30 Ocak 2009 Cuma

fermium bildiriyor!!

uyumadan dinlenilesi kısacık bir masal:

A Beginning - The Beatles

(yapınca sarkıdaki yaylı çalgılılar eleanor rigby(strings only)ye benziyo)

ps: biri şu yapamamadığım Türkçe kararkterleri editlerse cok mesud olacağım

(sempatiksel insanlar sizi..)


Gelecek Program:Fermium New Orleans dan bildiriyor!!(dimi fermie (evil evil..çok evil!)-[Maşvişnu.]

Daha da gelecek program:Fermium evinin kapılarını Jude ve Mahavishnu ya açıyor,üstüne üstük anahtarı da onlara bırakıyore!-[bu da aynı adam tarafından yazıldı maşviş işte...]

Bide bugün bunu gördüm!:
Van Münüt! OLMAZ!! Van münüt!!!
Van tu tiri foroooehm Ehm...

Fermie'nin yazısını da mahfettim eheh...


new orleans a gecen sefer gittiydim bu sefer gitmiyorum ki
(24 subatta mardi gras var meraklisi arastirsin)
bide 1 subatta super bowl party izliycem how i met your mother cilar bilir.
daha gelecek programinizi daha gelecekte konusalim oldu mu?
(hadi bunu da editle)

27 Ocak 2009 Salı

O Diil De Twilight İyiymiş...

Ben,Bir küçücük Osmancık ve başka bir şahıs(Bkz:isim vermemek,Ergenekondan korkmak) Twilight adlı romantik aksiyon filmine gittik.
Film Stephenie Meyer'in Alacakaranlık adlı romanını konu almış.Edward Cullen Forks lisesinin en karizmatik öğrencisidir ve bir vampirdir.Isabella Swan ise Forksta emniyet müdürü olan babasının yanına gelmiştir ve o da Forks lisesine başlar.Biyoloji sınıfında Edward'ın yanına oturur ve onunla konuşmaya çalışır ama havanın güneşli olması Edward'ın sinirlerini hoplatır ve dersi terkeder.Gelecek hafta Edward okula gelmez.Geldiği ilk gün gene biyoloji dersi vardır ve bu sefer Edward Bella ile konuşmaya çalışır ve ikisi tanışırlar.
Gerisini anlatırsam filme gitmenize gerek kalmıcak o yüzden anlatmıyorum.
Not:Beyzbol sahnesine Supermassive Blackhole'dan daha iyi bir müzik yakışamazdı.

Üç şeyden kesinlikle emindim.Birincisi,Edward kesinlikle bir vampirdi.İkincisi,onun ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim bu vampir yanı benim kanıma susamıştı.Üçüncüsü,ona koşulsuz ve geri dönülemez biçimde aşıktım!

26 Ocak 2009 Pazartesi

Ben Geldimm......

Selam ey blog ahalisi...
İlk olarak yazı rengimi bilmediğim için sorunlar yaşıyorum ama zamanla bu sorunlar çözülecek sanırım(umarım:D).Öncelikle şimdiden blog ahalisinden özür dilemek istiyorum yazacağım yazlılardan dolayı(except Bir Küçücük Osmancık).

Bloğunuzdan aldığım ilk izlenime dayanarak söyleyebilirim ki bloğunuzda bir çatışma var gibi.Yukarıda bahsi geçen arkadaş(bkz:artistik kalıp kullandığını sanmak) 'okurcan' gibi kelimeleri reddederken diğer boş olmayan insanlar bu kelimeleri çok fazla kullanıyorlar.(Dinle PJ-okurcan:newborn-muse)
Şimdilik bu kadar gibi sanırım galiba büyük olasılıkla.

Saygı ve
Sevgi çerçevesinde yaşamanız dileği ile,

dipnot(böyleydi dimi?):gerçekten diş macununu ortadan sıkıyo olamazsınız...


25 Ocak 2009 Pazar

Doğaçlama

Hala yazı rengim bumu değilmi bilmiyorum ama heralde PJ ve saz arkadaşları (ısrarla "OKURCAN" diyenlerde var ama ben onlardan değilim PJ'e saygılar :D) böyle çirkin bi renk gördüklerinde Birküçücükosmancık'ın yazdığını anlarlar.
Neyse diyip konumuza dönmek isterdim ama bi konumuz olmadığından bunu yapmak pek de mümkün olmuyo, ancak son 5 yazının 2sini benim yazmış olmam sanırım artık blog'a kesin sayılabilcek bi dönüş yaptığımın göstergesi olabilir... Ancak hala yazıcak bişeyler bulma konusunda şikayetlerim var. Ben diğerleri kadar ilgili bir kişilik değilim anlaşılabileceği gibi. Daha boş daha yüzeysel ve daha basit bir insanım ve böyle yaşıyorum. (Dinle PJ: Ali Desidero) Ben her ne kadar döndüğümü iddia etsem de önümüzdeki yarıyıl tatili (yarın başlıyo ve mutluyuz) benim yazmama bir engel teşkil edecek gibi görünüyor ama bu bahaneyi elimden geldiğince az kullanmaya çalışıcam ve "Konulu Yazı"larla yeniden karşınızda olacağım.
Şimdilik benden bu kadar bir sonraki yazımda görüşmek üzere
Saygılar
Sevgiler
Batticonlar...

Siz nasıl diyooorr...? Dipnot..??: Bir ara Batticon'u da alın buraya benden daha gereksiz olabileceğini iddia ediyor göstersin bakalım hünerlerini...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Uğurlar Olsun



Seninle karlar içindeki bir Ocak ayazında tanıştık sadece.Ben annemin karnında,sen tabuttaydın.O gün annem,bu gün ben...Ağladık.Hiçbirşey yapamamanın acısıyla ağladık,unutmadık.

Uğurlar olsun...

Vurulduk ey halkım unutma bizi: http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/f6b9c3317492d77eb7b614646497a8d13ec921ea60a72f8c81d0accacd0dcb7cf060b6e21717c512b1a267552b4441f3edac46b7884529b915138

Aynı ay içinde aynı şeyleri yazmak zorunda kalmak ne acı...Bilen biliyor zaten.Birbirinin aynısı satırlar dökmek istemedim.Seninkilerin yanında sönük kalacaktı elbet yazdıklarım.Sadece söylemek istedim.Unutmadık seni...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Okurcan? O da kim??

Yazıları okuyorum arada burdaki. Benle ilgili bişeyler yazıyolar bazen beni unutmuyolar arkadaşlar sağolsunlar. Diğer yazılar da güzel hatta nerdeyse herşey güzel burda iyi bişey bu tabi sırıtmama sebep oluyor -> =)
Ama... (hakkımda ortaya atılan asılsız iddialara girmicem) (aa havayi fişek neyse çok dandikler öhömm...)
Burda canımı sıkan bi olay daha doğrusu bi kavram var, başlıktan da belli olacağı gibi "Okurcan" kavramı beni rahatsız ediyo...
Kim bu okurcan sorusu kafamı kurcalıyo ister istemez...
Buyrun burayada yaziyim herkesin kafasını kurcalasın (ki zaten kurcalıyodur bence)
KİM BU OKURCAN
WHO IS THIS OKURCAN
QUI EST CE OKURCAN
WER IST DIESER OKURCAN (ja ich bin şayze)
kurcaladı dimi??
Aslında bu yazı yapıcı bi eleştiri niteliğinde de olabilir biraz zorlarsan
Burdan sevgili "Okurcan"larımıza seslenmen istiyorum gösterin kaç kişi olduğunuzu pasif değil aktif okurcan olun benim gibi olmayın mahavisu fermiyum angie gibi falan olun konuşun tartışın hoplayın zıplayın dans edin (gerçi bunun pek bi yararı olmaz bize ama) napın edin ama varlığınızı gösterin. Yoksa benim gibi sizlerin hayali kahramanlar olduğunuzu düşünen yazar sayımız çoğalcak ki bu da istemediğimiz (istemediğiniz) bişey dimi??
Haydi gösterin kaç kişi olduğunuzu ama bizkackisiyiz.com'a girerek değil olduğunuz yerde bu yazıya veya tercihen daha anlamlı olan bi yazıya yorum yazın bişeyler yapın gösterin kaç kişi olduğunuzu!!!!

SEVGİLER SAYGILAR...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Milliyetçiliğin Kurşunları

Müsamerelerin vazgeçilmez bir şarkısı vardır. “Bütün dünya buna inansa” diye başlar, insanların el ele tutuştuğu bir dünyadan, hayatın bayram olacağından bahseder. İlkokula bile gitmeyen çocuk, daha ırkçılık, ayrımcılık ne demekmiş bilmezken sahnede inanılmaz bir coşkuyla bu şarkıyı söyler. Dünyada olan bitenden habersiz, hiçbir şeyin tarihini öğrenmemişken; zamanında “farklı” insanlara ne zulümler işlenmiş, ne soykırımlar yapılmış, sayısız insan sırf farklı olduğundan nasıl ölmüş bilmezken, yuva öğretmenlerinin onlara öğrettiği bu “çocuk şarkısını” seslendirir.

Aynı çocuk daha sonra ilkokula başlar. Okuma yazmayı öğrenir, ancak gazeteler onun için fazla karmaşık ve anlaşılmaz olduğu için hala dünyayı bir çiçek tarhı zannetmektedir. Adı Hayat Bilgisi olan masum bir derste, trafik kurallarını, aile fertlerini, bitkileri, hayvanları öğrenir. Evet, ölümden de haberdardır, savaşın vahimliğini bilmektedir; nasılsa bu çocuğa Kurtuluş Savaşı da anlatılmaktadır. Zaten aynı çocuk birkaç sene sonra Sarı Zeybek’i izlediğinde gözyaşlarına boğulan milyonlarca ufaklıktan biri de olacaktır.

Büyüdükçe gözleri açılan bu çocuk, dünyanın suluboyalarla boyanmadığını anladığında hayal kırıklığına uğramayacak mıdır? “Peki, ama neden öldürmüşler o kadar insanı? Neden yapmışlar bunu?” diye anne babasına yönelteceği sayısız sorunun cevabının aslında olmadığını anladığında; dünyanın ne kadar saçma bir düzenle işlediğini, ne kadar adaletsiz olduğunu fark ettiğinde birini suçlamak istemeyecek midir?

Evet, bahsettiğimiz bu çocuk etrafında olan biteni sorgulamayı başarabilir. Peki diğerleri ne olacak? Bir başka çocuğa Rum komşusunun seviyesiz, Kürt komşusunun değersiz, Ermeni komşusunun ahlaksız olduğu söylendiğinde, ne düşünecek? Hayata dair aslında hiçbir şey öğretmeyen Hayat Bilgisi kitaplarında sadece laftan ibaret olan eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, barış gibi kavramları nasıl uygulayacak? Çevresindekiler tarafından, ona kendisinin başkalarından üstün olduğu inandırılmışken, o çocuk nasıl saygı duyacak? Nasıl hoşgörüyle yaklaşabilecek? Nasıl değer verecek?

Bu çocuk daha da büyüyüp adam olduğunda, belki de kendine Atatürkçü diyecek. O’nun ilkelerine ne kadar bağlı olduğunu, O’nu ne kadar derinden sevdiğini saydığını söyleyecek. Bu ülkeyi Atatürkçülüğün kurtaracağını ekleyecek, ama sarf ettiği hiçbir sözün gerçek anlamını bilmeyecek.

Aynı “adam” sokakta yediği üç beş kurşunla susturulanların cenazesine katılanlara vatan haini diyecek, “Türk bayrağı ve katil” adlı gurur (!) tablosuna bakıp hiç de pişmanlık duymayacak. Aynı “adam” ecnebi, gâvur diye çağırdığı insanlarla yüzyıllardır aynı topraklarda yaşadığını, aynı havayı soluduğunu bilmeyecek. Bilse de hatırlamayacak. Hatırlasa da önemsemeyecek. O, belli kesimlerin aklına soktuğu düşüncelerin rehberliğinde, kendi ülkesinin insanını dışlamaya, hor görmeye devam edecek. Milliyetçi olduğunu, milletini sevdiğini iddia edip; kendi milletinden insanların canına kıyacak.

O ve daha bir sürü “adam” içlerine nefreti pompalarken, geri kalan herkes ne yapmalı? Peki ya “diğerleri”? Farklı olanlar? Başka yerden gelmiş olduğu için suçluluk duymaya zorunlu bırakılanlar? Sırf ona yapıştırılmış bir etiket yüzünden hayatı zehir olanlar? Peki ya güvercin tedirginliğinde yaşayanlar? Ne yapmalılar?

17 Ocak 2009 Cumartesi

bir küçücük osmancık'ın Gerçek Yüzü



bir küçücük osmancık: (aa kim üşenmiyip bana sizin bıloğa yazı yazmam için gerekenleri yapar? bknz: yüzsüzlük)
Angie: BEEEEEEEENN!
Angie: ama yazıcan?
Fermium: yaz valla
bir küçücük osmancık: hee yazmıızam size iş çıksın die istiorm manyaım ben

Efendiiiim.. Az önce okuduğunuz sözler bir emesen konuşmasından alınmıştır, tarihlerimiz 26 Ağustos'u göstermektedir.
Parçanın ana düşüncesi ise, kendisinin de belirttiği gibi, bir küçücük osmancık'ın manyak olduğudur.
Saygılar efendim.

dinle çekirge

Lleaf And Stream - Wishbone Ash
Rain - Jose Feliciano
Hole In My Soul - Aerosmith

Stand Up And Shout - Dio
Cat Food - King Crimson
Fairy Tellers Master Stroke - Queen
Communication Breakdown - Led Zeppelin
Echoes - Pink Floyd
Congratulations - Rolling Stones

Junk - Beatles (arkada mızıldanan insan sesi var)
Beatiful Occupation - Travis
Ain't No Fun (Waiting Round To Be A Millionaire) - AC/DC

I Can Hear Music - Beach Boys (Freddie Mercury versiyona remix falan şeyetmişler)
Holiday - Scorpions
Poison - Alice Cooper
Voodoo Chile - Stevie Ray Vaughn (Jimi Hendrix'in şarkısı evet)
Is This Love - Bob Marley And The Wailers
King Of Dreams - Deep Purple
Night And Day - Stan Getz (süper caz bu)

gördüğünüz üzere bi garip bi şeyler oluyo (dimi kolombus AC/DC, Dio, Alice Cooper falan görücez bakalım)


saygılar

11 Ocak 2009 Pazar

Meraklısı için öyle bir hikaye

Yazan: Sait Faik Abasıyanık
Uyarlayan: Savaş Dinçel
Yöneten : Ergün Işıldar
Dekor ve Kostüm Tasarımı: Ergün Işıldar
Işık Tasarımı: Özcan Çelik
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Köstüm Uygulama: Hacer Duran-Onur Uğurlu
Dekor Uygulama: Gökhan Usanmaz
Müzik: Ömer Göktay


Oynayan
Naşit Özcan


Hişt diyor Sait Faik.. Bir “hişt” sesi. Nereden gelirse gelsin, size varlığınızı hissettirir, yalnız olmadığınızı hatırlatır…


Naşit Özcan, sahnede yalnız başına. Bir klarnetçisi var yanında ona eşlik eden. Konuşuyor, anlatıyor.. Sait Faik’in ağzından onun dizelerini, yaşadıklarını,yalnızlığını,paylaşmak istediklerini..Ama yalnız işte, bir hişt sesi bile önemli bir şey onun için. Sokakta yürürken, insanları, dünyayı izlerken.. Bir hişt sesi bile orada olduğunu hissettiriyor, mutlu ediyor onu.

Bir martı ile konuşmasını anlatıyor, ona şiir yazıyor.. Sonra adadaki anılarına geliyor sıra. Alıyor rakısını çerezini, mezarlığa oturuyor.. Tam da Hüseyin Avni’nin mezarının karşısına.. E adam yalnız ya tabi, başlıyorlar konuşmaya.


Sonra, sıra geliyor yağmurlu bir akşamda yaptıklarına..Bir hayvana doğayı, insanlığı anlatıyor. Bir kadın görüyor, göremiyor aslında. Yüzünü bile görmediği bir kadın o, ama onun için çok değerli, hissediyor. Onun için yazıyor hemen oracıkta. Sokakta gördüğü susam satıcısının ufak hikâyesinden neler çıkartıyor kendine. Yalnızlık böyle bir şey.. “ Bir anam destekledi beni” diyor, o bile yeterli aslında onun için. Çünkü mutlu halinden, içkisi, defteri kalemi… Ona yetiyor bu saydıklarım, belki de yetmiyordur ama kim bilir… Hişt diyor tekrar, tarladaki adama hişt diyor, tek isteği o adamın da kendisi gibi hissetmemesi.


Tek kişilik bir oyun “Meraklısı için öyle bir hikâye”, giderken sıkılır mıyım şüphelerim vardı biraz, ama oldukça güzeldi... 2 sene önce vefat eden Savaş Dinçel’in Sait Faik Abasıyanık’ın anılarından uyarladığı bir çalışma.. 15 sene önce oynanmış, bitirilmiş. Bu sene şehir tiyatrolarında tekrardan, başka bir değerli sanatçımızın ağzından dinliyoruz, Faik’in hüzünlü hikâyesini. Eğer edebiyata veya tiyatroya birazcık bile ilginiz varsa, hatta yoksa, ne yapın edin gidin, görün bu oyunu.. Çünkü hepimiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz.. Yapayalnızız..Yazımı da en iyi oyundan şu alıntı ile noktalayabilirim herhalde :


Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de, nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmiyorsa fena işte. Geldikten sonra ise yaşasın çiçekler, yaşasın böcekler, yaşasın insanoğlu… Yaşasın dünya ! Hişt… Hişt…

2 Ocak 2009 Cuma

How I Met Them All: 28 Aralık.

(editsel: başlığı değiştirdim, güzel oldu.)
28 Aralık'ın anlam ve önemini bilmeyenler için, henüz 28 Aralık gününün hayatımıza kattıklarının farkında olmayanlar için bir kez daha tekrar edelim o günün Fermium'un doğumgünü olduğunu.

Şimdi kendisi nasıl doğduğunu ve pis pis ağladığını ve babasının onu kucağına aldığında ilk ne dediğini filan anlatabilir. Ama ben hikayenin bildiğim kısmından başlıycam.

Şu anda adım eğer Angie'yse, şu anda Bebek'te yürürken 'All My Loving'i söyleyebiliyorsam, şu anda Beyoğlu'ndayken insanlara hikayeler uydurabiliyorsam, çimlere uzanıp bulutları şekillere benzetebiliyorsam hepsi Fermium sayesinde. Ben neysem, o'yum; çünkü hayatıma Fermium girdi.

Sadece o da diil, ama onun eşliğinde gelen birsürü insan oldu. Dolaylı yoldan tanıştırıldığım onlarca insan, hayatımda çok büyük yer etti.
Mahavishnu'yla olan tanışma hikayem de torunlarıma hazır rafta bekliyor (How I Met Mahavishnu) ama konu 28 Aralık'ken ben başka şeylerden bahsetmek istiyorum.

Herkes gibi doğumgününü kutlayan bi insandı Fermium. O zaman da bir sürü insanı biraraya getiricek, tanımayanları birbirine tanıştırıcak bi gün ayarlamak istedi. Ki başardı da.
Gün sonunda ileride süpersonik günler yaşayan süpersonik bir grup insan haline geliceklerini bilemezlerdi ama.

Gün gayet normal ilerliyordu. Fermium, Mahavishnu, Angie, bir küçücük osmancık ve Derin McDonalds'ın özel parti tabaklarında kestaneli pasta yerken sohbet ediyolardı, güzeldi eğlenceliydi. Hava gene buz gibiydi.

Birkaç saat sonra bu gruba Jude'da katılmıştı. Garip bi tanışmaydı doğrusu; havadan sudan, Angie'nin o zamanlar henüz izlememiş olduğu Star Wars'tan bahsediyolardı. Jude baya koşmuş ve yorulmuştu. Hava da kararmıştı, eve dönmek lazımdı.
Gün gayet de normal bitmişti.
O günü önemli kılan, Jude'du.

Angie -şu anda kendi adıma konuşuyorum ama diğerleri için de aynı şeylerin geçerli olduğundan eminim- Jude gibi inanılmazsonik bir dostla tanışmanın değerini sonra sonra anlayacaktı; ama o gün onunla tanışmışlardı sonuçta.

Evet sevgili blog ahalisi... Ben kendi hikayemi anlattım, burdan sonrasını devretmek istiyorum. 2008'e gelindiği zamanı da başkaları yazsın. 27 Aralık gününü (evet maalesef bu sefer 27'siydi) ve süprüzü ve maceraları da bi başkası anlatsın. Kadıköy'de geçirilen 5 saati Jude'dan, Cumartesi akşamı yaşadığı travmaları (!!!!)da Mahavishnu'dan bekliyorum :) (Ölürüm de anlatmam.:))Yazmasanız da olur gerçi, ben heves ettim sadece...
Seviyorum hepinizi...

dibebirnot: Buradan da ısrarla atkı-bere kullanmayan, üstüne hasta olan ve üstüne yağmurda sırılsıklam olan Jude'a seslenmek istiyorum! Geçmiş olsun. Ama elimden kolay kurtulamıycaksın. Atkı-bere.




Yıl 2007, gün 2008 aralık;

muhtemelen çok gereksiz bişeyler için kadıköye gitmiş, gereksiz işimi yapmış, saatin 4 küsür olduğunu farkedip eve dönmeye kadar vermiştim. bi yandanda düşündüm hani ya bugün Fermium'un doğum günüydü değil mi ? hıı öyle olcak... diye.

akabininde telefonum çaldı, açtım, Fermium'muş. hadi kalk gel bağdat caddesindeyiz biz doğum günü yapıyoruz dedi. bende "kımkım ya tamam bakarım yaa" dedim.(bkz: üşenmek)(bkz: eve gidip ayaklarını uzatmak istemek)

direncimi kırdım ve 4 numaralı otobüse binmek suretiyle olay yerine doğru yola çıktım. bi yandan da düşünüyorum "ya kim varki şimdi orda öfff... kimle tanışçam ben he ? kim bunlar ? ya ben eve gitmek istiyoru yaa"(bkz: bıdıbıdıbıdı)

bu kısımları an be an hatırlıyorum zira hafızamda derin izler bıraktı:

"derin'in locistik desteğiyle birlikte çiftehavuzlar durağında inen Jude, sahil yolunu bağdat caddesine bağlayan ilk yoldan yukarı saptı ve elleri cebinde tıpış tıpış ilerledi. yolun yarısına geldiğinde karşıdan Fermium ve "diğerleri" (oha çok Lost olmuş?!) olarak tanımladığı 3-5 insanın ona doğru yürüdüğünü farketti:
-kim ki bunlar ? şu Fermium işte heh. arkada derin var... ama... şu diğerleri kim ki ? sarı saç falan... allahalla *-)... neyse bakalım neymiş ne diilmiş...
Fermium: piişt geç kaldın "pöf". ama bak burda kimler var. ehehehe :D
Jude: ya pardon ya işte şey yaptım sonra bidide bidide ardında hebele hübülü en sonunda bilibilibili...
Fermium: tamam neyse... bak sen burda kimler var
ben boylarında bi kız(daha sonradan Angie): hey selam ben Angie:)
Jude: *tokalaş* ben Jude memnun oldum. :)
siyah saçlı ben boylarımda biri(daha sonradan siyah/polis/japon/sakso Mahavishnu): bende Mahavishnu meraba memnun oldum :D (sana buradan değil alttaki satırlarımdan okkalı bir karşılık vericem bekle az:))
Jude: eheh meraba bende menun oldum :D
sarı saçlı olan(daha sonradan bir küçücük osmancık): meraba bende bir küçücük osmncık ehiehieihe :D:D
Jude: oooo 3 tane olduk :D"

(edit yapan bendenizin yorumu: şimdi burdaki adları niklere çevirdiğimiz zaman pek anlamlı olmadı ama en azından bilmeyenlere şu kopyayı verelim: Mahavishnu, Jude ve bir küçücük osmancık'ın gerçek adları aynı efendim. Hepsine mesela Hüsnü (nee Hüsnü mü???) diyebilirsiniz. Bu durumda "eheheh meraba ben de Hüsnü eheheh"ler daha anlamlı oluyo sanırsam:D)



günün ilerleyen saatlerinde:

Angie: ya ben seni bayağı duydum ya :D
Jude: bende seni çok duydum valla :D:D
(o sırada Fermium: ehehehe:D)

ilk intibalar: hıı evet Angie duymuştum ben bunu iyiymiş ehehe :)
buda iyi konuşuyo valla muhattap olmayı iyi beceriyo :D(Mahavishnu)
bu pek konuşmuyo *-) ? ama iyi gülüyo: ehieiehiei:D
diğerlerini biliyom zaten."

gün böyle gitti bitti, ama çok iyiydi süperdi zira daha önce hiç bu şekil arkadaşlarım olmamıştı. Ve hani kıymetini bi 5-6 ay sonra anlayacaktım, ama o gün bile bunlar farklılar ya diye farketmiştim bir kısım birşey. Bu noktada (biçok yerde yaptığım gibi) fermiuma çook büyük teşekkürler şeyediyorum beni bu insanlarla tanıştırdığı için, beni çook değiştirdiniz ve geliştirdiniz her yönde, mükemmel insanlarsınız hepiniz ayrı ayrı, çok seviyorum sizi. Kalın sağlıcakla... :)

ehe.. çok abarttılar okurcan (okurcan yok yahu.Azıcık var.Biz bizeyiz rahat olun çocuklar birer viski koyun kendinize.Eh Jude? Beyaz ticareti(kadın diil drugs olan) nasıl gidiyor ha? Punçinellolar sorun çıkarıyor mu?)-Dont ask me why.Don't know.

Mahavishnu signs in:

Hani insanın ortalama 60 yıllık basit ve alayına klişe hayatında bazı dönüm noktaları vardır ya,onlardan birini anlatacağım ben de.Hatta eminim ki bir gün "How I met your mother" derken çocuklarıma(evet 2 tane olacaklar bi kız bi erkek hıhı) bu sayfalardaki insanların adı da bol bol geçecek.Hayatımda yer ettikleri kadar yani. :)

Benim dönüm noktam çook gerilerden başladı-[ölümcül paragraf
(aslında dönüm noktası yoktur değil mi hayatta yaptığımız en küçük hareket dahi zincire takılan başka bi zincirdir öff neyse. (bunu bi ara yazarım ben şimdilik yazıya öyle girdik diye dönüm noktası dicem,sonra kendi tükürdüğümü yalarım(tiksindiren ata sözleri part 1)))-çok fazla paragraf iç içe olmuş be]Derin ile tanışıp onun önderliğinde Angie ve Fermium ile tanışmama kadar olan kısım çok anlatıldığı için sonrasından devam edeceğim.

Bu blogun,bu "güzel ve harika arkadaşlık" sıfat tamlamasını yakıştıramadığım derecede samimi birlikteliğin sorumlusu benim evet.(aha kendine pay çıakrdı hemen it!)Bugün Jude bana Sakso lakabını takabildiyse-ki kendisi benim enstürmanımla dalga geçeceğine neden evine davet ettiği her arkadaşını çıplak karşıladığını açıklasın ehem-Benim gayet klişe(hani sevmiyoruz ya klişeyi)Angie ve Fermium insancıklarına bir yerde kahve içelim sanal arkadaşlık nereye kadar dememle başladı.

İkisinin de gayet iyi bildiğini sonradan fark ettiğim ve artık boykot ettiğim mekanda bir araya geldik.O gün neler hissettiğim konusunda emin değilim;ama kapının önünde turkuaz balıkçı şapkası ile öff pöff diyerek bekleyen bir Fermium ve ardından kan ter içinde "pardon geciktim" parolasını kullanarak aramıza sızan Angie(Sen de ne giyiyodun biliyorum gücenme sadece gerek duymadım kullanmaya:))aklıma geldikçe gece kumsala uzanmış gibi hissedersiniz ya kendinizi -serin bir rahatlık ama aslında çok sıcak- öyle hissediyorum.

Sonrası Jude tarafından anlatıldı üst satırlarda.Oralara girmiyorum.Sadece bir senedir tanıdığım bi' adama hayatımın en zorlu dönemlerini anlatabilmek,ondan yardım alabilmek ne bileyim ilginç.Aslında işin garibi hiç ilginç gelmedi çünkü Angie nin tanımladığı gibi en iyi arkadaş rolu yapıp bir ay sorna bütün sırlarını afişe eden tiki kızlarınki gibi bir arkadaşlık değildi Jude'unki.(e tabii adam tiki kız değil nasıl olsun ki?-Or is he?)

"How I met your mother" başlıklı büyük hikayemi anlatana kadar,hayatımdaki ikinci önemli hikayeyi anlatmaya devam edeceğim.Ve nerede,ne zaman bir grup genç çimenlerde şarkılar söyleyen hipisel insanlara özenecek,ben orada hava atıp sonuna "evilish" kahkahamı ekleyeceğim.Hatta o insanlar bayana kadar onlara "dostlarımla nasıl tanıştığım" başlıklı hikayemi anlatacağım.

Benim sadece içimden geldiği için yazdığım ve Fermium'un büyük bir incelikle benimsediği bir cümle yetiyor bana.

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir. Demiştim.Şimdi o ince ruhlu eti puf şablonlu(?!) insanın içini belki biraz daha hafifletmek için ekleme yapıyorum bu sözüme:

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir.O azmanı nasıl doldurduğundur.Binlerce kilometre uzakta olsa bile varlığından haz duymaktır.Turkuaz balıkçı sapkasını,kıskanılan gözlükleri ya da smiley dolu "hipisel" bandanayı,free hug tişörtlerini hatırlayıp gülümsemektir.

Diyorum.Kendime güvenerek.Bu sefer güzel oldu.Valla bak...

Bir de yılbaşı kartı için teşekkür^^.