7 Nisan 2009 Salı

Gün Olur

GÜN OLUR

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.

Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.

Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!..

Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...

Orhan Veli



Bitkindi. Tartışmaktan mı yorulmuştu, fazla düşünmekten mi? Yoksa yaşamaktan mı? Bu en fenası olurdu. Yaşamaktan yorulmak, bitkin düşmek. Oysaki hayat ne de güzeldi! Güneşin yüzünü okşayan elleri, her seferinde başka bir ezgiyle kıyıya kavuşan dalgalar… Hayat çok güzeldi; ama güzel olduğu kadar çileliydi de.

Onun aklında hep bir düş vardı. Uçsuz bucaksız denizin ortasında, gün doğumunda yakalayacaktı kendini. Belki dün akşamı güvertede yıldızların altında geçirmiş ve sabahı güvertede karşılamış olacaktı. Belki elinden bir önceki akşamdan kalmış bir içki şişesi düşecekti. Belki güvertede düşünerek sabahlamış olacaktı. Güneşi belki de lombozların ardından izleyecekti. Ne olursa olsun o kırmızıyı, o turuncuyu, o maviyi, o moru görecekti ya; öncesi umurunda olmazdı bile.

Varsa, uyku mahmurluğunu üstünden atmasının ardından, küçük kayığına binecek, kürekleri ıskarmoza bağlayacaktı. İlerleyecekti ıssızlıkta, yanından belki bir iki balık geçecekti. Kolları nereye gitmek isterse o yöne kürek çekecekti, o yöne gidecekti. Sonra duracaktı. Denizin ortasında, herkesten ve her şeyden uzakta…

“Teknemde oturur, teknemde uyur, teknemle gezerim. Karnımı balıkla doyururum,” diye düşünürdü hep. Ne de olsa şu ölümlü dünyada uykudan, gezmekten; ha bir de balıktan, mezeden, rakıdan çok sevdiği bir başka şey yoktu.

Tek bir şey daha istese, bu düşü olduğundan, olabileceğinden daha da güzel kılmaya uğraşsa; bir de sevdiği kadını isterdi yanında. Ama bunu öyle çok sık düşünmezdi. Yıllar yılı alışmıştı; yalnızlığa da, hayatından gelip geçenin çok olmasına da. Bir kadını düşüne dâhil edip etmemeyi pek de umursamazdı. Arada bir, yalnızlıktan iyice bunaldığı zamanlarda, içini çeker, bir seveni olsun isterdi. Sonra bu düşüncelerini bir şekilde dağıtır; hayatına da, düşüne de olduğu gibi devam ederdi.

Boğaz’ı seyre daldığında hep bunu düşünürdü işte. Karşı kıyıdaki evleri seçebildiği bu küçük ama olağanüstü Boğaz’dan ayrılıp; daha derinlere, daha uzaklara gitmeyi hayal ederdi. Balıkçılara bakar, onları özleyeceğini düşünürdü. Aklına Taksim’in telaşını getirdiğinde, yüzünde buruk bir gülümseme belirirdi. Sonunda bir martının acı çığlığıyla kendine gelir, düşünürdü acaba martılar benimle gelirler mi diye. Sonra balıkçılardan medet umarak tepelerinde daireler çizen martılara döner sorardı: “Hakikaten gitsem, beni özler peşimden gelir misiniz?”


dibebirnot: Geçen sene Türkçe dersi için yazmıştım ama derste okuma fırsatım falan olmamıştı. Bilgisayarda dolanırken buldum, koyayım dedim...

5 yorum:

Fermium dedi ki...

ohaa.. geçen sene türkçe dersiniz varmıydııı?
bide güzel olmuş tabi

kısa öyküler
angie onakadaruyur

kitabın başında imza

fermi'ye sevgilerle
nutellalı kruvasan..

Mahavishnu dedi ki...

Acaip Sait Faik havası aldım,hoşuma gitti. :)

angie dedi ki...

ehehe teşekkür ederim:):)

Anonimos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Anonimos dedi ki...

Yüksek Merciilere Çok Teessüf Fışkırtıcı Mektup...

bıdıbıdıbıdı cık cık cık cık
bir OSDM takipcisi olaraktan
2 haftadır yazı görmüyorum!
hangi Angie yi anladık!
dierlerinin mazereti ne?!
yoksa yoksa....
yoksa OSDM unutuldu mu?
sıkıldınız mı yoksa?
ama biz OSDM okuyucularına yazık değil mi?
her blog a girdiğimde hayal kırıklıklarıyla sayfayı kapatıyorum... zaten kimsecikler bu sene yazı yazmamış doğru düzgün geçen seneye göre...

çok sayglarımla...