30 Haziran 2009 Salı

Such A Lovely Place, Such A Lovely Face (!!)


Yorgundu. Rahatlıkla diğerlerinden ayırabilmek için valizine bağladığı turuncu kurdelaya ilişti gözü. Yorgundu. Kurdela da çok turuncuydu.

Valizini sürükleye sürükleye götürdüğü otel odasının kapısını araladığında nelerle karşılaşacağından bihaber içeri girdi. Çiçek desenli yatak örtüleri, kimsenin asla kullanmadığı otel gardırobuyla uyumlu gözüküyordu. Banyo kapısı 70lerden bu yana açılmamış gibi dursa da idare ederdi. Asıl şok ise odaya uykulu gözlerini iyice açtıktan sonra bakmasıyla geldi.

Kaloriferin üzerinden dalga dalga yükselen islerin duvarda oluşturduğu siyah modern sanat eseri tavana kadar uzanıyordu. İs izlerini gözleriyle takip ettiğinde karşılaştığı manzaraysa çok daha ürkütücüydü. Yaklaşık 3 aydır kimsenin rahatsız etmediği bir örümcek tavanda bir duvardan başlayıp köşeyi dönerek diğer duvara da yerleşen bir ağ örmüştü kendine.
Örümcek standartlarında malikane bile denilebilirdi.

Bir türlü kapanmayan ve aradan hava sızdıran balkon kapısını açtığında içeri hücmeden rüzgarla örümcek ağının dans ettiğini gördü. Daha korkunç olamazdı.

Kendisini endüstrisi gayet gelişmiş bir ilçede doğal hayatla bu kadar iç içe bulunca yüzünü yıkaması gerektiğinden banyoya yöneldi. Kapıyı açtığında gözüne ilk ilişen şey klozetteki derin çatlaktı. "Lanet olsun klozetimiz kırık" diye düşündü ama örümcek ağından sonra fazla önemsememesi gereken bişeydi o. Lavaboya yöneldi, zaten banyo da ufacıktı.
Suyu açtı, elini sabunladı, yüzünü yıkadı, suyu kapattı.
Suyu kapattığından emin olamadı, suyu kapattı.
Suyu kapattı, ama su lavaboda kalmakta ısrarcı davranıyordu.

Artık bir yetkiliyle görüşme vakti gelmişti.
Ama kimdi o yetkili?

Resepsiyonu aradılar, kat görevlisi sıfatıyla biri geldi.
"Klozet için bişey yapamayız, idare edersiniz" dedi.
Lavabo için 'Lavabo-Aç' getirdi.
Örümcek ağını gördü, baktı, inceledi.
"Haftaya badana yapılıcak diye duvarları ellemedik biz" dedi.
Evet, 3 aydır badanaya hazırlanıyor olmalılardı.
Süpürgeyi tavan boyunca sağa sola sallayarak örümcek ağından kurtuldu, ama parçacıklar nereye düştü asla bilemeyeceklerdi.

Bir hafta boyunca Angie iki kişiyle birlikte Merzifon Öğretmen Evi'ndeki bu odada yaşadı. Acınası durumları ilk 3 gün kimse odaya temizliğe gelmeyince daha da vahim oldu.
Kötüleşen durumları, onlar otelden ayrılana kadar banyoları ve dökülen saçların yerde yaptığı desenler temizlenmeyince iyice berbat bir hal aldı.
Sadece 21.00-00.00 saatleri arasında kullanılabilen sıcak su ise otelde kaldıkları son gece hiç akmadı. Sıcak su vanası çevrildiğinde musluktan gelen bir ti boru sesinden başka birşey değildi.

Artık evinde olan Angie, kendinden 3. şahıs olarak bahsederek bir blog yazısı yazma kararı aldı. Gün içinde uyuduğu tertemiz yatağı ve mükemmel banyosu ona büyük bir huzur verdi.

Ama Angie Merzifon'daki otel odasını, rüzgarda dans eden örümcek ağını, beyazdan kahverengiye dönmüş duş perdesini ve sıcak su yerine gelen 'tısss' sesini asla unutmayacak.


(Merzifon'la ilgili anlatmak istediklerim aptal bir otel odasıyla sınırlı diil tabii ki de. Yine de şimdilik böyle kalsın, ben de iyice uykumu aldıktan sonra daha güzel olan şeyleri yazıyım..)

29 Haziran 2009 Pazartesi

Fiiiiiuuuuuuvvv....

(Vahşi batı otunun boş sokaktan geçerken çıkardığı ses.Anladınız siz beni...)

22 Haziran 2009 Pazartesi

kim kim ama kim

eveeet bu kim döverden sonra finaller başlayacak! uu yes.

-- çılgın bediş --

vs.

-- furby --

20 Haziran 2009 Cumartesi

Kurgu 1


Ekim 2084/Edinburgh

Sigarasından derin bir nefes alıp geri kalan yarısını yere attı,botlarıyla ezip söndürdü.Havada inanılmaz bir nem ve ter kokusu hakimdi,kusmak istiyordu.


Az ileride arabanın içinde duran iki adamına baktı.Yeni temizlikçiler bunlar olmalıydı.
Tanrım...kaç yaşındaydı ki bu çocuklar?


"En fazla on dört on beş" diye düşündü.
Ellerinde silahları şen şakrak işlerini yapmayı bekliyorlardı.


Cama yaklaşıp tıklattı.Gençler tehditkar bir ifade ile camı tıklatana dönseler de kim olduğunu görünce arabadan çıkıp saygıyla selam verdiler:

-Bay Caine.William Caine değil mi? Özür dileriz efendim başkası sandık.

Çocuklara direktiflerini verip temizlikçi kıyafetlerini giymeleri için izin verdi.Bu arada kendisi de aracının arkasından torbaları çıkardı.Bunlar,büyük,siyah ve kesinlikle tekinsiz görülen torbalardı.

Torbaları dışarı yığmış,hazırlıklarını yapmışlardı.Kolay bir iş olacaktı.William'ın sevmediği türden yani.Ne zaman biri yaşamak için mücadele etmese,suçluluk duyardı yaptığından.

Etrafına baktı.Savaştan beri pek gelişmemiş,yıkıntılardan bozma bir kenarmahalleydi gördüğü.Şaşırtıcı değildi sonuçta.Adanın,Dünyanın her yeri bu haldeydi neredeyse.O'na ilginç gelen ise,genelin aksine toplu değil de tek bir temizlik yapacak olması idi bu akşam.

Düşünmedi,düşünmezdi pek.Bu "Cesur Yeni Dünya"da hayatta kalmasının tek yoluydu düşünmemek ve bir piyon olmak,işe yaramak... Kravatını düzeltti,ceketini ilikledi ve işaret verdi:

-İçeri giriyoruz.


DEVAM EDECEK,EDİYOR...
Hikayenin devamını www.barioo.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz. Oha çok pis müşteri çaldım.Ama kızmayın,millet kaçırmasın diye buraya koydum.

Notifikeyşın

Yorumlarda kelime doğrulama işkencesini kaldırdım,güzel günler bizi bekliyor :)

19 Haziran 2009 Cuma

Metro News One

Eh madem Fermium böyle mazaretlerimizi saydı, ben de bir iki bişey söyliyim de ondan sonra yazmadı demesin sevgili okurcanlarımız.

Şimdi efendim bir Topluma Hizmet Projesi için Merzifon'a gideceğim yarın 21.00 sularında, o yüzden 29 Haziran'a kadar internetten ve dolayısıyla blog'dan uzak olacağım. Onun dışında finallerim yeni bitti, yeni soluklandım, o yüzden şimdilik benden pek de birşey beklemeyin:)

Şimdi gelelim önemli mevzulara:

Mahavishnu goes solo.
Mahavishnu yıllar önce başladığı, ama sürekli ara verdiği ve bayadır yazmadığı Dream Country adlı blog'una geri dönmüş. Linkini sağ taraftaki Diğerleri kısmında bulabilirsiniz!

Çılgın Bediş vs. MysteryMan
Bir süredir OSDM'de devam eden, çocukluk travmalarımızın dövüştürüldüğü türlü round'ları takip ediyorsunuz diye düşünmekteyim. Artık Part One'ın sonuna gelmiş durumdayız ve kazananları kura sonucu belirleyerek diğer kazananlarla dövüştürücez. Ama bunun için son bir round yapalım diye düşündük, ben de daha önce hiç dövüş yaptırmadığım için tam karar veremedim kimler olsun. Yine de aklıma Çılgın Bediş geldi bi kere.

O yüzden sorarım sana blog ahalisi:
Çılgın Bediş'in karşısına hangi güçlü ve travmatik karakteri çıkartalım?

Önerilerinizi yorum kısmından takip edicem, en mantıklı (evet doğru ya bizim aylardır yaptığımız round'lar hep mantık çerçevesinde gerçekleşti) tercih hangisiyse onu blog'a taşıycam.

Şimdiden öpüldünüz okurcanlar, bir hafta sonra görüşmek üzere!!


bölüm 5

the mazeretler...

mahavishnu's side: ben kafa iznimi kullanıcam artık biraz entel adam olucam eski bloguma beklerim herkesleri

angie's side: yeaaaa banane yeeaa ben gidicem çocuklara bişeyler göstericem işim var bidi bidi bıkbık..

kolombus's side: elimize geçen bilgilere göre kolombus internetcafehakemliğine başladı. haftada bilmemkaçlira para alan arkadaşımız aa gelsene hadilerimize red cevabı verir oldu. yazsa keşke film milm bişey bişeyi yaz hakemlik yaparken günlük tut onu yaz diyip evine gönderiyoruz kendisini

jude's side: hmm ahh bacaklar.. gulp* tamam teyze geliyorum ooof of (anlayan anladı ehuehu)

osmancık's side: beeeeeeeeeaaaaa saçlarım uzun benim ööö

batticon's side: msn cik insanda en son hamburg yolcusu kalmasın gibi bişey yazıyodu yolcu da olabilir dalga geçiyo da olabilir..

beni sorarsanız okurcan ajandama bakmam lazım bi günüm boş kaldı o da haftaya cumartesi pazar onda da bavul hazırlıycam.
temmuz başında görüşürüz falan
eskiden zinde olurdum şimdi enerjim kalmadı. sündürüldük ey halkım unutma bizi (we love cemdinlenmiş)

saygılar sevgiler..

not: patates ne harika şey

9 Haziran 2009 Salı

aergkhlj..


-şu çiçeğin adını bulana benden bi dondurma!


- kitaplığımın en üst raflarında kutsal kitap olarak Yüzüklerin Efendisi üçlemesini bulunduran insan bitanesin sen!


- şu şampuan, cif gibi sabunsal hedelerin kapaklarının yanında kuruyup tortulaşan kalıntılar görünce içim bir fena oluyor, başım dönüyor, midem kalkıyor, hop oturup hop kalkıyorum ne desem bilemiyorum.


- geçen gün otobüste gidiyordum. körüklü tabiiki. e körüklü olunca tabi ki körükte duruyorum gitmiyorum. Geçen gün bir teyze geldi yavaş yavaş geldi, durdu yanımda, onun yanına başka bir teyze derken bi başka teyze daha tabi yer vereyim diye kaydıkça kayıyorum. derken şöför demez mi arkaya ilerleyelim diye bibaktım teyzeler beni yola sürüklemişler, arkamdakiler "bi gitse de ilerlesek artık" bakışları atıyolar bana hemen tee arkakapıya koştum. acıbadem civarındaydım angie'yi andım. ama teyzelere çok kalbim kırıldı. ayakları şişesiceler, sesi büzüşeciseler. ucuzluktan terlik bulamayasıcalar.


-kirazın gelmesi demek çok mutlu olmak demek okurcan. kiraz mevsiminde küsler barışır, çöpler değişir. dünya güzel bi yer olur. herkes küçüklüğünü hatırlar. 8 yaş altı kızlar kirazdan küpe yaparlar 48 dakika boyunca onlarla dolandıktan sonra anneleri kızar ve kirazlar yenir.


- sen hiç yumurtayı kucağına alıp bi gün boyunca bekledin mi, ben bekledim. evet çünkü küçükken çok salaktım. halbüse al bi kuluçka makinesi, ne dert kalır ne tasa...


- nerede bir beyaz lacoste giyen var orası şenlikli, çünkü beyaz lacoste'lu hep güler, çok güzel dişleri olur. tombiktir o hafif.


- başkasının dinlediği müziğin melodisini duyabildiğinde bir led zeppelin dinlediğini bir queen dinlediğini anladığın an çok mutlu oluyosun bence. karşındakinin elini tutup hayatı boyunca çok başarılı olucağını, istediği herşeyi yapabiliceğini söylemek istiyorum. ama gülümsüyorum ya aslında diğer türlü yapmak lazım.


- ve evet sen eğer sen o unuttuğu bademi cebinde bulan insansan, çok mutlu olduğun çok bariz


- if you hear a crack by the time you step and if you turn and examine the wreckage to see if it was a snail, i think you have pink cheeks, and a marvellous heart


not: neden sonu ingilizce yazdım çünkü wreckage ve marvellous yazması çok keyifli..

8 Haziran 2009 Pazartesi

Dr. Strangelove or How I Learned To Stop Sleeping and Study for the Finals


Pazar günü evden bir kare.
Cumaya kadar böyleyiz...

5 Haziran 2009 Cuma

through the roof..



"who could think of a better punishment. everything is the same just a little worse". gerçekten de aklıma daha iyi bir ceza gelmiyor. dikkat bu yazı yüksek miktarda spoiler içerir. izleyecekseniz okumayın.
"for those who haven't seen the movie yet i'll write another entry soon."



gülümseyemeyen insanlar, yıldızların dahi olmadığı kapkara bir gökyüzü ve sadece o an önemsiz olduğunda yapabildiğiniz ufak mucizeler.. filmi eğlenceli kılan bi dolu şeyden bahsetmeden önce bu ufacık detaylar bile inceden inceye düşünülmüş. filmin başında tom waits in çatal sesiyle plaktan çalınan "dead and lovely" filmin atmosferini zaten en baştan belirliyo. ama zia'nın intihar etmeden önce hertarafı silip tam da ölüm anında hafifçe uçuşan bir toz yığını.. evet evet çok büyük bir hüsran. avusturyalı patron/ev arkadaşı ise zia'nın yeni soluk dünyasını daha da oraya uygun yapan insana bıkkınlık getiren bi adam. neredeyse barney ve ted'in tanışması tadında eugene'le tanışması. bütün ailesinin burada olması. akabinde eski sevgilisinin de intihar ettiğini öğrendiğinde suratında bir mimik oluşamaması gülümseyememesi. koltuğunun altında karadelik olan ve farları yıllardır çalışmayan bir arabayla gogol bordellosal şarkılar eşliğinde dolaşan eugene ve zia enteresan bi otostopçuya rastlarlar. arabanın karadeliğinde kaybolan gözlükler eşliğinde bi yolculuktan sonra mikal kızıp gider. ama olsundur gene rastlaşırlar desiree'nin izini sürmeye devam ederlerken farlar çalışır ve yolda yatan kneller'ın kampına giderler. garip garip insanlarla tanışırlar. kneller'in köpeğini bulmak için çıktıkları yolculukta zia ve mikal deniz bulurlar(ehehaha). köpek yüzünden bi salakla muhattap olurken zia desiree'yi görür.. anlaşılan o ki desiree kafayı sıyırmıştır. zia bu aptal kızı ararken aslında mikal'ın ne kadar hoş biri olduğu şimşekleri çakar. ama bahsi geçen salak adam intihar edip helecanla beklediğimiz kneller(tom waits) in gelmesine sebebiyet verir. kamp dağılır bilmemne..
miğnvayıl mikal sürekli aradığı yöneticilerle konuşup dünyaya dönmüştür.. sabah zia eugene'in arabasını kullanırken karadelikten süzülür ve hastane'de uyanır. yanında mikal. film boyunca ilk defa karşılaştığımız o güzel bir çift sırıtış.. olması gerektiği gibi bitemeyen güzel bir masal

tam türkçe bi adı olamayan bir film wristcutters (bilekkesenleri saymıyorum). elimizde gerçekten kaliteli bir film var. hemde 88 dakika çok sıkmadan tadında bırakıyor filmi. mesela tideland, 2001 space odyssey filmlerinde insanın gözü ister istemez saate kayar "off ne zaman biticek bu" replikleri kaçınılmazdır. başından beri gülümseten küçük detaylar. trajikomik bir hikaye. etkileyici ve inandırıcı ortamlar. öyle ki göründüğünde terkedilmiş olduğunu saniyesinde anlayabiliceğiniz çölümsü yollar.. vesaire. hem zaten film oyuncularıyla ilgimi kazanmış durumdayken bir de yemek yiyip, bira içmeye, hele bi de çişe gitmiyolar mı... yerim ben onları..
eugene'i oynayan shea whigham'ın oyunculuğu lokum gibi. kendisinin bir rus olmadığını hatta floridalı olduğunu biliyormuydunuz.. ve baklava kıvamlı oyunculuğundan ötürü mikal olan shannyn sossamon'u ayrıca tebriklere boğuyorum. nihayet tom waits. sempatik tavırlarıyla ve mütişsonik sesiyle konuşurken salyalar saça saça dinlemesi bana düştü. nedense zia biraz silik geldi bana.. daha çok diğerlerinin hikayesi anlatılıyomuşçasına silik. belki de sürekli iyi oyunculukların altında ezilmesi olabilir bu. zaten film ana olarak "Kneller's Happy Campers" hikayesine dayandırılmış olay oralardan yola çıkılmış bir senaryo adına gerçekten güzel. bmd notu 10 üstünden 8
1- zia silik daha önce dediğim gibin
2- soluktu renkler hııhıııı ama mikalın üstündeki o kazak çok güzel kırmızı ben öyle şemsiye istiyorum..

en kısa zamanda görüşcez benden kaçamazsınız