tırt tabi ama aklıma bişey gelmiyo ki 8 gündür kitap okuyorum şimdi de ödevini yapıyorum..
25 Temmuz 2009 Cumartesi
22 Temmuz 2009 Çarşamba
İ-Stat-istik
9.681,51 km(mesafe benim evimden fermium'un evine milimetrik olarak ölçülmüştür, hata payı 2 metredir) gelin, standart ulaşım yollarımızla kuş uçuşu mesafeyi rasyonelleştirelim:
-Dünyanın en hızlı uçağı ile gitmek,(sesten 10 kat hızlı ancak) 55 dakika,
-standart bir yolcu uçağıyla gitmek(800km/saat dolaylarında) ortalama 12 saat,
-ortalama bir arabayla ortalama otoban hızında(120km/saat) 80 saat,
-ortalama bir gemi ile(30km/saat) 320 saat,
-yürüyerek(4km/saat) 100 gün,
-yüzerek veya emekleyerek(2km/saat) 200gün, (değerler ortalama alınıp yuvarlanmışlardır)
sürecek bir yolculuk ardından anca ulaşabiliriz fermiuma, pat diye istesek.
fiziksel imkanların elverdiği en yüksek hızda seyahati düşünürsek, ışık hızında bile oraya ulaşması 0,032 sn sürecektir.
o kadar...
he bir de, sevgili fermium'umuzun bulunduğu ölgedeki eyalet isimlerine bakarsak, her birinin bizim için başka birşey ifade ettiğini, ve 1 asırdır çıkan film dizi ve şarkılarda çok fazla geçip çok klişe olduklarını farkediceksinizdir.
benim de söyliycek bişeyim var jude efendi dalaman,kars, urfa,samsun da çeşitli filmler çekilince o güzel dilinize bu konu pelesenk olmuyor ama aynı hesaba gelen memphis sana batıyor öyle mi?
çok ayıp oluyor.
16 Temmuz 2009 Perşembe
Walker Physics
"When animals walk, the swinging movement of their legs can be approximated fairly well by treating the legs as physical pendulums. Such analysis has proved useful in analyzing the gaits of various creatures, from Beatles to elephants."
Bir daha asla görmek zorunda olmadığım fizik kitabımdan bir alıntı okudunuz. Beatles'ı fillerle birlikte "creatures" şeklinde kategorize ettikleri için kendilerini tebrik ediyoruz.
Ayrıca şu metinden fizik baabında hiçbişey anlamadım, o ayrı.
14 Temmuz 2009 Salı
dr. psychedelia or how i learned to stop hating and love edited videos
http://www.youtube.com/watch?v=JRfVG8YjnHo&feature=related#
ps: tembel tavuklar yazı yazmalı kampanyası açmak mı lazım illaki?? buna dream country'sinde yazı yazmayan mahavishnu da dahil. tatilden yeni gelen jude da. tatile gidicek olan osmancık da. cıkcıkcık ayıp be!
9 Temmuz 2009 Perşembe
Road Trippin'
bütün diyaloglar öylemesine arabada geçmiştir.
Fermium: kapasana artık silecekleri haşat oldular?
Babası: ben bunun okulunu okudum kızım üniversitesine gittim.
F: hohohoy
B: noldu?
F: ezildim. leblebi ister misin?
B: yok sağol
F: leblebi ister misin?
Annesi: yok dedi ya?
B: leblebiiii koyduuuuum tasa kız anneeeem!
F: ben de öyle düşünmüştüm ki!
-----------------------------
F: pay at station diyo
B: ney?
F: pay at station
B: ne ne ne diyo?
A: diyo ki .... öde.. F:pay ... on
B: kim ne diyo
F: EHEAAHHA A: di... öde....is...
B: ya ne diyo gülüyo bu duyamıyorum.
A: para ödemen lazımmış onu diyo. manevra yapıcak ondan girdik buraya
F: AHEHEHHÖHÖ
B: niye gülüyosun telmimiyum bak ben gülüyomuyum
F: hehehhihihaiia
B: deli misin?
F: eveeeeeet ehüehüühuhue
-----------------------------
B: busch gardens'a gidicez ama bu havada safariye gidilmez. ben fermium'a para vermiştim istanbul'da. bize ısmarlar heralde?
F: telli telli telli şu telli turnaaaaa!
B: ısmarlamıycak.
-----------------------------
B: düşünsene afrikaya senelerce yağmur yağmazken buraya her öğleden sonra yağmur yağıyo ne adaletsizlik!
F: leblebi yer misin?
-----------------------------
B: naber?
F: iyi.
B: kocakafalı.
F:ehuahuhhauhahahue
-----------------------------
A: elma alalım.
F: şeftali de alalım.
B: olur(elma, şeftali, erik alır)
bi süre sonra
A: erik versene ordan
B: elma demek istedin heralde?
A: yoo erik. allahalla.
F: dimi bence de.
-----------------------------
B: biraz aç kapıyı bakalım açılıyomu annesi
F: ben açıyım.
B: aferim kızıma, söyle yağmura dursun.
F: şşt dursana.
-----------------------------
F: muz yermisin
B: çişim var
F: ahaha yazıyım mı bunu bloga
B: yazma çok ayıp.
F: niye sen çiş yapmıyomusun
B: tabi yapmıyorum.
ayrıca burdan yazarcıklara sesleniyorum! hiç mi başınızdan bişeyler geçmiyo kardeşler? oturun iki kelam bişey yazın!
fermi çeşitli eyaletlerden bildirdi.
Fermium: kapasana artık silecekleri haşat oldular?
Babası: ben bunun okulunu okudum kızım üniversitesine gittim.
F: hohohoy
B: noldu?
F: ezildim. leblebi ister misin?
B: yok sağol
F: leblebi ister misin?
Annesi: yok dedi ya?
B: leblebiiii koyduuuuum tasa kız anneeeem!
F: ben de öyle düşünmüştüm ki!
-----------------------------
F: pay at station diyo
B: ney?
F: pay at station
B: ne ne ne diyo?
A: diyo ki .... öde.. F:pay ... on
B: kim ne diyo
F: EHEAAHHA A: di... öde....is...
B: ya ne diyo gülüyo bu duyamıyorum.
A: para ödemen lazımmış onu diyo. manevra yapıcak ondan girdik buraya
F: AHEHEHHÖHÖ
B: niye gülüyosun telmimiyum bak ben gülüyomuyum
F: hehehhihihaiia
B: deli misin?
F: eveeeeeet ehüehüühuhue
-----------------------------
B: busch gardens'a gidicez ama bu havada safariye gidilmez. ben fermium'a para vermiştim istanbul'da. bize ısmarlar heralde?
F: telli telli telli şu telli turnaaaaa!
B: ısmarlamıycak.
-----------------------------
B: düşünsene afrikaya senelerce yağmur yağmazken buraya her öğleden sonra yağmur yağıyo ne adaletsizlik!
F: leblebi yer misin?
-----------------------------
B: naber?
F: iyi.
B: kocakafalı.
F:ehuahuhhauhahahue
-----------------------------
A: elma alalım.
F: şeftali de alalım.
B: olur(elma, şeftali, erik alır)
bi süre sonra
A: erik versene ordan
B: elma demek istedin heralde?
A: yoo erik. allahalla.
F: dimi bence de.
-----------------------------
B: biraz aç kapıyı bakalım açılıyomu annesi
F: ben açıyım.
B: aferim kızıma, söyle yağmura dursun.
F: şşt dursana.
-----------------------------
F: muz yermisin
B: çişim var
F: ahaha yazıyım mı bunu bloga
B: yazma çok ayıp.
F: niye sen çiş yapmıyomusun
B: tabi yapmıyorum.
ayrıca burdan yazarcıklara sesleniyorum! hiç mi başınızdan bişeyler geçmiyo kardeşler? oturun iki kelam bişey yazın!
fermi çeşitli eyaletlerden bildirdi.
8 Temmuz 2009 Çarşamba
özür..
Bu hafta yazarınız Angie radyo programı yapamamıştır maalesef. Kendisi dün 3D Buz Devri izleme niyetiyle evden çıktı ve 11 sularında geri döndü.
(Hoş filmi de izlemedim ya neyse)
Hepinizden Salı günü OSDM FM'de program yapıcam sözünü henüz yerine getiremediğim için özür dilerim okurcanlar ve ahali.
Haftaya artık napalım...
5 Temmuz 2009 Pazar
bıkbık
6 rollercoaster 1 gün 1 fermi. (tebrikler artık yazının kalanını önyargısız okuyabilirsiniz!)
Efendim sadece sizler için gidip rollercoaster ların tadına baktım. Ehm.. biraz daha baştan alayım. Şöyle ki Afrika’yı tema edinmiş bir parka gittim. Adı: Busch Gardens. İtiraf etmeliyiz ki Disney’in parkları çok daha güzel. Öyle ki Busch Gardens onların yanında; kuyruklar, serilik, profesyonellik olarak zayıf kalıyor.Ama sonuç olarak theme park’ınızda 6 rollercoaster varsa; kuyruklarda gerzek gerzek beklense de, öndeki boş koltuklara bakılıp iç geçirilse de sonunda nihai amaca ulaşınca içinizi tatlı bir huzur kaplıyor.
Montu: Gün başladığında ilk girdiğim, bu seneki ilk göz ağrım. Diğerlerine göre süre olarak uzun. Bol bol 360’lık dönüşleri vardı ama hızı azdı. Olsun sevdim. 10/7
Sheikra: 200 feet’ten 60 mph. 480’lık twistler… üstelik bütün bunlar ve en yüksek o noktadan yere 90 derecelik açıyla bırakarak oluyo.. 10/9
Scorpion: Gereksiz uzun kuyruk. Yetersiz koltuklar. Ama uzunluğu ve hızı nefis. 10/6
Kumba: Hehe bi 60 mph daha. Üstelik zart diye bitmiyo da. 10/8
*Bu güne kadar hiç tahta rollercoaster denememiştim. Ne kadar rezil olduğunu öğrenmiş oldum. Yanlış oturanlar için potansiyel kısır kalma makinesi diyebiliriz.
Gwazi/Tiger: Gereksiz sarsaklık. Sadece hızla yaratılmış abes bi parkur. Bitse de gitsek hissi hakim. Ne diyim ki ben şimdi. Olmamış. 10/2
Gwazi/Lion: Kardeşinden biraz daha iyi olan bu şeyin de bi ayağı çukurda.. 10/3
*Şimdi kıl bulamamış rehehö geyiklerinize girmeden önce kendimi savunmalıyım ki son 5 senedir anlayarak bilinçli yaşayan ve bu süre içinde de rollercoasterlara binen biri olarak diyorum ki.. Eüü.. hiç bi şey. Dövseniz dövmeyin diyemem (a tribute to mahavishnu & jude)
Bunun dışında insanlardan bahsetmeliyim. Gün içinde 1 Pink Floyd, 1 Led Zeppelin, 6 AC/DC tişörtü gördüm. Bu AC/DC sevgisi nereden doğdu bilemiyorum ama aşağı yukarı aynı miktarda Hannah Montana, HSM cart curt tişörtü de gördüm. Hatta bi tane tişörtte “Save water, shower with me” yazıyodu. Apaçık kahkaha attım. (şöyle ki kareli gömlek bulamıyınca aklım tişörtlere gidiyo hihihi)Sonracığıma yemek yerken taklit edilebilecek pop grupları; BeeGees, Abba ve benzeri grupların şarkıları söylendi, dansları yapıldı. Güzel zenci kızlar ve resmen güzel zenci erkekler görüldü. Zencisever okurumuza hak verildi kendisine buradan Freddie Mercury’nin Time şarkısını yolluyoruz.. Sütlü kahvelerin gerçekten makbul olduğu kanısına varıldı. Tuvalete gitmeye üşenen ufaklıklar da sulu atraksiyonların çevresini alanları olarak işaretlediler.
Neyse…Basınç sarhoşu olan fermi birde buraların kulüp dansını yaptı. (şaka değil; düğün,balo heryerde bunu şeyediyolarmış) (get low, get low falan fena biraz(gözü kapalı Michael Jackson taklidi yapabilenler için değil tabi ehueheuahhaha)) ehm.. ferminin beyni iyice eridi falan. Düşün ki “fireworks” diyeceğine “flowers” dedi.9.02 de “Oeah, çok sıcaaak” diyip üstünü çıkaran biri görünce hak verip salak salak gezmeye başladı (akşam 9 civarında sokakta bikiniyle gezmek?!) sonra da yorgun düşüp uyumak isteyen beyni yüzünden havaifişekleri beklerken o kılıkta tahta rollercoasterların kapılarının önünde çimlerin üzerinde uyuyakaldı. Nedensiz, önce tatlı, sonra tavuk, sonra salata yedi.
Ve saire, ve saire…sonra 11.58 de uyudu. Sabah da hala başı döndüğü için takılıp düştü ve kahvaltı öncesi biraz tavuk yedi.
Efendim sadece sizler için gidip rollercoaster ların tadına baktım. Ehm.. biraz daha baştan alayım. Şöyle ki Afrika’yı tema edinmiş bir parka gittim. Adı: Busch Gardens. İtiraf etmeliyiz ki Disney’in parkları çok daha güzel. Öyle ki Busch Gardens onların yanında; kuyruklar, serilik, profesyonellik olarak zayıf kalıyor.Ama sonuç olarak theme park’ınızda 6 rollercoaster varsa; kuyruklarda gerzek gerzek beklense de, öndeki boş koltuklara bakılıp iç geçirilse de sonunda nihai amaca ulaşınca içinizi tatlı bir huzur kaplıyor.
Montu: Gün başladığında ilk girdiğim, bu seneki ilk göz ağrım. Diğerlerine göre süre olarak uzun. Bol bol 360’lık dönüşleri vardı ama hızı azdı. Olsun sevdim. 10/7
Sheikra: 200 feet’ten 60 mph. 480’lık twistler… üstelik bütün bunlar ve en yüksek o noktadan yere 90 derecelik açıyla bırakarak oluyo.. 10/9
Scorpion: Gereksiz uzun kuyruk. Yetersiz koltuklar. Ama uzunluğu ve hızı nefis. 10/6
Kumba: Hehe bi 60 mph daha. Üstelik zart diye bitmiyo da. 10/8
*Bu güne kadar hiç tahta rollercoaster denememiştim. Ne kadar rezil olduğunu öğrenmiş oldum. Yanlış oturanlar için potansiyel kısır kalma makinesi diyebiliriz.
Gwazi/Tiger: Gereksiz sarsaklık. Sadece hızla yaratılmış abes bi parkur. Bitse de gitsek hissi hakim. Ne diyim ki ben şimdi. Olmamış. 10/2
Gwazi/Lion: Kardeşinden biraz daha iyi olan bu şeyin de bi ayağı çukurda.. 10/3
*Şimdi kıl bulamamış rehehö geyiklerinize girmeden önce kendimi savunmalıyım ki son 5 senedir anlayarak bilinçli yaşayan ve bu süre içinde de rollercoasterlara binen biri olarak diyorum ki.. Eüü.. hiç bi şey. Dövseniz dövmeyin diyemem (a tribute to mahavishnu & jude)
Bunun dışında insanlardan bahsetmeliyim. Gün içinde 1 Pink Floyd, 1 Led Zeppelin, 6 AC/DC tişörtü gördüm. Bu AC/DC sevgisi nereden doğdu bilemiyorum ama aşağı yukarı aynı miktarda Hannah Montana, HSM cart curt tişörtü de gördüm. Hatta bi tane tişörtte “Save water, shower with me” yazıyodu. Apaçık kahkaha attım. (şöyle ki kareli gömlek bulamıyınca aklım tişörtlere gidiyo hihihi)Sonracığıma yemek yerken taklit edilebilecek pop grupları; BeeGees, Abba ve benzeri grupların şarkıları söylendi, dansları yapıldı. Güzel zenci kızlar ve resmen güzel zenci erkekler görüldü. Zencisever okurumuza hak verildi kendisine buradan Freddie Mercury’nin Time şarkısını yolluyoruz.. Sütlü kahvelerin gerçekten makbul olduğu kanısına varıldı. Tuvalete gitmeye üşenen ufaklıklar da sulu atraksiyonların çevresini alanları olarak işaretlediler.
Neyse…Basınç sarhoşu olan fermi birde buraların kulüp dansını yaptı. (şaka değil; düğün,balo heryerde bunu şeyediyolarmış) (get low, get low falan fena biraz(gözü kapalı Michael Jackson taklidi yapabilenler için değil tabi ehueheuahhaha)) ehm.. ferminin beyni iyice eridi falan. Düşün ki “fireworks” diyeceğine “flowers” dedi.9.02 de “Oeah, çok sıcaaak” diyip üstünü çıkaran biri görünce hak verip salak salak gezmeye başladı (akşam 9 civarında sokakta bikiniyle gezmek?!) sonra da yorgun düşüp uyumak isteyen beyni yüzünden havaifişekleri beklerken o kılıkta tahta rollercoasterların kapılarının önünde çimlerin üzerinde uyuyakaldı. Nedensiz, önce tatlı, sonra tavuk, sonra salata yedi.
Ve saire, ve saire…sonra 11.58 de uyudu. Sabah da hala başı döndüğü için takılıp düştü ve kahvaltı öncesi biraz tavuk yedi.
3 Temmuz 2009 Cuma
1 Temmuz 2009 Çarşamba
OSDM FM!
Eee artık yaz sezonunu da açtığımıza göre OSDM FM için yeni bir sıkecıl (ingilizler şecıl diyo ne acaip) yapma vaktimiz geldi!! Sağ taraftaki soru işaretlerine şahsen uyuz oluyorum.
Sevgili OSDM ahalisi, radyomuzu artık boş bırakmayalım dimi ama?
Ben Salı akşamlarına talibim, ama isteyen varsa fark etmez.
uçak!
Başlamadan uyarı: bu yazı uçakta 39-40 derece ateşle yazılmıştır. üzerinde hiç edit yapılmayacaktır.
Sound of Silence.
Bu bir düşünce yazısı değil, düşüncelerimş kusup sifonu çekmedim. Angie ve yeni nesil çokoprens atasında ne geçtiyse benimle cips arasında da o geçti. Gece 4 te kustuktan sonra 5.53 te bizimkilerle evden çıktık, 6 da asansörde beyaz bir suratla aturuyordum ki annem biraz panik oldu. Siyah bir dobloyla havaalanına giderken kahvaltımı ettim: 5 cm boyunda kepekli bir galeta, 3 yudum su.
Cecilia.
Neyse..
Uçak falan uyuklamakla, ekmek içi yemekle, vişne suyu içmekle geçen bir yolculuk. Üçgen prizmması halinde kestiğim tavuk her ne kadar sevimliyse de kendisini pek yiyemedim. Sünger yiyiyomuşum gibi geldi. Yemekleri bir kenara bırakırsak uçak ahalisine 10 üzerinden 6 veriyorum. Mızıldanan 3 çocuk/bebek var ama arada sesleri kesildiklerinden uyuma fırsatı buluyoruz. Bir de ön çaprazımdaki adam kabus gördü ve girdiğimiz tribülanstan ötürü şans eseri açılan yemek yeme düzlemi açılıp üstüne düştüğünden bağırarak uyandı. Durumu az şişirdiğiiz hava yastığından hallice. Müziklerin nereye konduğunu keşfedene kadar uçakta neredeyse gergin bir hava esiyordu. Mızırdanan çocuğun boğazından aşağı babamın şarabını dökmek istiyorum biraz. Pınar beyazı çok seviyorum.
The Boxer.
Unutulmayanlar albümlerini çok beğrndim tabi. Elmalı ve ne idüğü belirsiz birşey varki; bu yöndeki geleceği belirsiz elmalı tart yapan amatör bir ahçı elmalı tartıyla rahat rahat parmaklarımı yememi sağlar. bir de utanmadan enginar koymuşlar menüye. 3 tane polar battaniyem var ama soğuk soğuk terliyorum, oldu mu şimdi. Neyse ki yastık rahat ve nne kadar manasız ve aptalca yazılar yazıcak olursam olayım üşenmeyip okuycak arkadaşlarım var (dimi ama?!)
Canticle.
Mavi düğmeye basınca menüye dönüyorum. yeşilde harita var. yine iyi dayandım. (jude bu mavi tişörtün yazısı mor olmuş?)
Unutulmayanlarda Eagles, Led Zeppelin, Pink Floyd, Elvis, Hendrix, Rolling Stones, Beatles, Dean Martin, Frankie, Barry White ve King Crimson var. Kolombus naber? Canticle birsin Moonchild dinliycem.
iyi geceler.
yada iyi günler
yada iyi .. herneyse
istiyorum ki kimse soğuk soğuk terlemesin.
not: Batticon insanı bak led zeppelin de beatles da unutulmayanlarda ne güzel ikisi de iyiki bu gezegende.
çok sonradan not: kadıköydeki sadece donlu deliden miamide bi günde 3 tane gördüm. gitmesseniz bişey kaybetmiyosunuz.
Sound of Silence.
Bu bir düşünce yazısı değil, düşüncelerimş kusup sifonu çekmedim. Angie ve yeni nesil çokoprens atasında ne geçtiyse benimle cips arasında da o geçti. Gece 4 te kustuktan sonra 5.53 te bizimkilerle evden çıktık, 6 da asansörde beyaz bir suratla aturuyordum ki annem biraz panik oldu. Siyah bir dobloyla havaalanına giderken kahvaltımı ettim: 5 cm boyunda kepekli bir galeta, 3 yudum su.
Cecilia.
Neyse..
Uçak falan uyuklamakla, ekmek içi yemekle, vişne suyu içmekle geçen bir yolculuk. Üçgen prizmması halinde kestiğim tavuk her ne kadar sevimliyse de kendisini pek yiyemedim. Sünger yiyiyomuşum gibi geldi. Yemekleri bir kenara bırakırsak uçak ahalisine 10 üzerinden 6 veriyorum. Mızıldanan 3 çocuk/bebek var ama arada sesleri kesildiklerinden uyuma fırsatı buluyoruz. Bir de ön çaprazımdaki adam kabus gördü ve girdiğimiz tribülanstan ötürü şans eseri açılan yemek yeme düzlemi açılıp üstüne düştüğünden bağırarak uyandı. Durumu az şişirdiğiiz hava yastığından hallice. Müziklerin nereye konduğunu keşfedene kadar uçakta neredeyse gergin bir hava esiyordu. Mızırdanan çocuğun boğazından aşağı babamın şarabını dökmek istiyorum biraz. Pınar beyazı çok seviyorum.
The Boxer.
Unutulmayanlar albümlerini çok beğrndim tabi. Elmalı ve ne idüğü belirsiz birşey varki; bu yöndeki geleceği belirsiz elmalı tart yapan amatör bir ahçı elmalı tartıyla rahat rahat parmaklarımı yememi sağlar. bir de utanmadan enginar koymuşlar menüye. 3 tane polar battaniyem var ama soğuk soğuk terliyorum, oldu mu şimdi. Neyse ki yastık rahat ve nne kadar manasız ve aptalca yazılar yazıcak olursam olayım üşenmeyip okuycak arkadaşlarım var (dimi ama?!)
Canticle.
Mavi düğmeye basınca menüye dönüyorum. yeşilde harita var. yine iyi dayandım. (jude bu mavi tişörtün yazısı mor olmuş?)
Unutulmayanlarda Eagles, Led Zeppelin, Pink Floyd, Elvis, Hendrix, Rolling Stones, Beatles, Dean Martin, Frankie, Barry White ve King Crimson var. Kolombus naber? Canticle birsin Moonchild dinliycem.
iyi geceler.
yada iyi günler
yada iyi .. herneyse
istiyorum ki kimse soğuk soğuk terlemesin.
not: Batticon insanı bak led zeppelin de beatles da unutulmayanlarda ne güzel ikisi de iyiki bu gezegende.
çok sonradan not: kadıköydeki sadece donlu deliden miamide bi günde 3 tane gördüm. gitmesseniz bişey kaybetmiyosunuz.
30 Haziran 2009 Salı
Such A Lovely Place, Such A Lovely Face (!!)
Yorgundu. Rahatlıkla diğerlerinden ayırabilmek için valizine bağladığı turuncu kurdelaya ilişti gözü. Yorgundu. Kurdela da çok turuncuydu.
Valizini sürükleye sürükleye götürdüğü otel odasının kapısını araladığında nelerle karşılaşacağından bihaber içeri girdi. Çiçek desenli yatak örtüleri, kimsenin asla kullanmadığı otel gardırobuyla uyumlu gözüküyordu. Banyo kapısı 70lerden bu yana açılmamış gibi dursa da idare ederdi. Asıl şok ise odaya uykulu gözlerini iyice açtıktan sonra bakmasıyla geldi.
Kaloriferin üzerinden dalga dalga yükselen islerin duvarda oluşturduğu siyah modern sanat eseri tavana kadar uzanıyordu. İs izlerini gözleriyle takip ettiğinde karşılaştığı manzaraysa çok daha ürkütücüydü. Yaklaşık 3 aydır kimsenin rahatsız etmediği bir örümcek tavanda bir duvardan başlayıp köşeyi dönerek diğer duvara da yerleşen bir ağ örmüştü kendine.
Örümcek standartlarında malikane bile denilebilirdi.
Bir türlü kapanmayan ve aradan hava sızdıran balkon kapısını açtığında içeri hücmeden rüzgarla örümcek ağının dans ettiğini gördü. Daha korkunç olamazdı.
Kendisini endüstrisi gayet gelişmiş bir ilçede doğal hayatla bu kadar iç içe bulunca yüzünü yıkaması gerektiğinden banyoya yöneldi. Kapıyı açtığında gözüne ilk ilişen şey klozetteki derin çatlaktı. "Lanet olsun klozetimiz kırık" diye düşündü ama örümcek ağından sonra fazla önemsememesi gereken bişeydi o. Lavaboya yöneldi, zaten banyo da ufacıktı.
Suyu açtı, elini sabunladı, yüzünü yıkadı, suyu kapattı.
Suyu kapattığından emin olamadı, suyu kapattı.
Suyu kapattı, ama su lavaboda kalmakta ısrarcı davranıyordu.
Artık bir yetkiliyle görüşme vakti gelmişti.
Ama kimdi o yetkili?
Resepsiyonu aradılar, kat görevlisi sıfatıyla biri geldi.
"Klozet için bişey yapamayız, idare edersiniz" dedi.
Lavabo için 'Lavabo-Aç' getirdi.
Örümcek ağını gördü, baktı, inceledi.
"Haftaya badana yapılıcak diye duvarları ellemedik biz" dedi.
Evet, 3 aydır badanaya hazırlanıyor olmalılardı.
Süpürgeyi tavan boyunca sağa sola sallayarak örümcek ağından kurtuldu, ama parçacıklar nereye düştü asla bilemeyeceklerdi.
Bir hafta boyunca Angie iki kişiyle birlikte Merzifon Öğretmen Evi'ndeki bu odada yaşadı. Acınası durumları ilk 3 gün kimse odaya temizliğe gelmeyince daha da vahim oldu.
Kötüleşen durumları, onlar otelden ayrılana kadar banyoları ve dökülen saçların yerde yaptığı desenler temizlenmeyince iyice berbat bir hal aldı.
Sadece 21.00-00.00 saatleri arasında kullanılabilen sıcak su ise otelde kaldıkları son gece hiç akmadı. Sıcak su vanası çevrildiğinde musluktan gelen bir ti boru sesinden başka birşey değildi.
Artık evinde olan Angie, kendinden 3. şahıs olarak bahsederek bir blog yazısı yazma kararı aldı. Gün içinde uyuduğu tertemiz yatağı ve mükemmel banyosu ona büyük bir huzur verdi.
Ama Angie Merzifon'daki otel odasını, rüzgarda dans eden örümcek ağını, beyazdan kahverengiye dönmüş duş perdesini ve sıcak su yerine gelen 'tısss' sesini asla unutmayacak.
(Merzifon'la ilgili anlatmak istediklerim aptal bir otel odasıyla sınırlı diil tabii ki de. Yine de şimdilik böyle kalsın, ben de iyice uykumu aldıktan sonra daha güzel olan şeyleri yazıyım..)
29 Haziran 2009 Pazartesi
22 Haziran 2009 Pazartesi
20 Haziran 2009 Cumartesi
Kurgu 1

Ekim 2084/Edinburgh
Sigarasından derin bir nefes alıp geri kalan yarısını yere attı,botlarıyla ezip söndürdü.Havada inanılmaz bir nem ve ter kokusu hakimdi,kusmak istiyordu.
Az ileride arabanın içinde duran iki adamına baktı.Yeni temizlikçiler bunlar olmalıydı.
Tanrım...kaç yaşındaydı ki bu çocuklar?
"En fazla on dört on beş" diye düşündü.
Ellerinde silahları şen şakrak işlerini yapmayı bekliyorlardı.
Cama yaklaşıp tıklattı.Gençler tehditkar bir ifade ile camı tıklatana dönseler de kim olduğunu görünce arabadan çıkıp saygıyla selam verdiler:
-Bay Caine.William Caine değil mi? Özür dileriz efendim başkası sandık.
Çocuklara direktiflerini verip temizlikçi kıyafetlerini giymeleri için izin verdi.Bu arada kendisi de aracının arkasından torbaları çıkardı.Bunlar,büyük,siyah ve kesinlikle tekinsiz görülen torbalardı.
Torbaları dışarı yığmış,hazırlıklarını yapmışlardı.Kolay bir iş olacaktı.William'ın sevmediği türden yani.Ne zaman biri yaşamak için mücadele etmese,suçluluk duyardı yaptığından.
Etrafına baktı.Savaştan beri pek gelişmemiş,yıkıntılardan bozma bir kenarmahalleydi gördüğü.Şaşırtıcı değildi sonuçta.Adanın,Dünyanın her yeri bu haldeydi neredeyse.O'na ilginç gelen ise,genelin aksine toplu değil de tek bir temizlik yapacak olması idi bu akşam.
Düşünmedi,düşünmezdi pek.Bu "Cesur Yeni Dünya"da hayatta kalmasının tek yoluydu düşünmemek ve bir piyon olmak,işe yaramak... Kravatını düzeltti,ceketini ilikledi ve işaret verdi:
-İçeri giriyoruz.
DEVAM EDECEK,EDİYOR...
Hikayenin devamını www.barioo.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz. Oha çok pis müşteri çaldım.Ama kızmayın,millet kaçırmasın diye buraya koydum.
19 Haziran 2009 Cuma
Metro News One
Eh madem Fermium böyle mazaretlerimizi saydı, ben de bir iki bişey söyliyim de ondan sonra yazmadı demesin sevgili okurcanlarımız.
Şimdi efendim bir Topluma Hizmet Projesi için Merzifon'a gideceğim yarın 21.00 sularında, o yüzden 29 Haziran'a kadar internetten ve dolayısıyla blog'dan uzak olacağım. Onun dışında finallerim yeni bitti, yeni soluklandım, o yüzden şimdilik benden pek de birşey beklemeyin:)
Şimdi gelelim önemli mevzulara:
Mahavishnu goes solo.
Mahavishnu yıllar önce başladığı, ama sürekli ara verdiği ve bayadır yazmadığı Dream Country adlı blog'una geri dönmüş. Linkini sağ taraftaki Diğerleri kısmında bulabilirsiniz!
Çılgın Bediş vs. MysteryMan
Bir süredir OSDM'de devam eden, çocukluk travmalarımızın dövüştürüldüğü türlü round'ları takip ediyorsunuz diye düşünmekteyim. Artık Part One'ın sonuna gelmiş durumdayız ve kazananları kura sonucu belirleyerek diğer kazananlarla dövüştürücez. Ama bunun için son bir round yapalım diye düşündük, ben de daha önce hiç dövüş yaptırmadığım için tam karar veremedim kimler olsun. Yine de aklıma Çılgın Bediş geldi bi kere.
O yüzden sorarım sana blog ahalisi:
Çılgın Bediş'in karşısına hangi güçlü ve travmatik karakteri çıkartalım?
Önerilerinizi yorum kısmından takip edicem, en mantıklı (evet doğru ya bizim aylardır yaptığımız round'lar hep mantık çerçevesinde gerçekleşti) tercih hangisiyse onu blog'a taşıycam.
Şimdiden öpüldünüz okurcanlar, bir hafta sonra görüşmek üzere!!
bölüm 5
the mazeretler...
mahavishnu's side: ben kafa iznimi kullanıcam artık biraz entel adam olucam eski bloguma beklerim herkesleri
angie's side: yeaaaa banane yeeaa ben gidicem çocuklara bişeyler göstericem işim var bidi bidi bıkbık..
kolombus's side: elimize geçen bilgilere göre kolombus internetcafehakemliğine başladı. haftada bilmemkaçlira para alan arkadaşımız aa gelsene hadilerimize red cevabı verir oldu. yazsa keşke film milm bişey bişeyi yaz hakemlik yaparken günlük tut onu yaz diyip evine gönderiyoruz kendisini
jude's side: hmm ahh bacaklar.. gulp* tamam teyze geliyorum ooof of (anlayan anladı ehuehu)
osmancık's side: beeeeeeeeeaaaaa saçlarım uzun benim ööö
batticon's side: msn cik insanda en son hamburg yolcusu kalmasın gibi bişey yazıyodu yolcu da olabilir dalga geçiyo da olabilir..
beni sorarsanız okurcan ajandama bakmam lazım bi günüm boş kaldı o da haftaya cumartesi pazar onda da bavul hazırlıycam.
temmuz başında görüşürüz falan
eskiden zinde olurdum şimdi enerjim kalmadı. sündürüldük ey halkım unutma bizi (we love cemdinlenmiş)
saygılar sevgiler..
not: patates ne harika şey
mahavishnu's side: ben kafa iznimi kullanıcam artık biraz entel adam olucam eski bloguma beklerim herkesleri
angie's side: yeaaaa banane yeeaa ben gidicem çocuklara bişeyler göstericem işim var bidi bidi bıkbık..
kolombus's side: elimize geçen bilgilere göre kolombus internetcafehakemliğine başladı. haftada bilmemkaçlira para alan arkadaşımız aa gelsene hadilerimize red cevabı verir oldu. yazsa keşke film milm bişey bişeyi yaz hakemlik yaparken günlük tut onu yaz diyip evine gönderiyoruz kendisini
jude's side: hmm ahh bacaklar.. gulp* tamam teyze geliyorum ooof of (anlayan anladı ehuehu)
osmancık's side: beeeeeeeeeaaaaa saçlarım uzun benim ööö
batticon's side: msn cik insanda en son hamburg yolcusu kalmasın gibi bişey yazıyodu yolcu da olabilir dalga geçiyo da olabilir..
beni sorarsanız okurcan ajandama bakmam lazım bi günüm boş kaldı o da haftaya cumartesi pazar onda da bavul hazırlıycam.
temmuz başında görüşürüz falan
eskiden zinde olurdum şimdi enerjim kalmadı. sündürüldük ey halkım unutma bizi (we love cemdinlenmiş)
saygılar sevgiler..
not: patates ne harika şey
9 Haziran 2009 Salı
aergkhlj..
-şu çiçeğin adını bulana benden bi dondurma!
- kitaplığımın en üst raflarında kutsal kitap olarak Yüzüklerin Efendisi üçlemesini bulunduran insan bitanesin sen!
- şu şampuan, cif gibi sabunsal hedelerin kapaklarının yanında kuruyup tortulaşan kalıntılar görünce içim bir fena oluyor, başım dönüyor, midem kalkıyor, hop oturup hop kalkıyorum ne desem bilemiyorum.
- geçen gün otobüste gidiyordum. körüklü tabiiki. e körüklü olunca tabi ki körükte duruyorum gitmiyorum. Geçen gün bir teyze geldi yavaş yavaş geldi, durdu yanımda, onun yanına başka bir teyze derken bi başka teyze daha tabi yer vereyim diye kaydıkça kayıyorum. derken şöför demez mi arkaya ilerleyelim diye bibaktım teyzeler beni yola sürüklemişler, arkamdakiler "bi gitse de ilerlesek artık" bakışları atıyolar bana hemen tee arkakapıya koştum. acıbadem civarındaydım angie'yi andım. ama teyzelere çok kalbim kırıldı. ayakları şişesiceler, sesi büzüşeciseler. ucuzluktan terlik bulamayasıcalar.
-kirazın gelmesi demek çok mutlu olmak demek okurcan. kiraz mevsiminde küsler barışır, çöpler değişir. dünya güzel bi yer olur. herkes küçüklüğünü hatırlar. 8 yaş altı kızlar kirazdan küpe yaparlar 48 dakika boyunca onlarla dolandıktan sonra anneleri kızar ve kirazlar yenir.
- sen hiç yumurtayı kucağına alıp bi gün boyunca bekledin mi, ben bekledim. evet çünkü küçükken çok salaktım. halbüse al bi kuluçka makinesi, ne dert kalır ne tasa...
- nerede bir beyaz lacoste giyen var orası şenlikli, çünkü beyaz lacoste'lu hep güler, çok güzel dişleri olur. tombiktir o hafif.
- başkasının dinlediği müziğin melodisini duyabildiğinde bir led zeppelin dinlediğini bir queen dinlediğini anladığın an çok mutlu oluyosun bence. karşındakinin elini tutup hayatı boyunca çok başarılı olucağını, istediği herşeyi yapabiliceğini söylemek istiyorum. ama gülümsüyorum ya aslında diğer türlü yapmak lazım.
- ve evet sen eğer sen o unuttuğu bademi cebinde bulan insansan, çok mutlu olduğun çok bariz
- if you hear a crack by the time you step and if you turn and examine the wreckage to see if it was a snail, i think you have pink cheeks, and a marvellous heart
not: neden sonu ingilizce yazdım çünkü wreckage ve marvellous yazması çok keyifli..
8 Haziran 2009 Pazartesi
5 Haziran 2009 Cuma
through the roof..

"who could think of a better punishment. everything is the same just a little worse". gerçekten de aklıma daha iyi bir ceza gelmiyor. dikkat bu yazı yüksek miktarda spoiler içerir. izleyecekseniz okumayın.
"for those who haven't seen the movie yet i'll write another entry soon."
"for those who haven't seen the movie yet i'll write another entry soon."
gülümseyemeyen insanlar, yıldızların dahi olmadığı kapkara bir gökyüzü ve sadece o an önemsiz olduğunda yapabildiğiniz ufak mucizeler.. filmi eğlenceli kılan bi dolu şeyden bahsetmeden önce bu ufacık detaylar bile inceden inceye düşünülmüş. filmin başında tom waits in çatal sesiyle plaktan çalınan "dead and lovely" filmin atmosferini zaten en baştan belirliyo. ama zia'nın intihar etmeden önce hertarafı silip tam da ölüm anında hafifçe uçuşan bir toz yığını.. evet evet çok büyük bir hüsran. avusturyalı patron/ev arkadaşı ise zia'nın yeni soluk dünyasını daha da oraya uygun yapan insana bıkkınlık getiren bi adam. neredeyse barney ve ted'in tanışması tadında eugene'le tanışması. bütün ailesinin burada olması. akabinde eski sevgilisinin de intihar ettiğini öğrendiğinde suratında bir mimik oluşamaması gülümseyememesi. koltuğunun altında karadelik olan ve farları yıllardır çalışmayan bir arabayla gogol bordellosal şarkılar eşliğinde dolaşan eugene ve zia enteresan bi otostopçuya rastlarlar. arabanın karadeliğinde kaybolan gözlükler eşliğinde bi yolculuktan sonra mikal kızıp gider. ama olsundur gene rastlaşırlar desiree'nin izini sürmeye devam ederlerken farlar çalışır ve yolda yatan kneller'ın kampına giderler. garip garip insanlarla tanışırlar. kneller'in köpeğini bulmak için çıktıkları yolculukta zia ve mikal deniz bulurlar(ehehaha). köpek yüzünden bi salakla muhattap olurken zia desiree'yi görür.. anlaşılan o ki desiree kafayı sıyırmıştır. zia bu aptal kızı ararken aslında mikal'ın ne kadar hoş biri olduğu şimşekleri çakar. ama bahsi geçen salak adam intihar edip helecanla beklediğimiz kneller(tom waits) in gelmesine sebebiyet verir. kamp dağılır bilmemne..
miğnvayıl mikal sürekli aradığı yöneticilerle konuşup dünyaya dönmüştür.. sabah zia eugene'in arabasını kullanırken karadelikten süzülür ve hastane'de uyanır. yanında mikal. film boyunca ilk defa karşılaştığımız o güzel bir çift sırıtış.. olması gerektiği gibi bitemeyen güzel bir masal
tam türkçe bi adı olamayan bir film wristcutters (bilekkesenleri saymıyorum). elimizde gerçekten kaliteli bir film var. hemde 88 dakika çok sıkmadan tadında bırakıyor filmi. mesela tideland, 2001 space odyssey filmlerinde insanın gözü ister istemez saate kayar "off ne zaman biticek bu" replikleri kaçınılmazdır. başından beri gülümseten küçük detaylar. trajikomik bir hikaye. etkileyici ve inandırıcı ortamlar. öyle ki göründüğünde terkedilmiş olduğunu saniyesinde anlayabiliceğiniz çölümsü yollar.. vesaire. hem zaten film oyuncularıyla ilgimi kazanmış durumdayken bir de yemek yiyip, bira içmeye, hele bi de çişe gitmiyolar mı... yerim ben onları..
eugene'i oynayan shea whigham'ın oyunculuğu lokum gibi. kendisinin bir rus olmadığını hatta floridalı olduğunu biliyormuydunuz.. ve baklava kıvamlı oyunculuğundan ötürü mikal olan shannyn sossamon'u ayrıca tebriklere boğuyorum. nihayet tom waits. sempatik tavırlarıyla ve mütişsonik sesiyle konuşurken salyalar saça saça dinlemesi bana düştü. nedense zia biraz silik geldi bana.. daha çok diğerlerinin hikayesi anlatılıyomuşçasına silik. belki de sürekli iyi oyunculukların altında ezilmesi olabilir bu. zaten film ana olarak "Kneller's Happy Campers" hikayesine dayandırılmış olay oralardan yola çıkılmış bir senaryo adına gerçekten güzel. bmd notu 10 üstünden 8
1- zia silik daha önce dediğim gibin
2- soluktu renkler hııhıııı ama mikalın üstündeki o kazak çok güzel kırmızı ben öyle şemsiye istiyorum..
en kısa zamanda görüşcez benden kaçamazsınız
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)