1 Ekim 2009 Perşembe

Bakın Ben Ne Buldum.

"Mango'dan aldığı bluzünü yatağına attığında askılar arasında yada kabinde geçirdiği, kasada beklediği tüm zamanlar aklından uçmuş gibiydi. Üzerindeki kocaman M amblemi artık ona cazip gelmiyordu. Koltuğun üzerine atılmış kotunu gördüğündeyse alışverişe gitmeliyim diye düşünmüştü. Halbuki kot eski diildi, sadece onu fazla sıkmıştı; eski diil, kenara atılmıştı..."

Maşvişnu!!:

heey...

Maşvişnu!!:

the tiki..

Angie:

"Telefonunda Berkcan'ın adını gördüğündeyse bir "hıh" sesiyle telefonu meşgule aldı. Doğumgününde kontörü olmadığı için mesaj atamayan Berkcan affedilicek gibi gözükmüyordu. Msn'e geri döndü, kız arkadaşlarının adlarını sonlarına 'mM koyarak nikine yazarken araya kalpler ekledi. Gözü tekrar telefona iliştiğinde, Samsung'un yeni çıkan modelini düşünüyordu..."


Bunu baya önce yazmıştım ben Maşvişnu'ya. Ama demek ki o Tüketim Krallığı yazısının formatı da burdan geliyo, unutmuşum ben.


27 Eylül 2009 Pazar

aslında

ehm.. 

sayın okurlar.. biliyoruz ki bizi sık kullanılanlara eklediniz ve ordan takip ediyosunuz ama eğer gmailsel bi insansanız blogger izleyicileri çok rahat. hayatı sizler için kolaylaştırmak içinn burda olan fermium un yana eklediği izle butonuna basarak rahat rahat yeni bişey yazılmış mı bakabilirsiniz ve en üstteki follow blog ya da heralde blogu izle olan minik butonu aramaya kalkmanız gerekmez.

bi yandan da bize "ohaa ne güzel insanlar bizi severek ailecek izliyolar yıhyıh deme imkanı tanırsınız"

the who güzeldir.
yeni bi blog mu geliyo acaba bide kardeşlere?

25 Eylül 2009 Cuma

ne desem bilemedim.

Bugün kimya dersimiz vardı.
Yıllar sonra ilk defa bu kadar dikkatli baktım periyodik tabloya.
Ve bir anda sekizinci sınıfa geri döndüm.

Fermium ile aynı sınıfta olduğumuz zamanlarda, sınıf duvarımızda devasa bir periyodik tablo vardı ve Fermium bu tablonun hemen önünde otururdu.

Bugün periyodik tabloya baktığımda tekrar gördüm o elementleri. Er ve Fm.
Ya da ER ve FM.
Ya da Elenor Rigby ve Freddie Mercury.

Biz kendimize bu kısaltmaları seçmiştik. Naparsınız, gençtik o zamanlar.
Blogu kurunca ben Angie'yi istedim, Elenor Rigby aklıma bile gelmemişti açıkçası. Ama Freddie Mercury'nin Fm'i Fermium oluverdi işte.

Şimdi, üstünden 3 sene geçmiş olmasıyla bu elementlerin periyodik tabloda birbirlerine bu kadar yakın durduklarını unutmuşum.





Hayatımı metaforlarla yaşıyorum.

60s got spirit!

bi öncekinin hippi versiyonu...
angie burda olsun isterdim 
not:tavandan sarkan resimleri de kim yapmış acaba...
















24 Eylül 2009 Perşembe

hair no more

Okul, saçlarım,okul, saçlarım.

Gerçi kısa da yakışmadı değil.

yakınmalarımdan farklı amaçlar için kullansam şu blog'u daha hoş olacak gibi. öyle olsun bakalım

U2 geliyormuş, 6 eylülde. Bir sene sonrasına konser mi olur dedim. Ayrıca Bono'nun fikrini değiştiren neymiş merak ettim.

Hmmpf.

-Dün Jude bize gelip gitarımın tellerini değiştirdi.
Lighttension oh-yes!

-Peki babamın hiç alakasız, konuyla bağlantısız, bambaşka ve ilgisiz bir yerde, "oh-yes kaan sezyum" demesi? Ben hiçbişeyle bağlantısını kuramadım. Yani Oh-Yes'le Kaan Sezyum arasındaki ilişki bariz de, bunu evrenin geri kalanına ve babama nasıl bağlamalıyız?

-Dün Jude'u kapıdan uğurlarken "Hahaha! Yarın sizin de okulunuz açılıyo!! *babayadöner* Baba biliyo musun bugün Jude'un yaz tatilinin son günü!!"

Babam ne dese beğenirsiniz?

"Bunun psikolojide bi adı var."

Şeyy... Teşekkürler baba!!

-Ben orda "sadistlik" olarak düşünmüştüm, ama okulları ben açmadığım ve Jude'a doğrudan acı çektirmediğim için sadist olmuyomuşum.

-Kendime psikolojik tanım ararken başka bişeyle karşılaştım. Demek ki bunlar da var: http://en.wikipedia.org/wiki/Self-defeating_personality_disorder

-Sırf müzik dinlemek için bile giriyorum: http://sourtimez.blogspot.com/

-Zaten müzik dinlemek için giriyorum: http://sourtunes.blogspot.com/

-Angie Goes Solo.

En sona bıraktım ki şey olmasın hani. Şey.
Ortadan Sıkılan Diş Macunu, bir blogu olursa asla yazmayacak olduğuna inanan ben için ilk gözağrısı oldu. Bi eşik gibi. O yüzden şimdi kendi bloguma taşınmış olmak azıcık suçlu hissettiriyo. Ama sırf bi tane ekstradan blog var diye Diş Macunuma sırtımı dönmüş sayılmam! Hala yazıyorum buraya.
İnanmazsanız yukardakileri bidahabidaha okuyun!


Leftover Teacups.
Biraz daha kişisel, biraz daha içsel bişi olsun istedim, böyle bişey oldu.
Umarım beğenirsiniz.
Ve umarım bana bu yeni blog olayı yüzünden kızmazsınız.

Öpüldünüz canlar.
Okur-canlar.

Songs Named After A Girl

http://www.youtube.com/watch?v=ErPsx8zdnX4

Angie.

ehehe.
ehe.
eheheheh.

sonradan gelen editsel:
kızımın adını Leyla koyucam.

20 Eylül 2009 Pazar

bir dile hakim olmak yada turkce laf savurmanin verdigi dayanilmaz hafifligin agir basmasi

fermi- how much discount we can get?
kadin- 15 percent off
(3 dkk sonra)
f- %15?
k- 15 percent off
f- $ 15
k- 15 percent off*

*"gerizekali!" manasinda bakmak
**hakim olamamak

------------------------------------------------

topsektirenanimatorumsuzenci- now say oh yeah oh yeah
now say oh yeah ouw yeaaa
now say oh yeah ouw yeaaa
now say oh yeah ouw yeaaa
f- mhmmmmffm*
* "tamam be bi sus artik bikbikbik nereye kadar be"
-------------------------------------------------
f- what's the name of this fruit?
kadin- luakuta!
f- luakuta
k- luakuta!
f-.... thank you
k- luakuta
f-... (uzaklasir)*

* "eyvah eyvah kesmesin beni"
-------------------------------------------------
random lakeside
adam- ouch aehuaeh (fotoraf makinesini yere dusurmustur)
f- Hrhs/rhaharrmrmnahnahnah *
anne- sakin ol fermium
*adam elindeki nikon 80 i yere dusurmustur ve sadece tatil fotoraflari cekmektedir. "su katilmamis bir ayisin seni capon"
--------------------------------------------------
(fermi tezgaha yaklasir)(tezgahta beatles tisortleri vardir)
adam- beatles fan?
f- yeap!
a- ... .... last night I was in a tribute concert to Paul McCartney 70s. God that really rocked!
f- hmm.. ok*
*alicaktim aslinda ama simdi almak istemiyorum bana gidemedigim konserlerden bahseden gergedan suratli okuz
---------------------------------------------------
yer: italyan mahallesi
olay:bi cesit festival
hede: muzlu cukulata .. cukulatali muz
adam- 1?
f- yes!
kadin- 3 dollars
a- were you here a week ago?
f- no?
a- oh! so this is new to you! ehahhahah
f- ... thank you*
*2. kez niye aliyim ki sanki nukleer fuze yapiyosun. muzu cubuga gecirip buzluga aticam sonra erimis sicak cukulataya daldiricam bekliycem. salak.
----------------------------------------------------
bitti.
gelicem.
haftaya.

19 Eylül 2009 Cumartesi

şöyleböyle.

azıcık tırt antivirüs programım avira'nın bütün sistem taramasına verdiği adın "Luke Filewalker" olması.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Watch Her Disappear


last night i dreamed that i was dreaming of you
and from a window across the lawn i watched you undress
wearing your sunset of purple tightly woven around your hair
that rose in strangled ebony curls
moving in a yellow bedroom light
the air is wet with sound
the faraway yelping of a wounded dog
and the ground is drinking a slow faucet leak
your house is so soft and fading as it soaks the black summer heat
a light goes on and the door opens
and a yellow cat runs out on the stream of hall light and into the yard

a wooden cherry scent is faintly breathing the air
i hear your champagne laugh
you wear two lavender orchids
one in your hair and one on your hip
a string of yellow carnival lights comes on with the dusk
circling the lake with a slowly dipping halo
and i hear a banjo tango

and you dance into the shadow of a black poplar tree
and i watched you as you disappeared
i watched you as you disappeared


Bunun bir şiir olduğunu zannedebilirsiniz.
Ama değil.
Bu bir Tom Waits şarkısı.
Tom Waits'in konuşur gibi söylediği, sigara ve içki içinde bekletilmiş sesiyle içinize işleyen bir şarkı.

Bir adamın genç bir kadına aşkı.
Daha güzel benzetmeler kullanamazlardı.

13 Eylül 2009 Pazar

HOLY WRAP


Literal Video.

Literal Video diyince pek de bişey anlamamış olabilirsiniz, zira ben de GSB'lere yaptığım İzmir seyahati sonucu aydınlandım bu konuda.

Literal Video denen olay aslında bir isyan bayrağı bence. Müzik videolarının şarkıyla uzaktan yakından alakası olmaması, saçmasapan görüntüler eşliğinde şarkılar söylenmesi, adeta hikayeler yazılması, oynanması, ondan sonra iyice saçmalanması gibi durumlara bir başkaldırı.

Çünkü Literal Video'ları yapan insanlar orjinal şarkının melodisine sağdık kalarak üstüne söz yazıyorlar. Hem de sadece video'da gördüklerine dair oluyor bu yeni şarkılar.

Youtube'da çok kötü örnekleri de var, ama siz yine de deneyin keyfinize göre.
Ama size tavsiye edeceğim iki tanesi var ki, çok şahane.

Total Eclipse Of The Heart
http://www.youtube.com/watch?v=lj-x9ygQEGA&feature=video_response

Penny Lane
http://www.youtube.com/watch?v=1yJ2yWvGnkI



RANDOM COP.

Kaleidoscope Cake.



Bu kek beni benden aldı.
Kaleidoscope mu deseniz,
Psychedelic mi deseniz,
Hippie mi deseniz ben de bilemedim.

Tadı nasıl olur bilmem ama duruşu baya neşelendirici.

(dontcopymystyle'dan çalmak gibi olmasın ama, bu keki blog'a koymazsam ölürdüm. Sweet Tooth da baya yeni bir blog sanırım, çok post yok. Yemek tarifleri koyucakmış hissi yarattı siftah yazısı.
Deneyelim görelim.)

12 Eylül 2009 Cumartesi

ilk gün. (2 hafta gecikmeli)

5.10 da kalktım. hayır deli değilim okula gitmem lazım. İstanbul'da bu saate kadar falan sabahlanılırdı. imamlara acıyorum, hep acırdım zaten. daha gökyüzünde yıldızlar var ve gece yarısında uyanmışım kadar karanlık bi de etraf işte ona kahretsin. aynaya bakıyorum ve bi çift küfreden göz ve kıvırcık saçlar var. içeriden de sesler geliyo. ev ahalisi bu sefer benle kakmış olabilir tabi, yarın o da olmaz ona da kahretsin. odada biraz dolaşıyorum, saatin normal olduğuna inanmak için pencereye bakmıyorum. bide güneşle uyanırım falan diye perdeyi falan açmam. ne biçim saflık..çanta da külçe gibi ağır zaten.. tamam bi dakka mutlu gözükmeliyim.

Şimdi burda neden makyaja izin var anladım. herhangi nefes alan ve uyuyan bir yaratığınbu saatte uyandıktan sonra normal ve güzel gözükme ihtimali gerçekten çok düşük ve istisnalar kaideyi bozmuyo bu durumda...

off nası anlatsam? bu öyle bi saat ki "neyse sabah çalışırım" demeye kendi kendine izin vermiyo. mutlu olmam ve kahve içmem lazım. ama kahve dişleri sarartırmış.

Not: burda size nası ilk gün derslerime gidemediğimi, kaybolduğumu, aç kaldığımı ve bir ahmak tarafından düzeltildiğimi yazabilirim. ama süpermen bunu yapmıyosa ben niye yapıyım?

2.not: "ahmak" ın kim olduğunu hatırlamıyorum ve süpermeni hiç sevmem.

10 Eylül 2009 Perşembe

dontcopymyblog.

Angie gururla sunaarr!!

Bu seferki kardeş blogumuz tam bir şekerpembesi!
Aslında hepinizin yorumlarından tanıdığı dontcopymystyle, şimdi de bloguyla aramıza katıldı. OSDM'nin en sıkı takipçilerinden ve yorumcularından olan bu güzide insanı dün akşam sıkboğaz/taciz etmem sonucu güzel bir karar verip bir siftah yazısı yazmış, kendini tanıtmış, hatta arada adım da geçmiş, beni çok sevindirmiş.

İleriki içeriğinin ne olacağı konusunda bir fikrim yok ama şimdilik hayattan kesitler sunacağa benziyor diyelim. (şaka maka ilk post'u beni de çok anlatan bir post olmuş.. soruyorum size hani açıklıyodunuz sınıfları?!?!)

Bence takip edilesi.
Ha bi de sevilesi.



Güzel.

Bazı şeyler vardır, kavramlar, nesneler, görüntüler, duygular vesaireler, karşılaştığınızda bir sürü sıfatla anlatırsınız onları. çok muhteşem! çok şukela! "über"! naçizane! çok harika! çok acayip! inanılmaz! uzar gider...

Ama yine bazı "şeyler" vardır ki, karşılaştığınızda
tek bir şey söyleyebilirsiniz, daha fazlası yeterli olmaz, yukarıdaki derecelendirmeleri diliniz yakıştırmaz. sadece tek basit kelimelik bir tanımlama;

Yüzünüz daha duygularınızla değişmeden, o düz halinizle,

"Çok... Güzel..." dersiniz. daha fazlası çıkmaz. tanım kaldırmaz o "şey" güzelden başka. çünkü hiçbir ekstraya ihtiyaç duymaksızın, "güzel"dir o.

işte o gün, San Torini adasının en yüksek yamaçlarından birine çıkıp, ilk defa aşağıdaki manzarayı gördüğümde tam olarak bunu yaşamıştım. Ne manzarayı, ne de az önce denediğim üzre duygularımı yeterince betimleyemem gerçi ama, paylaşmak istedim sadece bu şekilde.




9 Eylül 2009 Çarşamba

Şahanesonik Reklam



İyi göremeyene hemen söyleyelim:
reklam "permanent marker" reklamı.

6 Eylül 2009 Pazar

spirit rally

  • lütfen göz sağlığınız için fotorafları büyütmeyiniz.
  • bu fotoğraflar fermium un yeni güzel mütiş okulunun ruh pekiştirme günümsü gününde çekilmiştir.
  • fermium vidyoları koyamadığına çok üzülmüştür, ve başı çok yoğun olmayan reinforcement lerine yollamıştır ki müsait oldukları bi zaman konulabildiği kadar konsun
  • fermium hepinize güllaçlı günler diler. güllaç sözüyle burayı yeni keşfeden birisine selam çakar. ama selam edilen kimse doğal bi şekilde gelip burayı bulana kadar burası böyle kalacaktır.










sev-gi-ler
say-gı-lar

ps: müsait bi anda her haftanın ilk sabahı nı falan yazıcam 

5 Eylül 2009 Cumartesi

final round


tamam belki sıkıldınız ama şu olaya bi karar verelim hangisi döver






4 Eylül 2009 Cuma

ve acılar fermiumu bulur.


el öpmekle dudak aşınmaz belki ama son 20 dakika içinde acı bi şekilde şunu keşfettim cips yemekle dudak aşınır. 

3 Eylül 2009 Perşembe

Skittlicious!

Taste the rainbow.

Mottosunu fazlasıyla hakeden, pembe renk skalasının her renginden bir insanın blogu.

Biz de yeni keşfettik.
Siz de keşfedin diye de kenara koyduk, yeni bir kardeş blog edinmiş olduk.

Bahadır Baruter çizimlerinden, şahanesonik fotoğraflara herşey var. Yeni sayılır, kısa sayılır ama GSB azmiyle bu çoksüper bloga devam eder eminim ki..

Ayrıca OSDM ahalisi olarak (en azından ben?) blog'unun rengini şeklini boyunu posunu çok kıskandım. Ne güzel bir template'tir o..
Biz neden Google'a kaldık soruyorum Maşvişnu..?

O diil de...

GSB'yi ne kadar sevseniz az, o öyle bi insan.
Blog'unu da sevin, sonra az gelmesin.



kalleş 7 numara


7 numara an itibariyle fermium'u öldürmektedir.


 yeni ay a angie nin izinden ördeklerle başlıyalım istedim. hayır yeni ay ın tıvaylayt la ilgisi yok. ayrıca elimize geçen son habere göre nurtopu gibi bi yeni kardeş blogumumuz oluyo. uykum geldi benim. sağlıcakla kalınız.

ps: yeni rozet; "sarcasm is just one more free service we offer"
          güzel değil mi!!

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bu yazıda küçük çocuklar var. Bi de bir iki bişi daha.


-başını elleri arasına almış, denize karşı yemek masasına uzanarak ayaklarını sallayan küçük çocuk!! seni seviyorum.

-dün 4 yaşında iki çocuk, 38 yaşında bir anne ve aramıza daha sonra dahil olan babamla su savaşı yaptık. gereken malzemeler: bir küçük şişme havuz, uzun bir bahçe hortumu, cozurcozur kumlar ve bir sürü kova. ondan sonra gelsin fırlatılan sular, "hiiiii!!!" sesleri eşliğinde serinleyen sırtlar, kahkaha ve çığlık ata ata koşturan sevimli çocuklar...

-türk kahvesinin yanındaki lokumları daima bana veren annem!! seni daha çok seviyorum.

-ey mahavishnu!! bu hafta izlediğim filmleri duyduktan sonra beni daha çok seviceksin: full metal jacket, shawshank redemption ve pulp fiction. oh-yes.

-kumdan kale yapıp üstünde tepinesim var.

-"çocukmamasandalesivaranne, çocukmamasandalesi!!" (yaş 2,5)

-şimdi ray ban'leri bob dylan gözlüğü olduğunu bilmeden takan ey yurdum insanı!! ilerde john lennon gözlüklerine aynısını yaparsan kızarım.

-aviator gözlükler modaydı bi ara, sonra wayfarer'lar moda oldu, bizim biricik yuvarlak camlı gözlüğümüz de bağdat caddesi eşrafının eline geçerse naparız? geçmesin.

-kahramanlarımız 2,5 yaşlarındaki küçükerkekçocuk ve küçükkızçocuk. küçükerkekçocuk oyuncak bebek arabası sürmeye çalışır. küçükkızçocuk yanına gelir.

sana öğretiyim mii?
*sessizlik*
bak böleee..
*sessizlik*

bu sırada kız arabayla uzaklaşır. erkek arkadan "hıııı" diye ağlamaya başlar. küçükkızçocuk arabayla geri döner. arabayı küçükerkekçocuğa verir, o da kullanmaya başlar.

yavaş giiit!! eveeeett.. işte böleee!!

düşüncelere boğuldum sevgili okurcan. bu kız ilerde nasıl biri olucak, merak içindeyim doğrusu.

28 Ağustos 2009 Cuma

26 ağustos

güneş ince bir şerit halinde suratına vurdu. ayağa kalktı üzerindeki hayali tozları silkeledi. takıntıları olan bir insan olmasından dolayı açıklayamadığı garip davranışları tekrar etti. kapının eşiğinden geçerken sol adımını atmadığı için geri dönüp sol ayağıyla mutfağa girdi.


sandiviçine sırayla domates peynir marul ve peynir koydu, peçetelerle ve streç filmle tekrar tekrar sardı. şekerini fazla koyduğu çayını musluktan aşağı boşaltıp yeni bi bardak koydu kendine. odasına gitti.
pijamalarını çıkarıp katladı yastığının altına koydu. katlı kıyafetlerini alıp giydi kendince hızlı olmasına rağmen yine de geç kalıyodu.


aceleyle çayını ve sandiviçini kaptı.
tam kapıdan çıkarken sarsak ellerinin tuttuğu kupadan birkaç damla halıya düştü, anahtarlığın yanına sandiviçini ve kupasını koyarak ve kapı eşiklerinde sol adım atarak ıslak bi bezle halının rengi açılıncaya kadar halıyı sildi. sonra ellerine bulaşan deterjan kokusunu çıkarmak için tam 15 kere elini yıkadı.


elleri her zaman kupkuruydu kullandığı hiç bi nemlendirici ellerini doğru dürüst etkilemezdi. norveçli balıkçılardan çok daha fazla yıpranan kocaman damarlı elleri vardı ve bu kocaman eller görünüsüne hiç uymayacak şekilde daima titrerdi.


kahvesini ve sandiviçini trafikte yiyerek işine vardığında saat dokuz buçuk olmuştu. patronu sinirli bir şekilde kapısında bekliyordu. mesai saatinin 7.30 olduğunu işe hiç bi zaman vaktinde gelemediği azarını kimbilir kaçıncı kez işitiyordu.


kapısını araladığında güzel bir elbise giymiş genç bir bayanın masasında oturduğunu gördü. kendisine uzun zamandır diş bileyen bir iş arkadaşı kıza bilgisayarda onun yaptığı işi gösterirken koluna hafifçe dokunuyordu.
o anda içinde öyle bir şey oldu ki sanki kız sevgilisiymişçesine içeri girip o sevimsiz ve sadece karşı odada duran boyunsuz herifi öldüresiye dövmek, suratını dağıtana kadar yumruklamak istiyodu. kocaman elleri ve o vardı sadece . ellerine baktı, her zamanki titrek terli ellerine.


geri döndü sağ adımıyla girdiği için asansörden çıktı. bi başkasına bindi arabasını hiç tanımadığı bi yere sürdü.
yanlız ve rahat olabiliceği bi yere. en azından bunu ümit ediyordu.. benzini bitene kadar gitti. deposu neredeyse dolu olduğu için hava karardığı zaman ıssız bi yerde bitivermişti benzini tabi aklına hiç gelmemişti ibreyi konrol etmek.


yanlız kalmanın verdiği heyecanla sandviçten başka bişey yememişti bile. tamamen ıssız olan yolda arabasının üzerine yatıp yıldızları seyretmeye başladı. bi müddet böyle devam etti. sonra uzaktan bir uğultu duyuldu. bi tır geliyodu. eliyle işaret yapınca koca tır duruverdi.



şöför ne istediğini sordu, kente gitmek istediğini söyledi. son zamanlarda otostopçuların şöförleri öldürmesi çok gündemde olduğundan şöför adamı almak istemedi. ne de olsa ceketinin altında herşey olabilirdi..
ceketini arabanın üzerine koydu ve tırın sürücü koltuğuna atladı. henüz 100 metre gitmişlerdi ki karşılarına bir geyik fırlayıverdi..


acı bir fren sesinden sonra bir el silah sesi duyuldu.


şöför aşağı indi 100 metre geride kalan cekette cüzdanı aradı bulamıyınca kulağının arkasından bir maymuncuk çıkardı ve teker teker arabadakileri tıra taşıdı. tırın arkasına hepsini özenle dizdi. silahı güzelce silip otostopçuyu arabasına taşıdı ve silahı özenle eline yerleştirdi. bütün işlerini bitirdiğinde şafak söküyordu.


tıra binmek istedi ama önce sağ ayağını kullandığı için inip tekrar bindi. tırı çalıştırdıktan sonra açık mavi gözleri yol kenarında görebiliceği otostopçuları aramaya başladı.

27 Ağustos 2009 Perşembe

düzeltme.. ve özür

fermium çokhatırlar uzun saçlı erkekler konusunda konuşmalarını geri alır..

saçlarını güvenle uzatabilirsiniz.

not: aradaki salak saç sendromu boyunca bana görünmemek şartıyla..
not2: okulun ilk günü sabahın ilk 20 dakikasında ne yazdığımı buraya koyucam cuma cumartesi yada pazar...
not3: evet hepinizi özledim.

25 Ağustos 2009 Salı

Oh mis.



fethiye'de yan taraftaki oteller zinciri parasailing yaptırıyo. kıskanmadım desem yalan.


bu da fethiye. bilmem benim hoşuma gitti bu. hafif klişeliği yok mu? var.



efendim burası bendenizin 4-5 gecelik yatağı. yıldızlı bi gökyüzü, kulakta ipod, rüzgarın salladığı hamak... daha ne istersin ki?



hurmalıbük diye bi yer. her yer hurma ağacı. insan falan da yaşamıyo. "bakir koy" tanımına cuk oturuyo. tekneyle gittiğinizde kimsecikler olmuyo. rakı-balık akşamı yaptık burda. deniz desen şahane. karasinekler fena ısırıyolar.


burası da hurmalıbük. fotoğrafta çok belli olmuyo ama o gördüğünüz vıngılvıngıl şeylerin hepsi balık. 4 metrelik suda teknenin göstergesi 1,5 metre gösteriyodu aşağıdaki balık sürüsü yüzünden. cücük kadar balıklar. 7 metre*2 metre*2 metre ebatlarında. çok ediyo.
işte böyle. fermi'ye özenmedim desem yalan olur.
ama hoşuma gitti böyle fotoğraflar post etmek.
öyle.
siyu.

Tamamıyla Can Sıkıntısı: My Own Ugly Stonehenge

karşılaştırma imkanı da sunuyorum:


24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galeta Ununda Kızartılmış

Baba-oğul karşılıklı oturmuşlardı. Bir örnek giydikleri beyaz pantolonları kaliteli ayakkabılar ve yaşlarına uygun tişörtlerle tamamlanmıştı. Susam soslu karideslerle, tuzlanmış balıklarla, limonlanmış midyelerle donatılan sofra hayli kalabalıktı. Çakırkeyif fikirler havada uçuşuyor, arada yüksek bir desibelde kahkahalar koy veriliyordu. “İçelim oğlum!” nidalarıyla karşısındaki oğluyla ilke bir iletişim kuran bu çok zengin babanın tatminkar bir ifadesi vardı. Rakı kadehleri tokuştukça tokuşuyordu. Arada garsonlara yapılan “Ondan da getir” çağrıları asla cevapsız kalmamıştı. Beyaz porselen tabaklar giderek sıkışıyor, birbirlerine tıslayarak gülen baba-oğul arasında bol mezeli bir köprü oluşturuyordu.

“Üniversite vakit kaybı yaa…” diyerek suskunluğunu bozan oğul, verdiği dahiyane demeçten son derece memnundu. Babasının onayını tarayan siyah gözleri kısa bir süre önce tuvalette, düzelttiği saçlarında gezinmişti. Babasının gevrek gülüşünü duyduktan sonra hızını iyice alamadı: “Okul parası desen 45 bin pound. Londra’da 15 bin pound’an altında ev kiralayamazsın. E bi 10 bin pound da cep harçlığı… Yılda 70 bin pound, dört yılda 280 bin pound eder.” İktisat okurken daha hiç kullanmadığı bu kusursuz matematik karşısında kendisi bile büyülenmişti; babasının büyülenmemesi içten bile değildi.

“Tabii ya..” diye devam etti. “İngiltere’de okula verdiğim parayla şimdiye iş kurar, süper bir sermayeyle deli gibi para kazanırdım.” Beyni yanıldığını belirten en ufak bir sinyal bile vermiyordu. Paragöz düşünceler ve kapitalist algılarla soslanmış bu aynı beyin, yemek boyunca hiçbir zeka pırıltısı da göstermemişti. Arada kol kaslarına kavuna uzanmasını tembihleyen sinir hücreleri kim bilir gece bitene kadar kaç fire verecekti…

Rakıyla yumuşatılan ortam ara ara müstehcen fıkralarla, kahkaha sağanaklarıyla ve sürekli yenisi getirilen mezelere boğulurken oğul yeni demeciyle parıldadı: “Parayla her şey alınır aslında.” Babanın bu sözler üzerine gelen tepkisi bir öncekinden de hızlı olmuştu:

“Aslan oğlum benim!” –tak-
Yine tokuşturulan kadehler ve beyaz peynire sızan rakı damlacıkları.

Oğul yaptığı bitirişten memnundu. Kısa, etkileyici ve ani olmuştu. Bitirdikleri 70lik rakı şişesini yanağına dayayarak bir kahkaha daha patlatan babasının aklından geçenleri okumaya çalıştı:

Aslan oğlum benim.
Nasıl koydu lafı ama.
Büyüdü de adam oldu işte.
Heyt be! Aslanım benim…

Ertesi sabah marinaya çekilmiş yatlarında uyandığında babasına en yakın olabildiği yerin rakı sofrası olduğunu idrak edebilmişti sonunda. Bir başka akşam, bir başka balıkçıda, sarhoş olmaya yalpalayan adımlarla ilerleyen babasına bir gösteri daha yapacak, sırtı sıvazlanan örnek evlat olarak aile albümlerinin vazgeçilmezi haline gelecekti.

dibebirnot: Evet, hala tatildeyim, ama internetim var, arada kurcalıyorum. Ördekler kaplumbağalar var burda, ben de kitap okuyorum, yazı yazıyorum.

Şimdi bu öykü nerden çıktı diyceksiniz.. Ben bizzat vardım bu sahnede. Tabii bazı kısımları atladım, değiştirdim, masanın öbür tarafında kafayı yiyen beni dış ses haline getirdim. Yüzde yüz gerçek diil yani. Ama büyük ölçüde bi gerçeklik payı var. Özellikle diyaloglarda tamamiyle aslını yazdım, aralarda geçen konuşmaları ve sevgili babamın bu kalınkafalı baba oğula para herşey diildir'i anlatmaya uğraşmasını atladım. Bu adamlar bize yemek ısmarlamışlardı, ama keşke ısmarlamamış olsalardı diye de düşünmedim diil. Dışarıdan bakınca "Oha var mı böyle insanlar gerçekten?!" diye düşünüyor olabilirsiniz, ama varlar. Afedersiniz bok gibi paranın içinde, satın alınabilcek herşeye sahip olup düşünme yetisinden yoksun olanlar var. Üzücü, ama gerçek.

Bu iç karartıcı dibebirnot'tan sonra tatilden dönüp daha mutlu mesut yazılar da yazıcam!! Ama beni inanılmaz uyuz eden bu olayı paylaşmadan edemedim işte.

Öpüldünüz sevgili okurcanlar.


23 Ağustos 2009 Pazar

!?

bu iş batticon un hoşuna gitmez. yıhyıh

19 Ağustos 2009 Çarşamba


- Üstte gördüğünüz çalışma okurumuz don't copy my style ın çalışmasıdır. kendisine bir milyon dolarını takdim eder; yazımı kendisine adıyorum.. saygılar sevgiler kocaman çukulatalar!

- Emniyet kemeri çok acayip enteresan bişey..

- Şöyle bi düşününce aslında herkes elma gibi..

- Jack Bauer bi gel çayımı iç allasen.. belki çay/kahveyle çişini getiririm de gözüm açık gitmem

- Radyo! ne güzel şeysin sen.. özellikle yağmur yağarken light my fire ı çaldığında. ama jim morrison'ın yakışıklı olduğunu düşünmüyorum..

- Köpük bardaktan kahve içerken damağın yanması ne fena.. varsa düşmanıma vermesin.

- Pembeyi genel olarak sevmememe rağmen pembe havluları çok güzel buluyorum. normalde kedi sevmiyip angie'nin kedisini benimsemem gibi bişey heralde. bide osman elmakafa var. zarathustra'nın kedisi. ama aradığım kişiye ulaşılamaz kesin burdan, olsun varsın, selam!

- Mutluyum
Mutlusun

Mutlu

Mutluyuz
Mutlusunuz

Mutlular

Turkish 101

- Çok ses çıkaran elektirk süpürgesi seni sevmiyorum, en çok seni sevmiyorum

- Pokerface'den daha az yaratıcı bi şarkı düşünemiyorum... yok bi dakka düşünebiliyorum.. ibrahim tatlıses tek tek

- Düşünmezseniz duş bonesi kadar saçma bi icat yok gibi gözüküyo.. böyle dedim ya kesin vardır..

- Okul için okumayacağım kitap 1800'lerin ortasında köle doğan bi zencinin otobiyografisi. adam çok sempatik falan. eski nesil cry freedom'ı gibin. hatırla ey angie! bide inconvenient truth vardı noldu ona? ceren? eğer burayı okuyosan; naber?

- İstanbul'daki çingeneler lavanta satarlarken çok gereksiz gelirler bana hiç sevmem. (şimdi jude diycek ki bana onlar sana bayılıyo, demesin) ama gel gör ki reçellik incir sattılar mı; büyük sempati beslerim. lavantadan hiç hazzetmem, papatya varken kim lavantayı naapsın yani...

- Hepimiz hapşırdıktan sonra ellerimizi yıkamalıyız.

- Sosis yemektense salyangoz yerim. hem sosis sevmem hem de salyangoz midyeye benziyo, aman şimdi hayvan hakları şeyi falan ayaklanıcak. ama hemen suratınızı buruşturmayın sayın hayvan hakları birliği insanları, zira bence insanlar bişey yiyosa bi bildikleri vardır dimi ama?

- bp go home!

- okurcan teykkeğr! şimdilik bu kadar