28 Ağustos 2009 Cuma

26 ağustos

güneş ince bir şerit halinde suratına vurdu. ayağa kalktı üzerindeki hayali tozları silkeledi. takıntıları olan bir insan olmasından dolayı açıklayamadığı garip davranışları tekrar etti. kapının eşiğinden geçerken sol adımını atmadığı için geri dönüp sol ayağıyla mutfağa girdi.


sandiviçine sırayla domates peynir marul ve peynir koydu, peçetelerle ve streç filmle tekrar tekrar sardı. şekerini fazla koyduğu çayını musluktan aşağı boşaltıp yeni bi bardak koydu kendine. odasına gitti.
pijamalarını çıkarıp katladı yastığının altına koydu. katlı kıyafetlerini alıp giydi kendince hızlı olmasına rağmen yine de geç kalıyodu.


aceleyle çayını ve sandiviçini kaptı.
tam kapıdan çıkarken sarsak ellerinin tuttuğu kupadan birkaç damla halıya düştü, anahtarlığın yanına sandiviçini ve kupasını koyarak ve kapı eşiklerinde sol adım atarak ıslak bi bezle halının rengi açılıncaya kadar halıyı sildi. sonra ellerine bulaşan deterjan kokusunu çıkarmak için tam 15 kere elini yıkadı.


elleri her zaman kupkuruydu kullandığı hiç bi nemlendirici ellerini doğru dürüst etkilemezdi. norveçli balıkçılardan çok daha fazla yıpranan kocaman damarlı elleri vardı ve bu kocaman eller görünüsüne hiç uymayacak şekilde daima titrerdi.


kahvesini ve sandiviçini trafikte yiyerek işine vardığında saat dokuz buçuk olmuştu. patronu sinirli bir şekilde kapısında bekliyordu. mesai saatinin 7.30 olduğunu işe hiç bi zaman vaktinde gelemediği azarını kimbilir kaçıncı kez işitiyordu.


kapısını araladığında güzel bir elbise giymiş genç bir bayanın masasında oturduğunu gördü. kendisine uzun zamandır diş bileyen bir iş arkadaşı kıza bilgisayarda onun yaptığı işi gösterirken koluna hafifçe dokunuyordu.
o anda içinde öyle bir şey oldu ki sanki kız sevgilisiymişçesine içeri girip o sevimsiz ve sadece karşı odada duran boyunsuz herifi öldüresiye dövmek, suratını dağıtana kadar yumruklamak istiyodu. kocaman elleri ve o vardı sadece . ellerine baktı, her zamanki titrek terli ellerine.


geri döndü sağ adımıyla girdiği için asansörden çıktı. bi başkasına bindi arabasını hiç tanımadığı bi yere sürdü.
yanlız ve rahat olabiliceği bi yere. en azından bunu ümit ediyordu.. benzini bitene kadar gitti. deposu neredeyse dolu olduğu için hava karardığı zaman ıssız bi yerde bitivermişti benzini tabi aklına hiç gelmemişti ibreyi konrol etmek.


yanlız kalmanın verdiği heyecanla sandviçten başka bişey yememişti bile. tamamen ıssız olan yolda arabasının üzerine yatıp yıldızları seyretmeye başladı. bi müddet böyle devam etti. sonra uzaktan bir uğultu duyuldu. bi tır geliyodu. eliyle işaret yapınca koca tır duruverdi.



şöför ne istediğini sordu, kente gitmek istediğini söyledi. son zamanlarda otostopçuların şöförleri öldürmesi çok gündemde olduğundan şöför adamı almak istemedi. ne de olsa ceketinin altında herşey olabilirdi..
ceketini arabanın üzerine koydu ve tırın sürücü koltuğuna atladı. henüz 100 metre gitmişlerdi ki karşılarına bir geyik fırlayıverdi..


acı bir fren sesinden sonra bir el silah sesi duyuldu.


şöför aşağı indi 100 metre geride kalan cekette cüzdanı aradı bulamıyınca kulağının arkasından bir maymuncuk çıkardı ve teker teker arabadakileri tıra taşıdı. tırın arkasına hepsini özenle dizdi. silahı güzelce silip otostopçuyu arabasına taşıdı ve silahı özenle eline yerleştirdi. bütün işlerini bitirdiğinde şafak söküyordu.


tıra binmek istedi ama önce sağ ayağını kullandığı için inip tekrar bindi. tırı çalıştırdıktan sonra açık mavi gözleri yol kenarında görebiliceği otostopçuları aramaya başladı.

Hiç yorum yok: