor odamdan. Arkasından, yokluğunda özgür kalan zihnim sesleniyor sevdama, saadetime, cennet ve cehennemime, Sevda Saadet'ime.


Prensip olarak kimseye âşık olmuyorum Sevda Saadet. Ama senin için dünyayı yakarım.

Kotumu giyip, belime 45liği yerleştiriyor,kıç çatalıma değen soğuk çeliği ucuzluktan alınmış tişörtümle kamufle ediyorum. Merdivenlerden inip Tofaş’ıma atlıyor, direksiyonun başında, elimdeki fotoğrafa tekrar bakıyorum.

Fotoğrafın içinden, 32 diş gülüyor sevgilimin kocası. Fotoraf, git gide hedef tahtasına benziyor.


Kontağı çalıştırıyorum.

Ulan Sevda, ulan Sevda, ulan Saadet...

Prensip olarak kimseye âşık olmuyorum.
Ama senin için dünyayı yakarım.
Ama senin için dünyayı yakarım.
Ama senin için dünyayı yakarım.
Ama senin için dünyayı yakarım...


Bir sigara yakıyorum:

Boku yedik dünya. Sen de yandın ben de...



Not:Sırf Osdm için yazdım, önceden yazdığım bir öykümü koymadım yani. Affetiniz mi ? =)

1 Şubat 2010 Pazartesi

ohoo.

(bi kere can sıkıntısı dediğin şey bahane bile diil yani ben de anlamadım gitti.)

ay em bek! temalı 945786853üncü yazımıza hoş geldiniz!! (sayıyı gerçekten okumaya uğraşanlar için söylüyorum, ben okumadım sırf sonunda üç var diye -üncü dedim. bir olsa -inci derdim mesela)

son bir haftadır hollanda'nın miniminnacık şehri lahey'deydim, yeni döndüm ama iyi döndüm.
mesela bi sürü kitap okuyorum gene. ödev desen yok gibi. karikatürlerle ilgili bi yazı yazmam lazım o kadar.

amsterdam'daydık bi de bir günlüğüne biz. gezdik mezdik.
sırf yürüdük hani.
eğer bir şehirde sadece bir günün varsa müze gezmek anlamsız. bak gerçekten.
öğle yemeği yemek dışında nerdeyse hiçbir yerde oturmadık, yürüdük yürüdük yürüdük sadece.
kanal kenarında eski şeyler satan bir adam vardı mesela.
yüklendim her şeyi geldim.
detaylar süpriz, açıklayamam.

başka bir ara sokakta plak dükkanı vardı, sırf plak ama.
nece konuşuyosunuz dedi adam, türkçe dedik, gülümsedi gitti.
bikaç dakika sonra yaşar özel plağı çalmaya başladı.
böyle ufak şeyleri çok seviyorum o yüzden.

sonra mesela amsterdam'daki evlerin çoğunda perde yok.
sanki ev ahalisinden biriymişsin gibi bakıyosun içeriye.
yemek yiyolar, pembe kazaklı kız televizyon izliyo, abbey road posterli genç bilgisayar başında, gözlüklü adam kütüphanesinden bişey alıyo.
liste uzun.

ve sanırım amsterdam şu dünyada en çok sevdiğim şehir.