Uyandınız. Daha iki ay önce değiştirdiğiniz cep telefonunuza uzanarak saate bakıyorsunuz. En sevdiğiniz pijamalarınızın içinde, en sevdiğiniz çarşaflardan sıyrılarak banyoya yöneliyorsunuz. Yüzünüze su çarpıyor, dişlerinizi fırçalıyor ve giyinmek üzere odaya geri dönüyorsunuz.
Şimdi ise gardırobun önündesiniz. Seçim yapması çok zor; geçen hafta aldığınız pantolonun üstüne şık bir kazak mı, yoksa en yeni kotunuz ve son indirimde bulduğunuz tişört mü? Annenizin yıllar önce ördüğü hırka, dolabın bir kenarında terk edilmiş halde beklerken önce kazağa daha sonra pantolona uzanıyorsunuz.
Ayakkabı seçimi yapması nispeten daha kolay; aynı modelin onlarca farklı rengi arasından kazağınıza en iyi uyacak ayakkabıyı seçiyorsunuz. Kapıdan çıkmak üzere anahtarlığınızı arıyorsunuz, o sırada gözünüz cüzdanınıza ilişiyor; içindeki paraları saydıktan sonra, son bir kez etrafa bakıyorsunuz. Ertesi gün plazma televizyonu takmak için eve servis geleceğini hatırlıyorsunuz boş duvarı görünce; keyfiniz yerine geliyor.
Garaja indiğinizde boşlukta yankılanan melodik bir sesle arabanızın kilidini açıyorsunuz. Deri ceketinizi arka koltuğa bırakırken hafif eskimiş olduğunuz düşünüyorsunuz, oysaki daha altı ay önce almıştınız. Kontağı çevirdiğinizde arabanızın motorlarından gelen gücün uğultusunu hissediyorsunuz. Konforunuz için özel olarak tasarlanmış sürücü koltuğuna kendinizi yerleştirirken, radyonun düğmesine basıyorsunuz. Çalan şarkı geride bıraktığınızın yaz aylarının en popüler şarkısı; tatildeyken sizin de bu şarkıda dans etmişliğiniz var. Şimdi ise sanki üzerinden on yıllar geçmiş gibi eski geliyor bu şarkı size; birkaç ay önce arkadaşlarınızla en sevdiğiniz şarkı iken, artık sıkıcı olduğunu düşünüp radyoyu kapatıyorsunuz. Garajdan çıkıp havuzların mavisinin bahçelerin yeşiliyle yarattığı yapay uyuma bir kez daha hayran kalıyor, bu şahane sitedeki evi almakla ne kadar iyi bir iş yapmış olduğunuzu kendinize hatırlatıyorsunuz. Öbür evinizin de güzel olduğunu düşünmüştünüz zamanında; ta ki özel garajı, özel güvenliği, özel spor salonunu, özel alışveriş merkezini, özel restoranı ve özel yüzme havuzlarını görene kadar.
Kahvaltı yapmadınız, ancak bu hiç sorun değil; en sevdiğiniz kahve zincirinin 13.500 şubesinden birine adım atıyorsunuz. Her zaman içtiğiniz kahvenin uzun ve gösterişli adını bir çırpıda telaffuz ettikten sonra, kelime oyunlarıyla yaratılan adlarının daha da cazip hale getirdiği keklerden birini gösteriyorsunuz kasadaki çalışana. Göz açıp kapayıncaya kadar, siparişiniz küçük bir tepside önünüze geliyor. Hesabınızı ödüyor ve sizin gibi evinde kahvaltı yapma zahmetine katlanmamış insanların arasından geçerek kendinize boş bir masa buluyorsunuz. Bir sandalyeye ceketinizi yerleştirdikten sonra, diğer sandalyeye oturuyorsunuz. Kaldırımın kenarına park ettiğiniz arabanıza ilişiyor gözünüz; önce jantları ve tekerlekleri süzüyor, daha sonra güneşte parlayan kapılara bakıyorsunuz ve özel olduğunuzu düşünüyorsunuz. Şık giysiler, şık arabalar, şık sitelerde şık evler; şık kafelerde, şık kahvaltı menüleri…
Özel olduğunuza inanıyorsunuz, ama aslında değilsiniz. Hiçbirimiz değiliz. Durduramadığınız satın alma arzumuzun, bizi ele geçirmiş olan tüketim furyasının kontrol ettiği bireyleriz. Küçüklüğümüzden bu yana devam eden etkileyici bir süreç sonucunda, tüm bu imkânları bize sunan şirketlerin ve bu şirketlerin başındaki insanların kölesi haline gelmiş durumdayız.
Eskiden oyuncakçılardan gözümüzü ayıramazdık. Bir bebeğimiz varsa ikincisini, yarıştırdığımız iki araba rekabet duygumuzu yeterince tatmin etmezse bir üçüncüsünü isterdik. Parlak ışıklarla aydınlatılmış büyük dükkânlarda, raflara dizilmiş binlerce oyuncak arasında kendimizi kaybederdik. Önem verdiğimiz şey oyuncaktı o zamanlar ve bizler de oyuncak sektörünün toy köleleri olarak, anne babamızı sömürürdük. Onların “hayır olmaz evde çok var”larına kulak tıkar, istediğimizi almakta ısrar ederdik. Şimdi de durum pek farklı değil. Ne zaman büyük bir alışveriş merkezinin kapılarından içeri girsek, ışıltılı bir dünya ayaklarımız altına seriliveriyor. Adeta göz kırpan cansız mankenler, parıldayan yepyeni elektronik eşyalar, muhteşem bir ahenkle hazırlanmış vitrinlerde mobilyalar… Hepsi satın alınmayı ve aynı hevesle aldığımız ancak hiç kullanmadığımız eşyalar arasına katılmayı bekliyor.
Sadece bu da değil. Alışveriş merkezini terk ettiğimiz anda, yine tüketim furyasının içinde buluyoruz kendimizi. Dev panolarda, dev reklamlar, radyolardaki gürültülü insanların beynimizin her hücresine kaydetmeye çalıştıkları ürün sloganları, televizyonlarda hayatını evler ve arabalarla renklendirmiş mutlu aile tabloları… Nereye gitsek öyle mükemmel bir dünya resmediliyor ki bizlere, tüm bu dekorun ardında neler olduğunun farkına bir türlü varamıyoruz.
Yönetiliyoruz. Zevklerimiz, isteklerimiz, hedeflerimiz ve arzularımız kontrolümüzde değil. Her saniye, her dakika bizlerin aldıkları şeylerle para kazanan şirketler tarafından belirleniyor hayatımızın izleyeceği yol. Zevkler, istekler, hedefler ve arzular bizim yerimize yaratılıyor ve önümüze sunuluyor. Yüzlerce telefon şirketi her hafta yeni bir model piyasaya sürüyor. Ufak değişiklerle arabalar, her sene “yenileniyor”. Farklı kesimlere hitap etse de, tüm mağazalar benzer desenleri, benzer kumaşları kullanarak, her sezon bir “farklılık” yaratıyor. Bizler ise, kendimizi tatmin ettiğimizi düşünerek; daha fazla, daha fazla satın alıyoruz. Eskimemiş cep telefonumuzu değiştiriyor, daha lüks arabalara yöneliyor, ihtiyaç duymadığımız belki de onuncu kazağımızı alıyoruz. Satıcılar indirimler ve kampanyalarla gözümüzü boyarken, biz bir kez daha gerekenden çok daha fazlasını eve götürüyoruz.
Evet, yönetiliyoruz. Daha fazla satın alırsak, daha mutlu olacağımız yalanıyla kandırılıyoruz. Her gün eve yeni şeyler getirerek, daha iyi bir yaşantıya sahip olacağımıza inandırılıyoruz. İplerimizi ellerinde tutan bu dev şirketler yüzünden, her geçen gün daha fazla tüketiyor, onlar tarafından da tüketiliyoruz ve artık kuklalar haline gelmiş durumdayız.
Çaresiziz. Bize yukarıdan verilen “emirleri” uyguluyor, sorgulamıyoruz. Moda olana uyuyor, yaratılan zevklerin peşinden gidiyoruz. Kontrol bizde değil; duramıyoruz. Kendimizi çok özel ve güzel hissettiğimiz bu tüketim krallığında, aristokratlar olduğumuzu zannediyoruz. Gerçek ise bundan çok farklı: Tüketim krallığının köleleriyiz biz; en tepedeki kral tarafından yönetilen ve yönlendirilen. Ne istediğimiz hiç önemli değil; kralın dediklerini harfiyen uyguladıktan sonra, sorun yok.
Özel miyiz? Hayır. Sadece sistemi yürüten önemli bir parçayız o kadar. Ve insanları kim olduklarıyla değil de, sahip olduklarıyla yargılamaya devam edersek, asla özel olamayacağız. Biz sadece kuklalarız; baştan aşağı giydirilen, evleri düzenlenen ve hareketleri belirlenen…
(dibebirnot: yine Türkçe dersi için yazılmış bir yazı. Being John Malkovich filmindeki kukla sahnesini izledikten sonra ordan esinlenerek bi yazı yazmamızı istemişlerdi, bu da benim "kukla yazım". Buldum çıkardım gene bi yerlerden, öyle oldu..)
5 yorum:
denemeler
angie onakadaruyur adlı kitaptan alıntıdır her hakkı saklıdır. izinsiz kullanılamaz.
ben de düşünüyodum tam ooh salı pazar varmış taze soğan alıyım biraz bi de kenarına az limon. pazarcılar yönlendiriyo beni yiyiceğe zaafım var benim öf nası önüne geçicez. bu gidişle 30 yaşında 210 kilo yürüyemiyo haberlerinde. çıkıcam öf ki ne öf
imzamı nereye atıyım hocam?
Bu lafın altına hah şuraya atayım mı?
İlgilenene:
Kıyafette marka olayım var ancak aberkrombi alırım havamı atarım değil.1-2 markanın tarzını seviyorum.Uçuk da değil fiyatları zaten.
Araba dersen almayı düşünmüyorum.Alırsam da fosfos olur chevy impala olur falan.Yemişim traş makinesinden bozma fütüristik skindirik arabalarınızı.
Ayakkabı 2 yazlık 2 kışlık yeter.
Korsana hayır diyerek sevdiğim filmleri orjinal alıyorum.Bak bu bilinçli tüketicilik sayılır ama?
7-8 yıl içinde 2 bilgisayar değiştirdim.Hani çok değildir umarım:)
Telefon desen çalınana ya da bozulana kadar kralı gelse tanımam.Mutluyum walkmanimden.Hem mp3 de almama gerek yok.
Tüketmiyomuşum ben fazla onu fark ettim.Zor değilmiş.Sapıtmayın siz de:)
Ayrıca şu yukarıdaki Jude kişisi ile GAP tişörtlüleri/kapşonluları toplama ekibi kurduk.
Al bunu alalalalALlal! _ polis gibin hani.
cahil farkındalık
Öncelikle merhabalar osdm bloğu ahalisi,bloğunuzu canım çok sıkılmışsa başağın msn inden açar bi okurum ne var ne yok diye,genelde kendi aranızdaki eğlence ve geyik kaynağı olduğundan dolayı yazılara göz gezdiriyorum sadece çok fazla kaydadeğer birşey olmuyor.(kötülemek için demiyorumda hani haksız değilim dimi?sizde katılırsınız genelde kendi aranızdaki geyiklerden falan oluşmakta)
Neyse işte şzfdnşdfg bahsetmek istediğim şey bu yazıdaki konu aslında şu "tüketim toplumu" meselesi ama ondan önce siz ve sizin "kimliklerinize" dair bi analiz yapıcam:
Şimdi efendim genel olarak bir 2. derece 68 kuşağı kokusu var burada,hayata bakış açısı olarak değilde ürünler olarak.hepiniz beatles seversiniz,rolling stones seversiniz,bob dylan seversiniz,pink floyd seversiniz vs. bunlar ne kadar 68 kuşağı falan tartışılırda bu grupların tümünün kapsadığı o "fenomeni" anladınız işte. Sonra hair resmi gördüm bi yerde bunlar hep "aynı şeyin" ürünleri.bunun dışında yazı yazmaya meraklısınız,belirli bir iq seviyesinin üzerindesiniz (ahahhaa yazılar falan hoş oluyo zart zurt ordan çıkardım), çeşitli müzik aletleriyle uğraşırsınız 1 den fazla olur kesinlikle,her türlü sanata yakınlık ilgi vs. neyse işte demek istedğim sizin gibi tiineyclerde bi "fenomen" işte kaşar olupta türbanlı olan kız gibi ,emo lar gibi,tikiler gibi,beşiktaşta meydandaki kaykaycı gençlik gibi.(tabi yine yalnış anlaşılmasn,bunlar genelde kötü örnek oldu sizler bu örneklerden farklısınız tabiki)aa bak daha iyi olarak son zamanlarda atatürkçü gençlik fenomeni var feysbukta rastlarsnız fazlasıyla nzfdşbzşdfhnfh
ops,böyle uzun bi tanımlama yaptım ki bi nedeni ve bu yazıyla da bi bağlantısı var.Şimdi siz bu bahsettiğim fenomen deki insanlar olarak genelde bu tüketim toplumundan,hatta kapitalizm diyelim direk,şikayetçisiniz.bu yazıdaki boyutu türkiyede yok gerçi henüz,bu kadar aşmış durumda değil tüketim çılgınlığı daha çok bi amerika tasviri olmuş bu yazıda neyse çgzdfdfh neyse netice olarak,bu şikayet ettiğimiz tüketim toplumu meselesi sadece"bir konu" değil.bu bizim hayatımz ve hayatımızdaki herşeyde bizim isteğimiz dışında olsa dahi buna göre şekillenmiş durumda.bu konu üzerinde oturup biraz daha düşünürseniz eminim ki olay tüketmekten fazla birşey, bir hayat tarzı.bizim davranışlarımızda tamamen buna göre şekillenmiş durumda.örneğin "bencillik" kavramı
bu "hayat tarzının" bi getirisidir. zldfgzdfşgh of çok uzaklaşmadan şunu diyeyimki,bu değişebilir birşey! tüketim toplumu,tüketim,insan,insan davranışı toptan değişebilir şeyler,bu yaşam ve dayattığı bu tüketim kültürü de öyle!ama biz birşey yapmadıkça da değişmiyecek tabiki!
neyse,bu yazı gerçekten dikkatimi çekti,ki sizinde dikkatinizi çekmiş gibi,bu yazıdan "fazlası" da dikkatinizi çekiyodur öyleyse bu yüzden tartışalım okuyalım edelim lfdhgdzflkh bu
dipnot:bu "fenomen" tanımım genelde başak üzerinden yola çıkarak hazırlanmıştır,bütün bu blog ahalisini kapsamayabilir.
dipnot2:Bende fena beatles rolling stones hayranıyım başağa verdiği beatles mp 3 ü için teşekkürler.
dipnot 3: gördümki markalara bi saldırı olmuş ne güzel iyi hoşta,hani ben abercrombie giyerim ama gap giyenleri toplamak lazım bakışındaki çelişki de bariz heralde,hepimiz bi noktada sistemin içindeyiz tabi yani konvers giydi diye kimseyi asmamak lazım:D
Yorum Gönder