Müsamerelerin vazgeçilmez bir şarkısı vardır. “Bütün dünya buna inansa” diye başlar, insanların el ele tutuştuğu bir dünyadan, hayatın bayram olacağından bahseder. İlkokula bile gitmeyen çocuk, daha ırkçılık, ayrımcılık ne demekmiş bilmezken sahnede inanılmaz bir coşkuyla bu şarkıyı söyler. Dünyada olan bitenden habersiz, hiçbir şeyin tarihini öğrenmemişken; zamanında “farklı” insanlara ne zulümler işlenmiş, ne soykırımlar yapılmış, sayısız insan sırf farklı olduğundan nasıl ölmüş bilmezken, yuva öğretmenlerinin onlara öğrettiği bu “çocuk şarkısını” seslendirir.
Aynı çocuk daha sonra ilkokula başlar. Okuma yazmayı öğrenir, ancak gazeteler onun için fazla karmaşık ve anlaşılmaz olduğu için hala dünyayı bir çiçek tarhı zannetmektedir. Adı Hayat Bilgisi olan masum bir derste, trafik kurallarını, aile fertlerini, bitkileri, hayvanları öğrenir. Evet, ölümden de haberdardır, savaşın vahimliğini bilmektedir; nasılsa bu çocuğa Kurtuluş Savaşı da anlatılmaktadır. Zaten aynı çocuk birkaç sene sonra Sarı Zeybek’i izlediğinde gözyaşlarına boğulan milyonlarca ufaklıktan biri de olacaktır.
Büyüdükçe gözleri açılan bu çocuk, dünyanın suluboyalarla boyanmadığını anladığında hayal kırıklığına uğramayacak mıdır? “Peki, ama neden öldürmüşler o kadar insanı? Neden yapmışlar bunu?” diye anne babasına yönelteceği sayısız sorunun cevabının aslında olmadığını anladığında; dünyanın ne kadar saçma bir düzenle işlediğini, ne kadar adaletsiz olduğunu fark ettiğinde birini suçlamak istemeyecek midir?
Evet, bahsettiğimiz bu çocuk etrafında olan biteni sorgulamayı başarabilir. Peki diğerleri ne olacak? Bir başka çocuğa Rum komşusunun seviyesiz, Kürt komşusunun değersiz, Ermeni komşusunun ahlaksız olduğu söylendiğinde, ne düşünecek? Hayata dair aslında hiçbir şey öğretmeyen Hayat Bilgisi kitaplarında sadece laftan ibaret olan eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, barış gibi kavramları nasıl uygulayacak? Çevresindekiler tarafından, ona kendisinin başkalarından üstün olduğu inandırılmışken, o çocuk nasıl saygı duyacak? Nasıl hoşgörüyle yaklaşabilecek? Nasıl değer verecek?
Bu çocuk daha da büyüyüp adam olduğunda, belki de kendine Atatürkçü diyecek. O’nun ilkelerine ne kadar bağlı olduğunu, O’nu ne kadar derinden sevdiğini saydığını söyleyecek. Bu ülkeyi Atatürkçülüğün kurtaracağını ekleyecek, ama sarf ettiği hiçbir sözün gerçek anlamını bilmeyecek.
Aynı “adam” sokakta yediği üç beş kurşunla susturulanların cenazesine katılanlara vatan haini diyecek, “Türk bayrağı ve katil” adlı gurur (!) tablosuna bakıp hiç de pişmanlık duymayacak. Aynı “adam” ecnebi, gâvur diye çağırdığı insanlarla yüzyıllardır aynı topraklarda yaşadığını, aynı havayı soluduğunu bilmeyecek. Bilse de hatırlamayacak. Hatırlasa da önemsemeyecek. O, belli kesimlerin aklına soktuğu düşüncelerin rehberliğinde, kendi ülkesinin insanını dışlamaya, hor görmeye devam edecek. Milliyetçi olduğunu, milletini sevdiğini iddia edip; kendi milletinden insanların canına kıyacak.
O ve daha bir sürü “adam” içlerine nefreti pompalarken, geri kalan herkes ne yapmalı? Peki ya “diğerleri”? Farklı olanlar? Başka yerden gelmiş olduğu için suçluluk duymaya zorunlu bırakılanlar? Sırf ona yapıştırılmış bir etiket yüzünden hayatı zehir olanlar? Peki ya güvercin tedirginliğinde yaşayanlar? Ne yapmalılar?
5 yorum:
Biliyorum,bu saatten sonra inandırıcı,mantıklı gelmeyecek ama direnmeliler sanırım.Bu topraklarda insanca yaşayabilmek için inatçı olmalılar.Hrant nasıl terketmedi ise onlar da terketmemeliler.
Hatta Hrant Abi'min dediği gibi:
Bu topraklarda gözleri olmalı.Ama alıp götürmek için değil,ta dibine gömülmek için!
Böyle sevmeliler insanlarını, topraklarını.
Bir güvercin tedirginliğine hapsolmuş da olsalar kalıp direnebilmeliler Fırat abimin de yaptığı gibi...
Ürkmekten,huzursuzluktan bıksalar dahi,kalacak kadar cesur olmalılar.Bu kadar insanın ölümünü boşa çıkarmamak için kalacak kadar onurlu olmalılar.
Hrant Gibi...
(yazının aralarında sürekli Hrant gibi söz öbeğini kullandım evet.Ben ne yazık ki bir Hrant değilim.Belki bir gün onun gibi olabilirim.Umarım.Ve bizler birer Hrant olmayı öğrendiğimiz gün,güvecinler özgür ve huzurlu yemlerler avlularımızda belki..."
Ayrıca çok güzel bir yazı olmuş Angie.Teşekkür ederim:)
Kabul etmemeliler bazen. Hayat Bilgisi dersinde dayatılanları, o küçükken kafalarına sokulan şeyleri sorgulamalılar. Her şeyin bir ilkokul öğretmeninin anlattığı gibi olmadığını fark etmeli, 2 kere 2'nin 4 ettiğini her şartta bilmelidirler. Almanya yenildiği için niye biz de yenik sayıldık sorusunu sormaları, çevrelerindeki her şeyin aslında saçma ve kandırıcı bir düzen içinde işlediğini az da olsa fark etmeleri, onlar için ne kapıları açacaktır.
Bundan 30 sene sonra bir çocuk, "19 Ocak'ta ne olmuştu anne ? " diye sorduğunda alacağı cevap ne olacaktır, kim bilir.
Belki yine 30 sene sonra Vedat'ı, Mahir'i, Deniz'i öğrenen o çocuğun içinden geçecek düşüneceklerini, etkileyeceklerini ve yapacaklarını, kim bilebilir.
Biz bir şeyler yaptık, biz bir şeyler yapmadık.
Bu bizim suçumuz değil, bu bizim suçumuz.
Tarih değiştirilmişti, tarih hiç değiştirilmemişti.
Hrant Dink 19 Ocak 2007 günü Harbiye'de öldürülmüştü, Hrant Dink 19 Ocak 2007 günü Harbiye'de ölmemişti.
Gerçektende çok güzel bir yazı olmuş :D
teşekkür ederim yorumlar için..
bu yazıyı türkçe dersi için, 29 ekim bahanesiyle, eşitlik özgürlük milliyetçilik demokrasi gibi kavramlarla ilgili bir yazı istendiğinde yazmıştım. insanlar beni aktivist ruhlu, eşitlikçi humanist olarak görmeye başladılar birden:)
kolombus'a da kesinlikle katılıyorum. biz hem buna dahiliz, hem diiliz. tetiği çeken biziz, ve diiliz.
bi şekilde, ucundan, orasından burasından, bunun içindeyiz ve değiştirme gücüne sahibiz.
Yorum Gönder