29 Nisan 2009 Çarşamba
Üşenmeyenine öyle bir şeyler...
Bir kaç hafta önce başka bir alışkanlık sayesinde yendim bunu. Yatağıma yatınca, televizyonu açmadan odamın balkonunun bana sağladığı mükemmel açı ile gökyüzüne bakıyorum.Günümü tartıyorum,ilişkilerimi gözden geçiriyorum, hayatımdaki eksiklikleri ve düzensizlikleri sorguluyorum... Sonra da sızıp kalıyorum işte. Dün gökyüzüne bakarken Mazlum'un suratı geldi gözlerimin önüne.
İlkokuldaki sıra arkadaşım Oğuzhan'a benziyor.. 3. sınıfta özel okuldan devlet okuluna geçince bir hayli problemler yaşamıştım.. Doğrusu öbürleri benle sorunluydular, " burası özel okula benzemez " diye günde 10 defa ayar yiyordum.. Hatta sınıf öğretmenimiz bir defasında da aynı şekilde uyarmıştı beni, ne yaptığımı hatırlamıyorum.. İsmi Bahit'ti.
Bahit hocayı sever miydim, sevmiyordum sanırım. Sevilebilecek de bir adam değildi, " anlamadığınız var mı " diye sorardı, 40 kişinin 38'i anlamadıysa 1 tanesi " ee şey şunu" derse " NESİNİ ANLAMADIN ANLATTIK YA O KADAR" cevabını alırdı. Döverdi falan filan.. Gerçi 2 sene girdi derslerimize. Ama aklımdan çıkmayan iki anım var.
4. sınıftaydım. Erken bitirdiği bir ders, hatırladığım kadarı ile son dersti.. Masama yansıyan güneşin üstünde gölge oyunu oynuyordum kendi kendime, hayvanları konuşturuyordum.
Birden masama yansıyan güneş pat diye kesildi. Kafamı kaldırdığımda o adamı gördüm, kızgın bir suratla bana bakıyordu.
"PİS FAŞİST, BEN SENİN NE YAPTIĞINI BİLMEZ MİYİM, OKULDASIN BE, NASIL YAPABİLİRSİN BUNU, NASIL BİR ÜLKE OLDU BURASI" diye bağırmıştı. Kelimelerin bazıları bulanık olsa da buna yakındı. Ne vardı ki ? Ellerimle kurtları konuşturuyordum, bu ne gibi bir suç temsil edebilirdi, o adam neden bağırmıştı ki bana ? Bir anlam veremediğim bir konuşması daha vardı. Haftada en az bir dersinin bir kısmına sıkıştırırdı : " O adam, Kenan Evren.. Pislik herif. Bir gece sokağa çıktı, herkesi uyandırdı ve Türkiye bir daha eskisi gibi olmadı "..
Naapmış ? Deli miymiş o ? Bağırıp çağırmış mı ? Derdi neymiş ki... 4. sınıftaydım.
Şu an 10. sınıftayım, 1 buçuk senedir Bostancı'da ikamet ediyorum.
Orhan Yılmazkaya'nın derdi neydi ? İnternetten dinlediğim telsiz görüşmesi gerçek olabilir mi ? Mazlum'u da o mu öldürdü, isteyerek mi yaptı ? Yoksa daha başka, daha güvenilir insanlar mı..
Son zamanlarda beni paranoya kabusuna boğan bu gerçekleri kabullenmek çok zor geliyor artık.
Başımıza gelenlerin, her sene 5. ayın 1. günü olan olayların, önümüze sunulması, içimize işletilmesi, beynimize kazınması.. Acaba suçlu olan kim ? Kendi kendimize mi bölündük ? Yoksa bizi böldüler mi ? Bölünmemize çare arayanlar bölmüş olamazlar değil mi ? Büyük fotoğraf gözümün önünde şekillendikçe kaçıyorum, hayır, bu doğru olamaz.
Peki ya doğruysa? Lanet olası bir silahı yaşıtımın kafasına nişan alıp tetiği çeken adamın derdi ne ? O kayıt doğru ise, söylediği her şeyi gerçekten o söylediyse, onunla aynı yolda yürüdüğümü bilerek, aynı düşünceleri paylaşarak yaşadığımı nasıl kabullenebilirim ? Masumları nasıl öldürebilirim ? Öldürmeli miyim ? Öldürdü mü ? Yoksa öldürmedi mi ?
Kusura bakmayın rahatsız ettiğim için.. Ateşiniz var mıydı acaba ?
27 Nisan 2009 Pazartesi
Bostancı-Hollywood
http://www.internethaber.com/photo_news.php?id=813
Haberleri görmüşsünüzdür.Bostancı'da evimden yürüyerek 5 dakika uzaklıkta bir apartmanda tek bir teröristin yarattığı yıkım belli.
8 yaralı,2 ölü.
Ölenlerden biri komiser ötekisi ise tek suçu oradan geçmek olan 16 yaşında benden zerre farkı olmayan gencecik bir çocuk.
İnsanın bu derece yakınlarında böyle şeyler olunca,hayatta olmasının tek sebebinin oradan geçmemesi olduğunu fark edince inanası gelmiyor.
İnanasım gelmiyor çünkü yanıbaşımda Hollywood filmlerinden çıkma çatışmalar yaşanıyor,bombalar atılıyor,insanlar vuruluyor.
Yanıbaşımda polisin beceriksizliği yüzünden gencecik bir çocuk ölüyor.
Yanıbaşımda insanlar saatlerce evlerinde yere yatıp çatışmanın bitmesini bekliyor.
Teröriste diyeceğim birşey yok zaten de,diğerleri:
Alanı adam gibi güvenlik kordonuna alamayan,beş saatte(mecaz yok) bir adamın bulunduğu apartmana giremeyen,çatışmanın göbeğinden sivilleri ayıramayan polise yazıklar olsun.
Polisin ihmali yüzünden ölen bir insan hakkında " gençi merakı öldürdü", yazan yandaş medyaya,
Reyting almak için çalışanlarını namlu önüne atan medya patronlarına yazıklar olsun.
Ateş açılan evin karşısında dikilenlere,çatışmanın göbeğine dalanlara,dürbünle ölüm izleyenlere,hala 1 mayısta ne olacak derdine düşenlere yazıklar olsun.
İstanbul'un en huzurlu semtlerinden birine Hollywood aksiyon kuşağı yaşatan memleketime yazıklar olsun.
ROUND 2
Evet sevgili blog ahalisi, Mahavishnu ile başlayan, gençliğimizi heba eden en korkunç "şeyler" düellosunun 2. round'una hoş geldiniz... bu haftaki rakiplerimiz, hepinizin tanıdığı, yıllar boyunca akıllarınızdan çıkartmak için uzun zaman harcadığınız, "saygı"değer Semra Hanım, ve benzer dönemlede boy göstermiş Bayhan. Meydan sizin...
26 Nisan 2009 Pazar
Bisürü Şey
Öncelikle, blog kurulduğundan beri diş macununu nerden sıkarsınız anketi orda ve durmaya da devam edicek sanırım, birinin buna dur demesi lazı (ben diyorum) yetkililerinde bu dur diyen arkadaşı (mesela ben) takmaları ve onu ordan kaldırmaları lazım
Sonracııma {Sonra cuma bugün perşembe (beni seven burdan sonra okumaya devam eder)} Ciguli, kesinlikle yok edilmesi gereken birisi değildir aksine o sempatik tavrı o fıkır fıkır besteleriyle genç yaşlı herkesin sevgilisi olmuştur (mecaz...)
Bir başka önemli mevzuat, bu bılogda toplum baskısı söz konusu. Bakınız batikon arkadaşımızın yazılarına. Son yazısı bitılzı sevdiğiyle ilgili, ondan önceki yazısıda bitılzı sevmediğiyle. Bu fikir değişikliği nerden geliyo sorusunun cevabını aradım ve buldum. Bakınız yazıların sağ altında görülmicek renkte ve puntoda yorumlar var. "O" yorumları okuyunca zavallı batikonun fikir değişikliğinin sebebi açık ve net bir şekilde anlaşılıyor. "O" yorumlarda tacizi aşan tecavüz halini almış ağır eleştiriler var ve ÇOOK uzunlar. Yazarlarımıza böyle şeyler yapılmamalı onlar taciz ve (veya) tecavüz edilmemeli (Osman Tanburacı bey efendiye saygılar zamanında onada tecavüz girişiminde bulunmuştu birileri...)
Ve son olarakda...
Yok bişey...
Güle Güle
Görüşmek üzere
Saygılar, Sevgiler
AAAAAA bi dakka bana daha ciddi bi ortamda Osmancık Turuncusu'nun tam olarak ne olduğunu açıklamanızı istiyorum...
%...
252 gün içerisinde yazılan 100 yazıya göre:
Blog hisselerinin %33'üne sahip olan Angie 7 günde bir(aferim ona),
Fermium 12 günde bir,
Mahavishnu 12.6 günde bir,
Jude ve Kolombus 31 günde bir(şeym on yu !),
Bir küçücük osmancık 42 günde bir,
Batticon ise 63 günde bir yazı yazmış.
blog genelinde ortalama 2.5 günde bir yeni yazı girilmiş,
toplam 2 oylama yapılmış,
toplam az radyo yayını yapılmış(çok az)(PUH ! size.),
blog dahilinde sayısız toplantı gerçekleştirilmiştir.
Yıl 20**
kadıköy-biryer dolmuşuna binen herhangi bir güzide OSDM yazarı, yanlarındaki 2 genç bayanın şu diyoloğuna kulak misarifi olurlar:
-geçen hafta mahavishnu'nun yazdığı yazıyı gördün mü ? nasıl rezil etmiş adamları ya..
-sen onu geçte angie'nin verdiği cevaba gel... sağlam yapıştırmış lafı.
-dimi ? öyle sahiden... bu hafta OSDM FM'e iptal diyolar ?
-yok ya... Jude'un işi varmış, fermium sunucakmış, özel bişeyler yapıcaklar diye duyduk.
-....
-......
(uzaar gider)
masa
ehem. en büyün fantezim budur. veya hatta:
yıl 20**; OSDM adına verilen büyük bir davette, küçük ama yüksek kokteyl masası başında bir OSDM yazarımızın yanına yanaşan birisi;
-pardon, Jude sizsiniz değil mi ?
-a evet. merhaba.
-aa merhaba. çok menun oldum. ailecek okuyoruz (jude çok yazıyor ya...)
-...
-...
istikrarlı adımlarla ilerliyoruz (H)
20 Yıl sonra:
İyi günler Dünya.
Burası 674. ile 589. dalga arasında yayın yapan OSDM Fm.
Yeni Lideriniz konuşuyor.
Lütfen bütün askeri gücünüzü en yakındaki OSDM kışlalarına teslim ediniz.Herhangi bir direniş uyarı yapılmaksızın yok edilecektir.
İş birliğiniz için teşekkürler.
Ehm..Şaka lan şaka dünya.37 yaşına gelip hala bi bok olamadım.Burası da Flatcast zaten.Dinleyiciler de 3 kişi.Neyse ben Bidılz çalıyorum hacı.
hehe
efendim en başta sevigli angie mizin blogun en birinci temel taşı olduğunu söylemek gerek. sonralıkla da ehem öhöm beni bu ödüle layık gördüğü için bütün oyuncu arkadaşlarıma ve jüri yok yanlış konuşma..
şimdi ilk başta bu blog fikri hiç kafama yatmamıştı. hatta "aaaAAaa yazarlık mıııaa yapapmam ki ben ı-ıh olmaz kiiieaaa" diyerekten karşı çıkmıştım.
sonracığıma zorlan da olsa fermium olarak kaydım alındı ve başladım gözlemci olarak bişey yazmamaya sadece yorum yaptım taki o gün o kedileri görene kadar benim açımdan kedilerin en bi faideli olduğu gündü. hani otobüste giderken hiç beklemediğiniz çok rastlamadığınız bi şarkıçalmaya başlar da damarlarda sanki kaynar su geziyomuş gibi olur ürperir insan biraz onun gibi. o esnada bunların resmini çizip bloga koyabilsem ah ah ah dedim fakat bu işte mahavishnu kadar usta olmadığımdan yaratıkların kedi oldukları bile zor anlaşılacaktı olsundu. nolursa olsun show must go on denmeliydi hatta benim için show must begin di olaylar. neyse başladım işte böyle.
hani abla abi kardeşi aslında hiç istemez ilk başta çamdan atmayı camiye bırakmayı düşünür ama bebeği ellerine aldıklarında iyice bi ebebeynlik basar ya onun gibi OSDM ve aramdaki bağ..
yavrum..
yani diyorum ki long live OSDM! 100. yazın kutlu olsun.
FACT!
Bu çarpıcı bilgiler ortalığı sarsacak nitelikte.
Bu bilgiler 100 yazıdır söylenmemiş şeyleri günışığına çıkaracak nitelikte.
Geliyor sevgili OSDM insanları...
İstatistikler geliyor.
FACT!!
Yazıların:
%21'i Fermium
%20'si Mahavishnu
%8'i Jude
%8'i Kolombus
%6'sı bir küçücük osmancık
%4'ü de Batticon
tarafından yazılmış.
Mahavishnu'yu burun farkıyla geçen Fermium'u tebrik ediyor, blog'un ilk üyelerinden Jude ve Kolombus'u sadece 8 yazı yazdıkları için kınıyoruz.
(Diğerlerine hiç değinmiyorum zaten!!)
Daha nice 100. yazıla... Ahh! Noliy?! Anaaam! Antiklişe timiymiş...
23 Nisan 2009 Perşembe
Eleanor Ribgy Part I
Eleanor Rigby
Şu yalnız insanlara bak diye düşündü Father McKenzie.Cenazeden
birbirinen uzakta ve sessiz ayrılanlara bakarken.
Sonra kendi yalnızlığını düşündü yamanmış çoraplarına bakıp...
Ömür boyunca hayallere tutunup öylece yaşamayı,
Cenazesine kimsenin gelmediği şu garip kızı düşündü.
Gözlerinden iki damla yaş süzüldü, Silah patladı.
“cenaze...kız...kız güzel gülüyor...Hayatında ilk kez yalnız olmadığını hissediyor...Kız uzaklaşıyor tut.tutmalı bir jilet rüyayı ikiye bölüyor...İskoçya...ortada kocaman bir ova..kız orada...orası en sevdiği yer hiç gitmediği..kız yok oluyor kalk..”
Gözlerini açtığında morgda buldu kendini...
kafası yerindeydi.
neler olduğunu anlayamıyordu.
Tek istediği, Orası ve oydu.Neden bilmiyordu hayatında ilk kez sorulara cevap alabileceğini
düşündü.Rüyasındaki kız hani şu cenazesine kimse gelmeyen ve intahar eden.Oydu rüyadaki.Belki
orada olacaktı, belki...
Bu sırada başka bir hastanenin başka ancak aynı soğukluktaki morgunda bir kadın uyandı bilekleri jilet
izli...
Ayağındaki etikete baktı. Rigby Eleanor yaş:28 Ölüm sebebi: intahar
sonra rüyasındaki o ovayı hatırladı...
hiç gitmediği hep olmak istediği yer orasıydı sanki
ve hiç tanımadığı ama bir yerlerde hep özlediği adam...
Belki sorulara cevap vermesi için bu sefer düşünmemesi sadece yapması gerekirdi.
Babasının sözlerini hatırladı: Yol yaşamdır,varmak ise ölümdür.
Güldü, ayağındaki etiketi çıkardı. Ölü insanlar nereden geldiler diye düşündü iki yabancı,
iki ölü... yeni ve daha çarpıcı bir soru yolculuklarına başlattı ikisini:
ya yalnız insanlar?
Onlar nereden geldiler?
Bu blogdaki insanların Beatles aşkı aşikar.Birçok şarkılarını biliyoruz.Batticon'un yazısının üzerine yapmam
gereken şeyi yapıyorum hem :).
Biryerlerde demiştim.Beatles bana yazmayı beceremediğim hikayelerimi anlatıyor diye,öyle.Ben yeni bir
geleneği başlatabilirim umarım.Gerçi yazım edebi açıdan çok kaliteli olmadı ama kimin umurunda.Ben
sadece elinizi tutmak,size hikayeler anlatmak istiyorum John ve Paul'un tanıdık sesleri ile.
Bu gün ilk hikayemin ilk bölümünü anlattım işte.Part II ne zaman gelir söz veremiyorum,bir süre
(ama az:)
buralarda olamayacağım sanırım ; ancak eminim ki
dostlarım da kendi hikayelerini anlatma şansını geri tepmeyeceklerdir.
İyi eğlenceler...
Özür
Here it comes...
Comin'...
Wait for it...
Beatles İyiymiş...
Geçen gün yatağımda müzik dinliyodum ve öyle çok süper bi modda da diildim ama o anda 'While My Guitar Gently Weeps' çalmaya başladı ve hayatın çok güzel bi şey olduğunu hissettim her şey iyiydi benim için hayat iyi bi yerdi ve iyi olucaktı sonra şarkı bitti ve ben 'Stairway to Heaven'ı açtım ama o şarkıda bunları hissetmedim sadece notalar beynimdeydi ama kalbime inemiyordu ondan sonraki gün 'While My Guitar Gently Weeps'i bi daha açtım ama aynı duyguları hissetmedim belkide sadece o ana özgü bi şeydi...
not:Hala Led Zeppelin'i daha çok seviyorum 'Stairway To Heaven' hala en sevdiğim parça ve Jimmy Page George Harrison'ı döver.
not2:o kadar güzel yazmadığımı biliyorum ama bunları kelimelerle anlatmak zor gerçekten çok zor...
22 Nisan 2009 Çarşamba
salamlar..
efendim;
bahar geldi kimimizin sınav haftası geçti (bkz: ben) kimimizin hala sınavları var (bkz: jude), kimimizin garip gurup işleri oldu (bkz: angie), kimimiz kayıp gençlik fişmekan..
ama saygıdeğer okurcanlar bahar geldi..
silkelenip yazı yazmanın insanların içlerindeki gevezeliği zevzekliği dışa vurmalarının vakti geldi hatta geçiyoken anonimos adlı okurcaniye bize ayarımızı verdi şimdi hepbirlikte dönüp blogumuzun ilk kısmına bakıp maşvişnuyu efesle kınayalım.. kınnnnn. sonra angie nin çeşitli ayar içeren 2 yazısına bakıp üstüne bi de hakkında soruşturma(yada anket) açılmasını göz önünde bulundurup osmancığı daha çok kınayalım.. kıaaannnnnnnnnn. daha sonra da büyük bi ihtimalle wow'a sarmış yazar kolombusa ne diyceğimizi düşünelim. batticon'un ne bahane uydurucağını bulalım. ve jude la angie ye cuma günü giricekleri matematik sınavında şans dileyelim iyi çocuklar olalım. belki bi gün uslu çocuklar olursak onları görüceğimizi unutmayalım.
nihayet sınav haftası bitti 6 günde 11 sınavın acısı henüz geçmedi notlarımı öğrendiğim hafta da geçmiycek ama her son gün olduğu gibi saçma sapan bir fotoraf albümümüz oldu çok mutluyum evet. sonracığıma uslu çocuk olmaya çalıştım ben derslerime çalıştıııım, çok kopya çekmediiiim, hiç 5 almıyom ki çan eğrisi bozulmasıııın dimi ama..
gördüğünüz gibi şuan IQ su yaklaşık 60 birim düşmüş bir insanım ve yazı bile yazamıyorum sadece sınavlardan bahsediyorum ama inanıyorum ki şu hal 3 gün içinde geçicek. bahanesi olamayanlar düşünsün.. 4 kınanan, düşünülen, bulunan yazarlarımıza selam ederim..
saygılar, sevgiler küçüklerin kafasına pıt pıt vurur büyüklerimi saygıyla süzerim..
7 Nisan 2009 Salı
Gün Olur
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!..
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...
Orhan Veli
Bitkindi. Tartışmaktan mı yorulmuştu, fazla düşünmekten mi? Yoksa yaşamaktan mı? Bu en fenası olurdu. Yaşamaktan yorulmak, bitkin düşmek. Oysaki hayat ne de güzeldi! Güneşin yüzünü okşayan elleri, her seferinde başka bir ezgiyle kıyıya kavuşan dalgalar… Hayat çok güzeldi; ama güzel olduğu kadar çileliydi de.
Onun aklında hep bir düş vardı. Uçsuz bucaksız denizin ortasında, gün doğumunda yakalayacaktı kendini. Belki dün akşamı güvertede yıldızların altında geçirmiş ve sabahı güvertede karşılamış olacaktı. Belki elinden bir önceki akşamdan kalmış bir içki şişesi düşecekti. Belki güvertede düşünerek sabahlamış olacaktı. Güneşi belki de lombozların ardından izleyecekti. Ne olursa olsun o kırmızıyı, o turuncuyu, o maviyi, o moru görecekti ya; öncesi umurunda olmazdı bile.
Varsa, uyku mahmurluğunu üstünden atmasının ardından, küçük kayığına binecek, kürekleri ıskarmoza bağlayacaktı. İlerleyecekti ıssızlıkta, yanından belki bir iki balık geçecekti. Kolları nereye gitmek isterse o yöne kürek çekecekti, o yöne gidecekti. Sonra duracaktı. Denizin ortasında, herkesten ve her şeyden uzakta…
“Teknemde oturur, teknemde uyur, teknemle gezerim. Karnımı balıkla doyururum,” diye düşünürdü hep. Ne de olsa şu ölümlü dünyada uykudan, gezmekten; ha bir de balıktan, mezeden, rakıdan çok sevdiği bir başka şey yoktu.
Tek bir şey daha istese, bu düşü olduğundan, olabileceğinden daha da güzel kılmaya uğraşsa; bir de sevdiği kadını isterdi yanında. Ama bunu öyle çok sık düşünmezdi. Yıllar yılı alışmıştı; yalnızlığa da, hayatından gelip geçenin çok olmasına da. Bir kadını düşüne dâhil edip etmemeyi pek de umursamazdı. Arada bir, yalnızlıktan iyice bunaldığı zamanlarda, içini çeker, bir seveni olsun isterdi. Sonra bu düşüncelerini bir şekilde dağıtır; hayatına da, düşüne de olduğu gibi devam ederdi.
Boğaz’ı seyre daldığında hep bunu düşünürdü işte. Karşı kıyıdaki evleri seçebildiği bu küçük ama olağanüstü Boğaz’dan ayrılıp; daha derinlere, daha uzaklara gitmeyi hayal ederdi. Balıkçılara bakar, onları özleyeceğini düşünürdü. Aklına Taksim’in telaşını getirdiğinde, yüzünde buruk bir gülümseme belirirdi. Sonunda bir martının acı çığlığıyla kendine gelir, düşünürdü acaba martılar benimle gelirler mi diye. Sonra balıkçılardan medet umarak tepelerinde daireler çizen martılara döner sorardı: “Hakikaten gitsem, beni özler peşimden gelir misiniz?”
dibebirnot: Geçen sene Türkçe dersi için yazmıştım ama derste okuma fırsatım falan olmamıştı. Bilgisayarda dolanırken buldum, koyayım dedim...
2 Nisan 2009 Perşembe
buluşlara saygı.
şimdi reklamlar..
şanslı bir blog okurumuzun olan taci adlı mor diş macunu itici bir bilim mucizesi nin resimlerini görmekteyiz. o diş macununu hep ortasından sıktı bizler gibi! o kapağı hep açık bırakıp kuruyan diş macunlarının yarattığı mutsuzluklarla büyüdü benim gibi! en sonunda babası ona taciyi aldı!
belki kapağa çözüm değildi ama artık ortasından da kapaktan da sıkarsa sıksın kolu çevirince ilk günkü gibi oluyordu. işte bu yüzden babaları tebrik ediyor Beren Su KALES i de bu çalışmasından dolayı en birinci seçiyoruz ve kendisine ödülü olan birincilik çomağını takdim ediyoruz.