2 Nisan 2009 Perşembe

buluşlara saygı.



şimdi reklamlar..
şanslı bir blog okurumuzun olan taci adlı mor diş macunu itici bir bilim mucizesi nin resimlerini görmekteyiz. o diş macununu hep ortasından sıktı bizler gibi! o kapağı hep açık bırakıp kuruyan diş macunlarının yarattığı mutsuzluklarla büyüdü benim gibi! en sonunda babası ona taciyi aldı!
belki kapağa çözüm değildi ama artık ortasından da kapaktan da sıkarsa sıksın kolu çevirince ilk günkü gibi oluyordu. işte bu yüzden babaları tebrik ediyor Beren Su KALES i de bu çalışmasından dolayı en birinci seçiyoruz ve kendisine ödülü olan birincilik çomağını takdim ediyoruz.

30 Mart 2009 Pazartesi

Being There


Bu kadar işte.Belki bi' gün...

28 Mart 2009 Cumartesi

Ben olmak ve bolca da anlamsızlık üzerine ilave edilmiş bay yengeç sosu "aka" laf-ı güzaf

Uyarı: Birazdan okuycağınız yazı bol bol anlatım ve akış bozukluğu içermekte,yazarının elinde bir oraya bir buraya gidip adam gibi bir sonuca bağlanmamaktadır.Tahmini okuma süreniz olan birkaç dakikanızı boşa harcamanızdan müessesemiz sorumlu değildir.Yazı boyunca likörlü kahve,çilek muz ve damla çikolata tüketilmiş,Bir(1)adet mendil kullanılmıştır.Fırk!:

Karmaşık bir adamım ben.Hayır,bunu "marjinalim,çok acaibim amuda kalkıp parende atar,ah siz toplum,sistemin çarkları bik bik bük bük diye konuşurum azizim ehe ehe" anlamında söylemiyorum.Basit olmayı özleyen toplum tarafından dışlanmış "entel" adam isyanı değil benimki ve bardan kız kaldırmaya yaramıyor.

Önceki paragrafta dediğim gibi,karmakarışık bir adamım ben.Koca bir yumağın içinde debelenmekten bahsediyorum ama.İki elime de birer şiş almış ilmik üstüne ilmik atıyor,çıkamıyorum.Şu an istediği yere gitmeyi başaramayıp sürekli klavyenin-eskiden daktilolar vardı- etrafında dolanan düşüncelerim gibi ben olmak.

Ergen acıtasyonu diye birşey var sonuçta.Bu gerçeği reddedemeyiz ama bu yazı onlardan biri değil,en azından amacı ergen acıtasyonu yapmak değil.Az oku başladıysan.

Klavyenin çevresinde dolaşan kelimelerimden bahsetmiştim ya.İşte tam da o.Bazen ardından koşmak kolay birşeylerin mesela ben olmak işinde.Yani kolay tanıdık,güvenli bir yüzü yakalamak yere çarpan ayak tabanlarıyla.
Ama bazen de taksi paranı delice vermek isteyip de koşamamak var soğukta yürürken o.Hayatında duyduğun en güzel çocuk sesine karşılık verememek ardından koşamamak da var.
"pardon,mendil alır mısınız?"
Her hece içini ısıtırken, o, karanlık sokakta kaybolurken çivili kalmak,taksiyi sktiredip eve yürümek var kendine küfrederken ben olmakta.

Ya da o tanıdık,güvenilir yüzün üç kelimesinin her soğukta seni daha da titretmesi var,evet,ben olmakta.
Ve evet,"hava çok soğuk."

Ve en garibi yazmak istediğin halde aklına gelmesi var gene o üç kelimenin,tanıdık,dosthane yüzün.Ve tenini yakması sanal,keskin soğuğun.

Hayatta pek fazla aidiyet hissetmedim ben.-e tabi evim ailem var herkes gibi.-Hissedince de kopamadım işte.Sivilcelerden bu yüzden nefret ettim hep.Koparmazsan gitmez,acı verir,koparınca da kanar bok var gibi.Durmaz da kolay kolay.Ufacık yara strese sokar seni koca mendili boyamasıyla kırmızıya.O sıkıntının sonunda elinde kalan ise acısından ve şişkinliğinden beterdir gene de.Kan ve irin.Buna rağmen patlatırsın işte tekrar tekrar.

Filmleri de çok severim ben.-Genelde benim aksime konudan da böyle fersah fersah ötelere koşmazlar onlar-Hayatı widescreen izledim bazen bu yüzden.Şikayetim yok yani.Hep bir parça film yaşadım hayatımda,kendi küçük dünyamda yaşattım kendime yani devliği.Otobüs camına dayayıp kafamı filmler yazdım yönettim yıllarca başrolünü oynadığım.

Küçüklüğümden beri kendimi derine enjekte etmediğin,içine çekmediğin,yutamadığın uyuşturucularla tatmin ettim.Hayal kurdum hep.Aşklarım,dostluklarım,şarkılarım ve dalgalarım hep hayallerimdeydi bir parça.
İşte.Shuffleın kıyağı tanımlamama imkan tanıdı."Despertar" yaşadım hayatı ben biraz da.Hayallerimde yağmurun ortasında söylerken şarkıları.

Şikayetçi olmadım bir noktadan sonra gerçi.Güzel şeyler de oldu.Islandım,çok ıslandım biliyor musun? Sırılsıklam koştum bazen hayatın peşinde.O tanıdıklık var ya yukarıda anlatığım dibine kadar buldum bazılarında ki minnettarım onlara.Ama onlara bile kızdım,onları bile kıskandım bazen kalbimdeki tüm sevgi -eşit olmasa da :) - o insanlara aktığı halde.Canımdan çok sevdiğiklerimin canını yaktım kendi canımı yaka yaka.Dedim ya karmaşık bir adamım ben.

Bütün insanlığı ve tüm varlıkatı(güzel bir kelime oldu)canından çok sevip aynı zamanda o insanoğlunun bacağına çatır çatır sıçan,napalm işeyip dikenli tel yiyen,dünyaya tecavüz eden bir adam da olabiliyorum istemediğim halde.

Ama bre yabancı,karmakarışık hatta bolca da kuruşuk dedim ama,bir şekilde yaşadım be tüm zaaflarımla ben.Ya sen?

Birbirimize tahammülümüz yok yabancı.Bu yüzden sen benim ben senin yabancınız.Ama artık fazla oldun yabancı.Sen ve senin türün beni artık zerre enterese etmiyor.Petrol soslu dolarların için yapılan savaşlardan,kanlı nefesinden,egolarından,samimiyetsizliğinden bıktım.Din ve milliyet kavgaların koca bir şaka benim için.Ve hayır yabancı,aberkrombie giydiğin için saygı duymayacağım sana.Yazamadığım bir kelime neden umrumda olsun ki? Ve hayır savaşan adam,plan yapmayın plan diye türkü söyleyen,tecavüz eden,çalan ve yıkan yabancılar size de saygı duymayacağım.
Beni yargılayamazsınız.Hayatıma karışamazsınız.

Ve hayır,hayatlarınız,ayak oyunlarınız ve korkunç nefesleriniz eşliğindeki sözleriniz beni zerre ilgilendirmiyor.
Ve evet öndeki büyük göğüslü iri kalçalı ya da ince belli dişi yabancılar,.çiftleşme ritüelleriniz de artık beni ilgilendirmiyor.aşk ı alıp seks ile sınırladığınızdan yana.Hani şu suni ilişkileriniz var ya,midemi bulandırıyor.Onu birgün bulacaksam ve peşinden koşacaksam tüm hayatım boyunca size ne?Biliyor musunuz?Size baktıkça daha da emin oluyorum bu kararımda.

Karmaşığım dedik zaten nuhnebiyim de ben.Vosvoslar,Şevroleler,Sinatra,Cazz,fötür şapkalar yeterinde güzel iken gerçek aşkı,dostluğu tatmış ve tatmakta iken,Nazım,Sait Faik,Bukowski okumuş iken,
Gençlik dergileriniz,müzikleriniz,saçma sapan ilişkileriniz ve kıçıkırık,barbar modernizminiz ile yormayın beni.

Ben bir gün geleceğine inanarak onun,güneşin ve değerli olan herşeyin,bazan sessiz,bazan de haykırarak,bazen kuru,bazen ıslak bir şekilde tüketeceğim bu ahir hayatı kendimce.
Ne de olsa 42 hayatın anlamı değil.Ve bu boşluğa rağmen yazmam da bunları zaten laf-ı güzaf...


"işte bunu yapmış olmalıyım!
Yıldızları taşıyıp gökyüzüne aşk sözcükleri yazmış olmalıyım!
(I LOVE YOU LEELA)

"patlama için geri sayım: üç...iki...bir..."

"Hayır!"
"Gördün mü gördün mü?"

"Neyi?"
"Patlamayı mı?"

"Hayır patmayı değil"

"Neyi?"

"Boşver"(*)

Ben olmak dedim ya sabahtan beri,Bu işte.Labirentte dolanıp durmak peyniri ararken.Hem de gerçekten orada bir yerde olup olmadığını bilmeden.Kaçırdığım ve bazan de başkalarının kaçırdığı patlamaları düşünüp dolan gözler bir çizgi filmde ben olmak.

Ama gerçekten de yabancı,ve evet gerçekten sevgili alışkanlık
Boşver... :)

*=Futurama
Sezon 3 bölüm 15
"time keeps on sleeping"

21 Mart 2009 Cumartesi

flatcast earl den nefret ediyo.

açıklıyım: earl benim bilgisayarım olur flatcast de radyomuzun zırtı
benim yapabileceğim programlar belirsiz bi tarihe ertelenmiş oldu.

saygılar

20 Mart 2009 Cuma

Bu herkes için küçük, fakat bizim için büyük bir bölümdü-Blood Harvest

Evet sayın OSDM okuyucuları, bugün tarih 20 mart cuma'yı gösteriyor. bugün bir kenara yazılacak, çünkü bugün OSDM ekibimiz tarafından hummualı bir çalışma ile olağanüstü bir şey gerçekleştirildi. (çok olaganüstü değildi bikerem) 

Resmi rakamlarlada ifade etmek gerekirse, bugün, saat 17 ile 18.00 arasındaki sürede, biricik blog yazarlarımızdan fermium, jude ve mahavishnu'nun hummualı çalışması ve birazda dayatması üzerine, tam 57 dk boyunca, bir internet kafede(bkz:agaliboboli) L4D oynamış, ve yine 57 dk boyunca kendinden geçmiş bir vaziyette zombi katletmiştir.
 bikere ; kendimden geçmedim algıları bi acayip  olan jude du neyse bunlar beni internet kafeye sürüklediler. ve oturttular süreyi hatırlamıyorum ama son derece sıkıldım ne o öyle üstüne falan kusuyolar böyk. zombi de gerçek değil hem. cod olsa neyse. pes ve zombi oyunları bana göre değil size sesleniyorum jude efendi..

Bu hadise bizim için, bir dişi ile internet kafede L4D oynamak bir yana, fermium ile oynamış olduğumuz için çok önemliydi. uzun zamandır planladığımız lakin hayata geçiremediğimiz bir plandı. eninde sonunda, almanca sınavından çıkmış, sağduyusu körelmiş, bir pong topu haline gelmiş fermiumuzu adekse atmayı başardık.
pong topu evet oydum yönümü falan bulamıyodum zira 13 mart tan beri sınavlara giriyodum. 

hayatında ilk defa bu kadar uzun zaman fps oynamış olan fermiumun üzerindeki etkiler pek hafif olmadı tabi. kafeden çıktıktan sonraki ilk 15 dk boyuncaki semptomları son derece kötüydü fakat ondan sonraki 45 dk lık evrede hızla normalleşti. jude bilmese de oyun rekorum 2.30 saat ve zombi sevmiyorum.  

ilk 15 dk: İstemiyorum sizi ! miğdem bulanıyo ! kusucam ! boğazımda bişey var ! Başım dönüyo ! Sizinle bidaha kadıköye gelmem ! Pisler !

ilerleyen 30 dk de: öfff.. aman... ayy... off... midem... ben sizinle bidaha bu sokaktan geçmem...(şartlarındaki hafiflemeye dikkat)  
 

45 dk lık süre içinde: oh aman şimdi iyiyim... çok kanlıydı... ben bidaha asla oynamam... kaburga çıkıyodu orda aman o neydi be !
şahsen oynadığım oyunlarda yolda çatlamış at, şişko kusan öldürünce kaburga ve yağ parçaları gözüken, ağlayan saldırgan çatlakları olan, oraya buraya kollar saçılması olayını sevmedim. ama şunu söylemeliyim ki grafikler güzel. yine de bidaha oynamam. 

son dk lerde: önümüzdeki 3 ay içinde L4D oynamama kararı aldım. ama aslında biliyo musun ?
daha az kanlı olsa zevkli olabilirmiş. 
kesin kararım bunu oyna yoksa annen ölür demedikçe oynamamak ilgili merciler bunu bilsin. 

Ayrıca, oyun boyunca karşımıza çıkan bütün özel zombilerin özelliklerini sırayla gösteren fermium, oyunun yan etkilerinden çıkana kadar hiç normal davranmadı; bilenlere:
-witch pozisyonunda debelenmek
(banka oturup başını ellerinin arasına almak) 
-böğk kusucam demek,
-aşırı saldırgan davranmak.  
(bi git demek)
-pençelemek,                          
(bkz: bi tarafından sallamanın en güzel örneği)
-gözleri kanlanmak,                (sigara dumanına alerjisi olmak)

(buralara biryerlere mahavishnu unuttuğum bir kısımları ekler)


Benim 7 yılı aşkın online fps ve internetkafe deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki; bu şiddetli tepkilerin tek sebebi bir anda, ilk seferde 57 dk lık doz verilmesiydi. aslında şahsımız burda deliler gibi eğlenmiş, fakat ilk sefer olduğu için bir süre fiziksel ve ruhsal yan etkilerin etkisi altında kalmış.
yukarıdaki argümanlarım sonucu buraya yorum yapma gereği duymuyorum. 

ve yine çıkarttığım sonuca göre (kendisi inkar etsede), internet kafenin, L4D in tozunu bir kere yutmuş olan fermium, yakın zamanda pc başına geri dönecek, ve delice zombi öldürmeye devam edecektir. Jude, Kadıköy'den bildirdi.   jude sağolsun 3 hafta internet kafede durduğum için tozu o esnada yutmuştum ama Left 4 dead bana göre değil. oyunu oynadığım için pişman değilim yine olsa yine yapmam bidaha oynamak istemiyorum mümkünse sonuçtan memnun olmayanlar bana samet, osman, necati falan diyebilirler keza yavaş yavaş internet cafe insanlarımdan farklarım azalıyor. türümü yok ediyolar eğer bir gün uslu durursanız fermiyi göremeyeceksiniz. (ühü fırk)(ben böyle miydim , kötü arkadaşlar çok bozuyo insanı..)

bide

 gregor samsa o gün..

15 Mart 2009 Pazar

OsmanCık

Osman bir deli oğlan, on yedisinde
Bir dikili taşı yoktu şu fani dünyada
Osman yoksul, Osman garip, Osman bir deli oğlan
Osman sahipsiz, Osman bir aşık oğlan.

Şerife bir güzel kız, on beşinde
Şerife ay parçası, Şerife elma yarısı
Şerife bey kızı, Şerige ağa kızı.

Osman kim şerife kim derler,
Derler de araya girerler
Ağalar beyler.

Sana yoksul dediler Osman,
Garip fakir dediler Osman,
Ağa kızı nere gerek,
Seni oyuna getirdiler Osman.

Gel büyük sözü dinle Osman,
Hani kan kardeştik Osman,
O kızı sana yar etmezler,
Gece vakti dellenme Osman.

Bırak o silahı yerine Osman,
Silahla mertlik olmaz Osman,
Allah'ın verdiği canı,
Almak sana mı kaldı Osman.

Destur de, tövbe de Osman,
Yüz bin kere tövbe de Osman,
Tetik kolay düşer ama Osman,
Dur Osman dur! Çekme Osman...

Osman bir deli oğlan on yedisinde,
Bir dikili taşı yok derlerdi şu fani dünyada
Osman yoksul, Osman garip Osman bir deli oğlan,
Osman sahipsiz, Osman bir aşık oğlan.

Dinleyin ağalar dinleyin beyler
Üç günlük dünyada üç kuruşluk mala gönül verenler,
Bilesiniz artık Osman'ın da bir dikili taşı var,
Bir avuç toprağa dikili bir taşı.
Bir de ağızdan ağıza, dalga dalga yayılan,
Yanık bir türküsü var Osman'ın...

BARIŞ MANÇO

Neden Beatles'ı Sevmiyorum?

Yazıya başlamadan önce Beatles'ın ilah olarak kabul edildiği bir yerde bu yazıyı yazmak ne kadar doğru bilmiyorum ama gene de bu blogtaki insanların bu yazıya önyargısız yaklaşacaklarını bildiğim için yazıyorum.

öncelikle şunu söylemeliyim ki muziğin halk için deil müzik için yapılmasını desteklerim ve beatles'ın müziği müzik için yaptığını hiç sanmıyorum.Basit akorlar ve gereksiz soloları ile Beatles'ın müziği sadece ünlü olmak için yaptığını düşünüyorum buna örnek olarakta Paul Mccartney'inin başında geçen olayı verebiliriz.Eğer Paul Mccartney orada gerçekten öldü ise yaptıkları şey gerçekten saygısızlık hem kendi şanlarına hem halka ve sadece Paul'un ününü kullanmak için onun ölüsüne hakaret ediyorlar.Beatles'ın müziğine geri dönersek;Tamam sözleri iyi olabilir ama sadece halkın ilgisini çekebilmek için 'çiçek böcek'ten bahsetmekte bi yere kadar yani.Aynı mantıkla hareket ettiğim için RHCP'ı da sevmem ve çok dinlemem ama Led Zeppelin'i fazlasıyla severim çünkü halkın kendileri anlayıp anlamamaları umurlarında diildir ve bu sayede çok iyi müzik yapabilirler.

umarım derdimi anlatabilmişimdir.Bir kez daha hatırlatmak isterim ki Beatles bu kadar sevildiği bir yerde bu yazıyı yazmak gerçekten cesaret gerektiren bi şey ayrıca eğer yukarıdaki yazıda herhangi bir hata varsa lütfen söyleyin.Yazıya önyargısız bir şekilde yaklaştığınız için teşekkürler.(Zevkler ve renkler tartışılmaz)

8 Mart 2009 Pazar

sönümlenerek azalma.

▼ 2009 (15)

► Şubat (4)
► Ocak (11)
 

▼ 2008 (72)

► Aralık (12)
► Kasım (12)
► Ekim (17)
► Eylül (15)
► Ağustos (16)

osmancık ve batticon danışmaya bekleniyorsunuz!
&
sınav haftaları hepimizin ömrünü mü çürütmüş ne?

ayıp ama...

22 Şubat 2009 Pazar

to The Hippie

(ingilizce dersinde shakespeare'in yazdıkları gibi soneleri incelerken, bizden de bir sone yazmamız istendi. aslında sonelerin her satırı 10 heceden oluşsa da benimkisinde pek olmadı ama uyak düzenine uydum ve böyle bişi çıktı. daha önceki yazıları takip etmiş olanlar varsa mekan ve zaman konusunda bir sorun yaşamayacaklardır... işte size bir sone, buyrunuz efendim.)

They gathered in a circle and lay on the grass,
The fresh wind blew o’r their untidy hair.
They worried that the moment would quickly pass,
The sea, the sky and ev’rything else they could share.
Oh, how beautifully the robin flew,
And how its sound smoothly covered their skin.
They closed their eyes and so well they knew,
Through their eyelids, the sun crawled in.
With the robin, they whispered along,
And praised the wondrous songs composed.
And how they sang the lyrics, not too long,
They said, living is easy with eyes closed.


There they lay, embracing what they possessed
And realized that, with friendship they were blessed.

fakat ?!?

8 Şubat 2009 Pazar

Ortadan Sıkılan Diş Macunu Ahalisinden İnciler

"Eeeaah! Anamızın karnından boruyla mı doğduk! Abi getir bana bi patso.." Jude

"süper beybi bir feys..." Jude

"Anaç oluyo, babaç? Yok o babacan? Anacan? Höy?" Fermium

"ohaaa ultrasoniiiiiiik.. he hö ne dedim ya ben ehaha ultrason..florasan..ayran.. sınav haftası dokundu heralde..." Fermium

Angie Jude karışık: Aaa.. Düşünsene Fermium Amerikaya gidip bir gosip görl oluyo.. Sevgilisinden ayrılmış, yatakta yüzüstü yatıp ağlarken topukları birbirine değiyo.. Yada sevgilisi var mesela okulda Amerikan futbolu takımı kaptanı, Fermium da ponpon kız lideri... Anaaaam.. Küçük bir bıleyır voldorf. Sarıya boyattığı saçlarıyla beyaz cipini felan sürüyo.. Off..
Fermium: (envai çeşit hö bakışından sonra) Ponpon kızlık sıkıcı yaa..
Jude: He yani sarı saç cip erkek arkadaş tamam, ponpon kızlığa takıldın öyle mi?
(hanginizin topuk fetişi var ki şimdi?)

-bu konuşmanın akşamına-
Fermium: Angieeee!!
Angie: Hı?
Ferm: Gossip Görl izledim olamam ben onlardan zor be öyle..
Angie: Ehehahahehe.... Noldu bugün dediklerimizden sonra içine kurt mu düştü??
Ferm: Kurt mu? Hayır.. Ama nedir ki diye bi baktım ı-ıh



Jude: Şimdi tabu'nun bu kısmında 15 kelimeyle büssürü şey anlatmaya çalışıyosun. Mesela gerdek…
Angie: Aklına ilk gerdek mi geldi?!?


(Fermium'a doğumgününde hediye olarak japon balığı alınmış, adı Freddie konmuştur.)

Fermium: Keşke daha unisex bi isim koysaymışsınız...
Mahavishnu: Ee zaten yeterince unisex bi ismi var?
(ve Fermium'un bakışları eşliğinde yarılan bir grup insan….)


(detaylarını pek açıklamak istemediğimiz, ancak bizi hala hatırladıkça güldüren birtakım inciler silsilesini sansürleyerek blog insanlarına sunmaktayız. Anlayamadığınız için—anladıysanız bravo—üzgünüz. Ama açık açık yazsam dayak yerim, ondan…)

Mahavishnu: Viiii ar dı çempiyıns may fıreendddsss viiillll kiip on fayting til di eeeenndd (dındındııın) viii ardı çempiyıns viii ardı çempiyıns…
bir küçücük osmancık: *****
Mahavishnu: AGGGHHH!!! *****
(ve OSDM ahalisinin gülmekte, aynı zamanda ağzından sosis parçaları ve meyve suları fışkırmaktadır…)


Mahavishnu: Öfff yarın sakso var hiç çalışmadım…
Geri kalan herkes ve sokaktaki esnaf: ?!?!?!
(dipnot: Mahavishnu saksafonu kastetmektedir aslında)


Mahavishnu: Benjamin Button’ı izledim. O diil de, Brad Pitt harbi yakışıklıymış yaa öff..
Angie: Aman canııım.. Brad Pitt kim ki senin yanında…
Mahavishnu: Ya orası öyle. Brad sezonluk şarkılar gibi, ben Stairway to Heaven’ım. (special thanks to ted mosby-maha) (Swarley di hani)


(sevgili blog ahalisi bu yazıyı editlerse süper olur!!)

demek ki neymiiiş mahavishnu nun potları hepimizi geçiyomuuuuş
(Stairway to Heaven, Brad Pitt e Brad demek ayh maşvişnu ehehhaeh)

Mahavishnu: abi dudağın çok kötü kurumuş..
Jude: dilimi görmek istemezsin.
Maha: (hö ? ifadesiyle) nerde..
ki ?
Jude : (böyle aptal soru olurmu ifadesiyle) e ağızımdaa ?
Maha: (dumurdan dumura uğrayan maha) !!!???
Jude : ???

bide olaya mahavishnu nun gözünden bakalım.

Maha: abi dudağın çok kötü kurumuş.
Jude: idili görmek istemezsin.
Maha: (hö ? ifadesiyle) nerde.. ki ?
Jude : (böyle aptal soru olurmu ifadesiyle) e ağızımdaa ?
Maha: (dumurdan dumura uğrayan maha) !!!???
Jude : ???

ve akabinde...

PUAUHUHZUHUAHUEHUEHUA .... ....

Jude ve Kolombus OGZ ofisinden çıkmış, yorgun argın trafik ışığında beklemektedirler. Jude evine ışıktan karşıya geçerek gidecek, ama Kolombus'un "git hadi git " ısrarlarına rağmen muhabbete devam edip her yeşili kaçırmaktadır. Artık baya bir süre geçer, Jude gitmeye karar verir. Fakat düğmeye ne kadar çok basarlarsa bassınlar bir türlü yeşil yanmaz. Deliren Kolombus düğmeye kafa atar, ve saniyesinde yeşil yanar. Mavi ekranlar verilip rebootlar atıldıktan sonra Kolombus direğe dayanmış, Jude ise yerde sürünmektedir.Haliyle tüm yaya topluluğun dikkati çekilir. Işık kaçırılır, bir sonraki ışıkta karşıya geçilir.

10 okuyuştan sonra gelen edit : OGZ yazarı gibi durmuşuz yazıda :p.. Her ne kadar nihai amacımız olsa da, her ne kadar her okul çıkışı o güzide apartmanın önünden geçip kafayı uzatmak suretiyle camdan bakan var mı diye baksak da, biz sadece okuruz. Okurcan olmayalım.

4 Şubat 2009 Çarşamba

OSDM fm!(freddie mercury falan değil.)


Gooooooooodd Mornin' Ortadan Sıkılanya!

Burası 275 ila 285 orta dalgadan yayın yapan Kader'in Sesi... Bugün Beş Kasım Bin Dokuz Yüz Doks... ehm!

Kaptırmayalım kendimizi değil mi? Evet,burası orası ile şurası arasında ortanın biraz şu tarafı yok şurasından yayın yapan OSDM FM!. Radyomuz,bugün 4 Şubat 2009 itibari ile yayın hayatına geçmiştir,fevkaladesonik olmuştur,bilgilerinize.

Adres: Http://ortadansikilanradyo.blogspot.com

PS=Bir ara zaman dağılımı yapalım aramızda da düzenleyelim şunu

PS2(play station değil ama ah bu kısaltmalar:))=Radyo da DJ lik yapacak olan yazarlarımız benim flatcast hesabımı kullanabilirler. Şifreyi benden alsınlar:)

Flatcast'i çalıştıramıyorsanız:

http://www.flatcast.com/de/Message.aspx?msg=Downloads

30 Ocak 2009 Cuma

fermium bildiriyor!!

uyumadan dinlenilesi kısacık bir masal:

A Beginning - The Beatles

(yapınca sarkıdaki yaylı çalgılılar eleanor rigby(strings only)ye benziyo)

ps: biri şu yapamamadığım Türkçe kararkterleri editlerse cok mesud olacağım

(sempatiksel insanlar sizi..)


Gelecek Program:Fermium New Orleans dan bildiriyor!!(dimi fermie (evil evil..çok evil!)-[Maşvişnu.]

Daha da gelecek program:Fermium evinin kapılarını Jude ve Mahavishnu ya açıyor,üstüne üstük anahtarı da onlara bırakıyore!-[bu da aynı adam tarafından yazıldı maşviş işte...]

Bide bugün bunu gördüm!:
Van Münüt! OLMAZ!! Van münüt!!!
Van tu tiri foroooehm Ehm...

Fermie'nin yazısını da mahfettim eheh...


new orleans a gecen sefer gittiydim bu sefer gitmiyorum ki
(24 subatta mardi gras var meraklisi arastirsin)
bide 1 subatta super bowl party izliycem how i met your mother cilar bilir.
daha gelecek programinizi daha gelecekte konusalim oldu mu?
(hadi bunu da editle)

27 Ocak 2009 Salı

O Diil De Twilight İyiymiş...

Ben,Bir küçücük Osmancık ve başka bir şahıs(Bkz:isim vermemek,Ergenekondan korkmak) Twilight adlı romantik aksiyon filmine gittik.
Film Stephenie Meyer'in Alacakaranlık adlı romanını konu almış.Edward Cullen Forks lisesinin en karizmatik öğrencisidir ve bir vampirdir.Isabella Swan ise Forksta emniyet müdürü olan babasının yanına gelmiştir ve o da Forks lisesine başlar.Biyoloji sınıfında Edward'ın yanına oturur ve onunla konuşmaya çalışır ama havanın güneşli olması Edward'ın sinirlerini hoplatır ve dersi terkeder.Gelecek hafta Edward okula gelmez.Geldiği ilk gün gene biyoloji dersi vardır ve bu sefer Edward Bella ile konuşmaya çalışır ve ikisi tanışırlar.
Gerisini anlatırsam filme gitmenize gerek kalmıcak o yüzden anlatmıyorum.
Not:Beyzbol sahnesine Supermassive Blackhole'dan daha iyi bir müzik yakışamazdı.

Üç şeyden kesinlikle emindim.Birincisi,Edward kesinlikle bir vampirdi.İkincisi,onun ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim bu vampir yanı benim kanıma susamıştı.Üçüncüsü,ona koşulsuz ve geri dönülemez biçimde aşıktım!

26 Ocak 2009 Pazartesi

Ben Geldimm......

Selam ey blog ahalisi...
İlk olarak yazı rengimi bilmediğim için sorunlar yaşıyorum ama zamanla bu sorunlar çözülecek sanırım(umarım:D).Öncelikle şimdiden blog ahalisinden özür dilemek istiyorum yazacağım yazlılardan dolayı(except Bir Küçücük Osmancık).

Bloğunuzdan aldığım ilk izlenime dayanarak söyleyebilirim ki bloğunuzda bir çatışma var gibi.Yukarıda bahsi geçen arkadaş(bkz:artistik kalıp kullandığını sanmak) 'okurcan' gibi kelimeleri reddederken diğer boş olmayan insanlar bu kelimeleri çok fazla kullanıyorlar.(Dinle PJ-okurcan:newborn-muse)
Şimdilik bu kadar gibi sanırım galiba büyük olasılıkla.

Saygı ve
Sevgi çerçevesinde yaşamanız dileği ile,

dipnot(böyleydi dimi?):gerçekten diş macununu ortadan sıkıyo olamazsınız...


25 Ocak 2009 Pazar

Doğaçlama

Hala yazı rengim bumu değilmi bilmiyorum ama heralde PJ ve saz arkadaşları (ısrarla "OKURCAN" diyenlerde var ama ben onlardan değilim PJ'e saygılar :D) böyle çirkin bi renk gördüklerinde Birküçücükosmancık'ın yazdığını anlarlar.
Neyse diyip konumuza dönmek isterdim ama bi konumuz olmadığından bunu yapmak pek de mümkün olmuyo, ancak son 5 yazının 2sini benim yazmış olmam sanırım artık blog'a kesin sayılabilcek bi dönüş yaptığımın göstergesi olabilir... Ancak hala yazıcak bişeyler bulma konusunda şikayetlerim var. Ben diğerleri kadar ilgili bir kişilik değilim anlaşılabileceği gibi. Daha boş daha yüzeysel ve daha basit bir insanım ve böyle yaşıyorum. (Dinle PJ: Ali Desidero) Ben her ne kadar döndüğümü iddia etsem de önümüzdeki yarıyıl tatili (yarın başlıyo ve mutluyuz) benim yazmama bir engel teşkil edecek gibi görünüyor ama bu bahaneyi elimden geldiğince az kullanmaya çalışıcam ve "Konulu Yazı"larla yeniden karşınızda olacağım.
Şimdilik benden bu kadar bir sonraki yazımda görüşmek üzere
Saygılar
Sevgiler
Batticonlar...

Siz nasıl diyooorr...? Dipnot..??: Bir ara Batticon'u da alın buraya benden daha gereksiz olabileceğini iddia ediyor göstersin bakalım hünerlerini...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Uğurlar Olsun



Seninle karlar içindeki bir Ocak ayazında tanıştık sadece.Ben annemin karnında,sen tabuttaydın.O gün annem,bu gün ben...Ağladık.Hiçbirşey yapamamanın acısıyla ağladık,unutmadık.

Uğurlar olsun...

Vurulduk ey halkım unutma bizi: http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/f6b9c3317492d77eb7b614646497a8d13ec921ea60a72f8c81d0accacd0dcb7cf060b6e21717c512b1a267552b4441f3edac46b7884529b915138

Aynı ay içinde aynı şeyleri yazmak zorunda kalmak ne acı...Bilen biliyor zaten.Birbirinin aynısı satırlar dökmek istemedim.Seninkilerin yanında sönük kalacaktı elbet yazdıklarım.Sadece söylemek istedim.Unutmadık seni...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Okurcan? O da kim??

Yazıları okuyorum arada burdaki. Benle ilgili bişeyler yazıyolar bazen beni unutmuyolar arkadaşlar sağolsunlar. Diğer yazılar da güzel hatta nerdeyse herşey güzel burda iyi bişey bu tabi sırıtmama sebep oluyor -> =)
Ama... (hakkımda ortaya atılan asılsız iddialara girmicem) (aa havayi fişek neyse çok dandikler öhömm...)
Burda canımı sıkan bi olay daha doğrusu bi kavram var, başlıktan da belli olacağı gibi "Okurcan" kavramı beni rahatsız ediyo...
Kim bu okurcan sorusu kafamı kurcalıyo ister istemez...
Buyrun burayada yaziyim herkesin kafasını kurcalasın (ki zaten kurcalıyodur bence)
KİM BU OKURCAN
WHO IS THIS OKURCAN
QUI EST CE OKURCAN
WER IST DIESER OKURCAN (ja ich bin şayze)
kurcaladı dimi??
Aslında bu yazı yapıcı bi eleştiri niteliğinde de olabilir biraz zorlarsan
Burdan sevgili "Okurcan"larımıza seslenmen istiyorum gösterin kaç kişi olduğunuzu pasif değil aktif okurcan olun benim gibi olmayın mahavisu fermiyum angie gibi falan olun konuşun tartışın hoplayın zıplayın dans edin (gerçi bunun pek bi yararı olmaz bize ama) napın edin ama varlığınızı gösterin. Yoksa benim gibi sizlerin hayali kahramanlar olduğunuzu düşünen yazar sayımız çoğalcak ki bu da istemediğimiz (istemediğiniz) bişey dimi??
Haydi gösterin kaç kişi olduğunuzu ama bizkackisiyiz.com'a girerek değil olduğunuz yerde bu yazıya veya tercihen daha anlamlı olan bi yazıya yorum yazın bişeyler yapın gösterin kaç kişi olduğunuzu!!!!

SEVGİLER SAYGILAR...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Milliyetçiliğin Kurşunları

Müsamerelerin vazgeçilmez bir şarkısı vardır. “Bütün dünya buna inansa” diye başlar, insanların el ele tutuştuğu bir dünyadan, hayatın bayram olacağından bahseder. İlkokula bile gitmeyen çocuk, daha ırkçılık, ayrımcılık ne demekmiş bilmezken sahnede inanılmaz bir coşkuyla bu şarkıyı söyler. Dünyada olan bitenden habersiz, hiçbir şeyin tarihini öğrenmemişken; zamanında “farklı” insanlara ne zulümler işlenmiş, ne soykırımlar yapılmış, sayısız insan sırf farklı olduğundan nasıl ölmüş bilmezken, yuva öğretmenlerinin onlara öğrettiği bu “çocuk şarkısını” seslendirir.

Aynı çocuk daha sonra ilkokula başlar. Okuma yazmayı öğrenir, ancak gazeteler onun için fazla karmaşık ve anlaşılmaz olduğu için hala dünyayı bir çiçek tarhı zannetmektedir. Adı Hayat Bilgisi olan masum bir derste, trafik kurallarını, aile fertlerini, bitkileri, hayvanları öğrenir. Evet, ölümden de haberdardır, savaşın vahimliğini bilmektedir; nasılsa bu çocuğa Kurtuluş Savaşı da anlatılmaktadır. Zaten aynı çocuk birkaç sene sonra Sarı Zeybek’i izlediğinde gözyaşlarına boğulan milyonlarca ufaklıktan biri de olacaktır.

Büyüdükçe gözleri açılan bu çocuk, dünyanın suluboyalarla boyanmadığını anladığında hayal kırıklığına uğramayacak mıdır? “Peki, ama neden öldürmüşler o kadar insanı? Neden yapmışlar bunu?” diye anne babasına yönelteceği sayısız sorunun cevabının aslında olmadığını anladığında; dünyanın ne kadar saçma bir düzenle işlediğini, ne kadar adaletsiz olduğunu fark ettiğinde birini suçlamak istemeyecek midir?

Evet, bahsettiğimiz bu çocuk etrafında olan biteni sorgulamayı başarabilir. Peki diğerleri ne olacak? Bir başka çocuğa Rum komşusunun seviyesiz, Kürt komşusunun değersiz, Ermeni komşusunun ahlaksız olduğu söylendiğinde, ne düşünecek? Hayata dair aslında hiçbir şey öğretmeyen Hayat Bilgisi kitaplarında sadece laftan ibaret olan eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, barış gibi kavramları nasıl uygulayacak? Çevresindekiler tarafından, ona kendisinin başkalarından üstün olduğu inandırılmışken, o çocuk nasıl saygı duyacak? Nasıl hoşgörüyle yaklaşabilecek? Nasıl değer verecek?

Bu çocuk daha da büyüyüp adam olduğunda, belki de kendine Atatürkçü diyecek. O’nun ilkelerine ne kadar bağlı olduğunu, O’nu ne kadar derinden sevdiğini saydığını söyleyecek. Bu ülkeyi Atatürkçülüğün kurtaracağını ekleyecek, ama sarf ettiği hiçbir sözün gerçek anlamını bilmeyecek.

Aynı “adam” sokakta yediği üç beş kurşunla susturulanların cenazesine katılanlara vatan haini diyecek, “Türk bayrağı ve katil” adlı gurur (!) tablosuna bakıp hiç de pişmanlık duymayacak. Aynı “adam” ecnebi, gâvur diye çağırdığı insanlarla yüzyıllardır aynı topraklarda yaşadığını, aynı havayı soluduğunu bilmeyecek. Bilse de hatırlamayacak. Hatırlasa da önemsemeyecek. O, belli kesimlerin aklına soktuğu düşüncelerin rehberliğinde, kendi ülkesinin insanını dışlamaya, hor görmeye devam edecek. Milliyetçi olduğunu, milletini sevdiğini iddia edip; kendi milletinden insanların canına kıyacak.

O ve daha bir sürü “adam” içlerine nefreti pompalarken, geri kalan herkes ne yapmalı? Peki ya “diğerleri”? Farklı olanlar? Başka yerden gelmiş olduğu için suçluluk duymaya zorunlu bırakılanlar? Sırf ona yapıştırılmış bir etiket yüzünden hayatı zehir olanlar? Peki ya güvercin tedirginliğinde yaşayanlar? Ne yapmalılar?

17 Ocak 2009 Cumartesi

bir küçücük osmancık'ın Gerçek Yüzü



bir küçücük osmancık: (aa kim üşenmiyip bana sizin bıloğa yazı yazmam için gerekenleri yapar? bknz: yüzsüzlük)
Angie: BEEEEEEEENN!
Angie: ama yazıcan?
Fermium: yaz valla
bir küçücük osmancık: hee yazmıızam size iş çıksın die istiorm manyaım ben

Efendiiiim.. Az önce okuduğunuz sözler bir emesen konuşmasından alınmıştır, tarihlerimiz 26 Ağustos'u göstermektedir.
Parçanın ana düşüncesi ise, kendisinin de belirttiği gibi, bir küçücük osmancık'ın manyak olduğudur.
Saygılar efendim.

dinle çekirge

Lleaf And Stream - Wishbone Ash
Rain - Jose Feliciano
Hole In My Soul - Aerosmith

Stand Up And Shout - Dio
Cat Food - King Crimson
Fairy Tellers Master Stroke - Queen
Communication Breakdown - Led Zeppelin
Echoes - Pink Floyd
Congratulations - Rolling Stones

Junk - Beatles (arkada mızıldanan insan sesi var)
Beatiful Occupation - Travis
Ain't No Fun (Waiting Round To Be A Millionaire) - AC/DC

I Can Hear Music - Beach Boys (Freddie Mercury versiyona remix falan şeyetmişler)
Holiday - Scorpions
Poison - Alice Cooper
Voodoo Chile - Stevie Ray Vaughn (Jimi Hendrix'in şarkısı evet)
Is This Love - Bob Marley And The Wailers
King Of Dreams - Deep Purple
Night And Day - Stan Getz (süper caz bu)

gördüğünüz üzere bi garip bi şeyler oluyo (dimi kolombus AC/DC, Dio, Alice Cooper falan görücez bakalım)


saygılar

11 Ocak 2009 Pazar

Meraklısı için öyle bir hikaye

Yazan: Sait Faik Abasıyanık
Uyarlayan: Savaş Dinçel
Yöneten : Ergün Işıldar
Dekor ve Kostüm Tasarımı: Ergün Işıldar
Işık Tasarımı: Özcan Çelik
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Köstüm Uygulama: Hacer Duran-Onur Uğurlu
Dekor Uygulama: Gökhan Usanmaz
Müzik: Ömer Göktay


Oynayan
Naşit Özcan


Hişt diyor Sait Faik.. Bir “hişt” sesi. Nereden gelirse gelsin, size varlığınızı hissettirir, yalnız olmadığınızı hatırlatır…


Naşit Özcan, sahnede yalnız başına. Bir klarnetçisi var yanında ona eşlik eden. Konuşuyor, anlatıyor.. Sait Faik’in ağzından onun dizelerini, yaşadıklarını,yalnızlığını,paylaşmak istediklerini..Ama yalnız işte, bir hişt sesi bile önemli bir şey onun için. Sokakta yürürken, insanları, dünyayı izlerken.. Bir hişt sesi bile orada olduğunu hissettiriyor, mutlu ediyor onu.

Bir martı ile konuşmasını anlatıyor, ona şiir yazıyor.. Sonra adadaki anılarına geliyor sıra. Alıyor rakısını çerezini, mezarlığa oturuyor.. Tam da Hüseyin Avni’nin mezarının karşısına.. E adam yalnız ya tabi, başlıyorlar konuşmaya.


Sonra, sıra geliyor yağmurlu bir akşamda yaptıklarına..Bir hayvana doğayı, insanlığı anlatıyor. Bir kadın görüyor, göremiyor aslında. Yüzünü bile görmediği bir kadın o, ama onun için çok değerli, hissediyor. Onun için yazıyor hemen oracıkta. Sokakta gördüğü susam satıcısının ufak hikâyesinden neler çıkartıyor kendine. Yalnızlık böyle bir şey.. “ Bir anam destekledi beni” diyor, o bile yeterli aslında onun için. Çünkü mutlu halinden, içkisi, defteri kalemi… Ona yetiyor bu saydıklarım, belki de yetmiyordur ama kim bilir… Hişt diyor tekrar, tarladaki adama hişt diyor, tek isteği o adamın da kendisi gibi hissetmemesi.


Tek kişilik bir oyun “Meraklısı için öyle bir hikâye”, giderken sıkılır mıyım şüphelerim vardı biraz, ama oldukça güzeldi... 2 sene önce vefat eden Savaş Dinçel’in Sait Faik Abasıyanık’ın anılarından uyarladığı bir çalışma.. 15 sene önce oynanmış, bitirilmiş. Bu sene şehir tiyatrolarında tekrardan, başka bir değerli sanatçımızın ağzından dinliyoruz, Faik’in hüzünlü hikâyesini. Eğer edebiyata veya tiyatroya birazcık bile ilginiz varsa, hatta yoksa, ne yapın edin gidin, görün bu oyunu.. Çünkü hepimiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz.. Yapayalnızız..Yazımı da en iyi oyundan şu alıntı ile noktalayabilirim herhalde :


Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de, nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmiyorsa fena işte. Geldikten sonra ise yaşasın çiçekler, yaşasın böcekler, yaşasın insanoğlu… Yaşasın dünya ! Hişt… Hişt…

2 Ocak 2009 Cuma

How I Met Them All: 28 Aralık.

(editsel: başlığı değiştirdim, güzel oldu.)
28 Aralık'ın anlam ve önemini bilmeyenler için, henüz 28 Aralık gününün hayatımıza kattıklarının farkında olmayanlar için bir kez daha tekrar edelim o günün Fermium'un doğumgünü olduğunu.

Şimdi kendisi nasıl doğduğunu ve pis pis ağladığını ve babasının onu kucağına aldığında ilk ne dediğini filan anlatabilir. Ama ben hikayenin bildiğim kısmından başlıycam.

Şu anda adım eğer Angie'yse, şu anda Bebek'te yürürken 'All My Loving'i söyleyebiliyorsam, şu anda Beyoğlu'ndayken insanlara hikayeler uydurabiliyorsam, çimlere uzanıp bulutları şekillere benzetebiliyorsam hepsi Fermium sayesinde. Ben neysem, o'yum; çünkü hayatıma Fermium girdi.

Sadece o da diil, ama onun eşliğinde gelen birsürü insan oldu. Dolaylı yoldan tanıştırıldığım onlarca insan, hayatımda çok büyük yer etti.
Mahavishnu'yla olan tanışma hikayem de torunlarıma hazır rafta bekliyor (How I Met Mahavishnu) ama konu 28 Aralık'ken ben başka şeylerden bahsetmek istiyorum.

Herkes gibi doğumgününü kutlayan bi insandı Fermium. O zaman da bir sürü insanı biraraya getiricek, tanımayanları birbirine tanıştırıcak bi gün ayarlamak istedi. Ki başardı da.
Gün sonunda ileride süpersonik günler yaşayan süpersonik bir grup insan haline geliceklerini bilemezlerdi ama.

Gün gayet normal ilerliyordu. Fermium, Mahavishnu, Angie, bir küçücük osmancık ve Derin McDonalds'ın özel parti tabaklarında kestaneli pasta yerken sohbet ediyolardı, güzeldi eğlenceliydi. Hava gene buz gibiydi.

Birkaç saat sonra bu gruba Jude'da katılmıştı. Garip bi tanışmaydı doğrusu; havadan sudan, Angie'nin o zamanlar henüz izlememiş olduğu Star Wars'tan bahsediyolardı. Jude baya koşmuş ve yorulmuştu. Hava da kararmıştı, eve dönmek lazımdı.
Gün gayet de normal bitmişti.
O günü önemli kılan, Jude'du.

Angie -şu anda kendi adıma konuşuyorum ama diğerleri için de aynı şeylerin geçerli olduğundan eminim- Jude gibi inanılmazsonik bir dostla tanışmanın değerini sonra sonra anlayacaktı; ama o gün onunla tanışmışlardı sonuçta.

Evet sevgili blog ahalisi... Ben kendi hikayemi anlattım, burdan sonrasını devretmek istiyorum. 2008'e gelindiği zamanı da başkaları yazsın. 27 Aralık gününü (evet maalesef bu sefer 27'siydi) ve süprüzü ve maceraları da bi başkası anlatsın. Kadıköy'de geçirilen 5 saati Jude'dan, Cumartesi akşamı yaşadığı travmaları (!!!!)da Mahavishnu'dan bekliyorum :) (Ölürüm de anlatmam.:))Yazmasanız da olur gerçi, ben heves ettim sadece...
Seviyorum hepinizi...

dibebirnot: Buradan da ısrarla atkı-bere kullanmayan, üstüne hasta olan ve üstüne yağmurda sırılsıklam olan Jude'a seslenmek istiyorum! Geçmiş olsun. Ama elimden kolay kurtulamıycaksın. Atkı-bere.




Yıl 2007, gün 2008 aralık;

muhtemelen çok gereksiz bişeyler için kadıköye gitmiş, gereksiz işimi yapmış, saatin 4 küsür olduğunu farkedip eve dönmeye kadar vermiştim. bi yandanda düşündüm hani ya bugün Fermium'un doğum günüydü değil mi ? hıı öyle olcak... diye.

akabininde telefonum çaldı, açtım, Fermium'muş. hadi kalk gel bağdat caddesindeyiz biz doğum günü yapıyoruz dedi. bende "kımkım ya tamam bakarım yaa" dedim.(bkz: üşenmek)(bkz: eve gidip ayaklarını uzatmak istemek)

direncimi kırdım ve 4 numaralı otobüse binmek suretiyle olay yerine doğru yola çıktım. bi yandan da düşünüyorum "ya kim varki şimdi orda öfff... kimle tanışçam ben he ? kim bunlar ? ya ben eve gitmek istiyoru yaa"(bkz: bıdıbıdıbıdı)

bu kısımları an be an hatırlıyorum zira hafızamda derin izler bıraktı:

"derin'in locistik desteğiyle birlikte çiftehavuzlar durağında inen Jude, sahil yolunu bağdat caddesine bağlayan ilk yoldan yukarı saptı ve elleri cebinde tıpış tıpış ilerledi. yolun yarısına geldiğinde karşıdan Fermium ve "diğerleri" (oha çok Lost olmuş?!) olarak tanımladığı 3-5 insanın ona doğru yürüdüğünü farketti:
-kim ki bunlar ? şu Fermium işte heh. arkada derin var... ama... şu diğerleri kim ki ? sarı saç falan... allahalla *-)... neyse bakalım neymiş ne diilmiş...
Fermium: piişt geç kaldın "pöf". ama bak burda kimler var. ehehehe :D
Jude: ya pardon ya işte şey yaptım sonra bidide bidide ardında hebele hübülü en sonunda bilibilibili...
Fermium: tamam neyse... bak sen burda kimler var
ben boylarında bi kız(daha sonradan Angie): hey selam ben Angie:)
Jude: *tokalaş* ben Jude memnun oldum. :)
siyah saçlı ben boylarımda biri(daha sonradan siyah/polis/japon/sakso Mahavishnu): bende Mahavishnu meraba memnun oldum :D (sana buradan değil alttaki satırlarımdan okkalı bir karşılık vericem bekle az:))
Jude: eheh meraba bende menun oldum :D
sarı saçlı olan(daha sonradan bir küçücük osmancık): meraba bende bir küçücük osmncık ehiehieihe :D:D
Jude: oooo 3 tane olduk :D"

(edit yapan bendenizin yorumu: şimdi burdaki adları niklere çevirdiğimiz zaman pek anlamlı olmadı ama en azından bilmeyenlere şu kopyayı verelim: Mahavishnu, Jude ve bir küçücük osmancık'ın gerçek adları aynı efendim. Hepsine mesela Hüsnü (nee Hüsnü mü???) diyebilirsiniz. Bu durumda "eheheh meraba ben de Hüsnü eheheh"ler daha anlamlı oluyo sanırsam:D)



günün ilerleyen saatlerinde:

Angie: ya ben seni bayağı duydum ya :D
Jude: bende seni çok duydum valla :D:D
(o sırada Fermium: ehehehe:D)

ilk intibalar: hıı evet Angie duymuştum ben bunu iyiymiş ehehe :)
buda iyi konuşuyo valla muhattap olmayı iyi beceriyo :D(Mahavishnu)
bu pek konuşmuyo *-) ? ama iyi gülüyo: ehieiehiei:D
diğerlerini biliyom zaten."

gün böyle gitti bitti, ama çok iyiydi süperdi zira daha önce hiç bu şekil arkadaşlarım olmamıştı. Ve hani kıymetini bi 5-6 ay sonra anlayacaktım, ama o gün bile bunlar farklılar ya diye farketmiştim bir kısım birşey. Bu noktada (biçok yerde yaptığım gibi) fermiuma çook büyük teşekkürler şeyediyorum beni bu insanlarla tanıştırdığı için, beni çook değiştirdiniz ve geliştirdiniz her yönde, mükemmel insanlarsınız hepiniz ayrı ayrı, çok seviyorum sizi. Kalın sağlıcakla... :)

ehe.. çok abarttılar okurcan (okurcan yok yahu.Azıcık var.Biz bizeyiz rahat olun çocuklar birer viski koyun kendinize.Eh Jude? Beyaz ticareti(kadın diil drugs olan) nasıl gidiyor ha? Punçinellolar sorun çıkarıyor mu?)-Dont ask me why.Don't know.

Mahavishnu signs in:

Hani insanın ortalama 60 yıllık basit ve alayına klişe hayatında bazı dönüm noktaları vardır ya,onlardan birini anlatacağım ben de.Hatta eminim ki bir gün "How I met your mother" derken çocuklarıma(evet 2 tane olacaklar bi kız bi erkek hıhı) bu sayfalardaki insanların adı da bol bol geçecek.Hayatımda yer ettikleri kadar yani. :)

Benim dönüm noktam çook gerilerden başladı-[ölümcül paragraf
(aslında dönüm noktası yoktur değil mi hayatta yaptığımız en küçük hareket dahi zincire takılan başka bi zincirdir öff neyse. (bunu bi ara yazarım ben şimdilik yazıya öyle girdik diye dönüm noktası dicem,sonra kendi tükürdüğümü yalarım(tiksindiren ata sözleri part 1)))-çok fazla paragraf iç içe olmuş be]Derin ile tanışıp onun önderliğinde Angie ve Fermium ile tanışmama kadar olan kısım çok anlatıldığı için sonrasından devam edeceğim.

Bu blogun,bu "güzel ve harika arkadaşlık" sıfat tamlamasını yakıştıramadığım derecede samimi birlikteliğin sorumlusu benim evet.(aha kendine pay çıakrdı hemen it!)Bugün Jude bana Sakso lakabını takabildiyse-ki kendisi benim enstürmanımla dalga geçeceğine neden evine davet ettiği her arkadaşını çıplak karşıladığını açıklasın ehem-Benim gayet klişe(hani sevmiyoruz ya klişeyi)Angie ve Fermium insancıklarına bir yerde kahve içelim sanal arkadaşlık nereye kadar dememle başladı.

İkisinin de gayet iyi bildiğini sonradan fark ettiğim ve artık boykot ettiğim mekanda bir araya geldik.O gün neler hissettiğim konusunda emin değilim;ama kapının önünde turkuaz balıkçı şapkası ile öff pöff diyerek bekleyen bir Fermium ve ardından kan ter içinde "pardon geciktim" parolasını kullanarak aramıza sızan Angie(Sen de ne giyiyodun biliyorum gücenme sadece gerek duymadım kullanmaya:))aklıma geldikçe gece kumsala uzanmış gibi hissedersiniz ya kendinizi -serin bir rahatlık ama aslında çok sıcak- öyle hissediyorum.

Sonrası Jude tarafından anlatıldı üst satırlarda.Oralara girmiyorum.Sadece bir senedir tanıdığım bi' adama hayatımın en zorlu dönemlerini anlatabilmek,ondan yardım alabilmek ne bileyim ilginç.Aslında işin garibi hiç ilginç gelmedi çünkü Angie nin tanımladığı gibi en iyi arkadaş rolu yapıp bir ay sorna bütün sırlarını afişe eden tiki kızlarınki gibi bir arkadaşlık değildi Jude'unki.(e tabii adam tiki kız değil nasıl olsun ki?-Or is he?)

"How I met your mother" başlıklı büyük hikayemi anlatana kadar,hayatımdaki ikinci önemli hikayeyi anlatmaya devam edeceğim.Ve nerede,ne zaman bir grup genç çimenlerde şarkılar söyleyen hipisel insanlara özenecek,ben orada hava atıp sonuna "evilish" kahkahamı ekleyeceğim.Hatta o insanlar bayana kadar onlara "dostlarımla nasıl tanıştığım" başlıklı hikayemi anlatacağım.

Benim sadece içimden geldiği için yazdığım ve Fermium'un büyük bir incelikle benimsediği bir cümle yetiyor bana.

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir. Demiştim.Şimdi o ince ruhlu eti puf şablonlu(?!) insanın içini belki biraz daha hafifletmek için ekleme yapıyorum bu sözüme:

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir.O azmanı nasıl doldurduğundur.Binlerce kilometre uzakta olsa bile varlığından haz duymaktır.Turkuaz balıkçı sapkasını,kıskanılan gözlükleri ya da smiley dolu "hipisel" bandanayı,free hug tişörtlerini hatırlayıp gülümsemektir.

Diyorum.Kendime güvenerek.Bu sefer güzel oldu.Valla bak...

Bir de yılbaşı kartı için teşekkür^^.

31 Aralık 2008 Çarşamba

Mutlu Yıllar

so this is xmas
and what have you done
another year over
and a new one just begun
and so this is xmas
i hope you have fun
the near and the dear one
the old and the young
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
and so this is xmas
for weak and for strong
for rich and the poor ones
the world is so wrong
and so happy xmas
for black and for white
for yellow and red ones
let's stop all the fight
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
and so this is xmas
and what have we done
another year over
a new one just begun
and so happy xmas
we hope you have fun
the near and the dear one
the old and the young
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
war is over, if you want it
war is over now
happy xmas


Bu günün yılın son günü olduğunu falan fişmekanı anlatmaya gerek duymuyor,bütün blog ahalisinin ve dünyanın yeni yılını kutluyorum.

Sizden bir isteğim var.Bugün bir aile seçin kendinize Filistinden.Sadece bir aile.Ve akşam havaifişekler atlmaya başladığında gerçek fişeklerin o aileyi bulmaması için dua edin.En azından bunu yapın/yapalım.

Ve ardından çaresizliğimize lanet ederek çaresizce kaldıralım kadahlerimizi umuda.

Mutlu Yıllar Dünya.

28 Aralık 2008 Pazar

Ben bu hafta limon sıkıcağı seçtim
Benimki kırmızı olan, turuncuya mahavishnu kondu çünkim.

Bunları almamın hikayesini zaten biliyosunuz. Mavi bi tane vardı ona da Rengin Teyze kondu.
Valla çok da yararlı değil ama sempatiksel bişey bence



24 Aralık 2008 Çarşamba

Ders vakti

Eveet, soğukların da bastırması ile kendimi progressive müziğe (ne alakadır ki sormayın) adamış bulunuyorum (bi saniye ben zaten dinliyodum kiea ?!?). Amma ve lakin, progressive nedir ne değildir iyice sindirebilmeniz içim parça parça değil de, albüm albüm yazayım ben. Çünkü prog bir bütündür, ayrı ayrı eleştirilemez.

King Crimson - In Court of Crimson King ( ilk prog. albümü sayılır kendileri dinlerken saygı gösteriniz)
Rush - 2112 (enstürmental ağırlıklıdır, dinleyerek hoşça vakit geçirebilirsiniz)
Dream Theater - Train of Thought, Systematic Chaos, Scenes From A Memory (arşivinizde yoksa zaten.. )
Tool - Opiate,Lateralus,Ænima ( çooook hoş albümlerdir, maşvişnu ya inanmayın siz)

Bugünlük prog dersimiz bu kadar. Ekstra not isteyen yazar ve okuyucu arkadaşlarım Dream Theater'ın Dark Side Of The Moon cover'ını (evet, bütün albüm) dinleyebilirler. Hepsini sindirip açlık çekmeye başlayan ve zombiler gibi "moooreee" diye gezinenler ise kendilerine hakim olup bir mail atabilirler.

Sağlıcakla..

22 Aralık 2008 Pazartesi

Şeysi çekirge: Çalar Saat.

Efendiiim.. Blog'unuzun yeniliksel yazarı Angie bir ilke daha imza atıyor!!
Bundan itibaren her hafta Ortadan Sıkılan Diş Macunu sayfalarında bir şeysi yer alcak (ki burda diğer yazarların katkısını da bekliyorum, her ne kadar bazıları tembel olsa da!!)

Ben bu hafta IKEA çalar saatimi seçtiiiim!!


Bu benim saatimin cırtlak sarısı, benimki gıriy.
IKEA'dan aldığım saatimi çok seviyorum. Sabahları uyanmama yardımcı oluyor.
Hı hı evet.
dibebirnot: o diil de, böyle sabah hıncıyla bi vuruyorum saate..... güzel oluyo ama.

18 Aralık 2008 Perşembe

Üstelik Çalar Saat

Sınavlar yorar bizi,
Üstelik pestilimizi çıkarır.
Ödevler gelir üstümüze
Ama uyumak da lazımdır.

Saatin alarmıyla uyanırız her sabah,
Üstelik okula gitmeliyizdir.
Yeni bir gün başlar ama,
Başlamasa da güzel değil miydir?

Bitkiniz ve tükenmişiz
Üstelik hala ödevler bitmemiş.
Hayat böyle mi geçecek
Diş macununu en ucundan sıkan da kimmiş?!


(Daha modern, daha serbest bir üslupla şair yanımı bir kez daha tatmin ediyim dedim, olmadı. Ben de geleneksel ilk okula şiirine geri döndüm. Bol miktarda kafiyem var, saçma ve alakasız dizeler adeta coşkun birer ırmak...

Farkındayım b*k gibi oldu.)

16 Aralık 2008 Salı

dinle peygamberdevesi..

Başlamadan önce facebook şeyine gösterdiğiniz ilgiye teşekkür (ünlüyüz eheh)

My Favorite Things - John Coltrane
L'Effondrement - Yann Tiersen
Death Will Never Conquer - Coldplay
Go Now - Moody Blues
Wild Horses - Rolling Stones (okumuyosundur ama okuyosan teşekkür ediyorum)
Crying - Björk

3000 miles - Tracy Chapman
Paranoyd Eyes - Pink Floyd
That's The Way - Led Zeppelin
My Melancholy Blues - Queen
Mrs. Robinson - Simon&Garfunkel

biraz kolombusvari:
Fighting Talk - Gary Moore
See You Around - Skid Row
Real World - Queensryche

Rock'n Roll Ain't Noise Pollution - AC/DC
God Bless The Children Of The Beast - Mötley Crüe
Freed My Frankenstein - Alice Cooper

ve bunlar da değerli yorumer pj için
Angel Of Retribution - Judas Priest

China Girl - David Bowie
Diamonds And Rust - Judas Priest


okurcan blog ahalisi bi süre buralarda şuralarda olmıycam bu halimi özetleyen bi şarkı daha yazıp bi kaç haftalığına kabuğuma çekiliyorum.. aklıma gelen şeyleri sonra yazıcam, vakit olursa yorum da yazıcam

Under Pressure - Queen Ft. David Bowie

iygeceler herkese
(bunun için de şarkım var)
Good Night - Beatles

saygılar

12 Aralık 2008 Cuma

Farkı Bulun.


İki resim arasında 1 tane -baya belli- fark var.
Fark da fark hani.


(kolombus'a sevgilerle...)

pisler!

sizi gidi internet kafenin bilgisayarlarından ayrı ayrı dişmacununu ucundan sıkanlar..
evet siz! siz hayınsınız yılbaşı yok size. pppllplllplplllll(dilçıkarma efekti**)

not: mahavishnu fontlarda renk seçmediğinden rengi bana yakın ama siz karıştırmayın

okurcan saygılar
hayınlar görüşcez!! bu iş burda bitmez

sonradan gelen edit: atakan sana sesleniyorum!! "dişmacunu mu o da ne?" sayısında bariz bi artış var kuşku çekiyosun. daha gelemeden uçan yazar olursun ona göre

bibaşkaedit: evet okurcan! insanlar yazar olmak istiyolar. çok mesudum evet!

10 Aralık 2008 Çarşamba

Issız Adam: Eleştirecek miyiz Yüceltecek miyiz?


Ortada dönen onca konuşma ve sonunda sahip olunmuş 9 günlük boş vakit varken Issız Adam'ı görmemek olmazdı. Herkes "mavi telaş" diyo, "kara yattın, dondun, öldün" gibi iletiler yazıyo yada "dizime yattın büyüdün" diyodu. İzlemek, öğrenmek, anlam getirmek lazımdı.

Sapanca'ya annemlerin arkadaşlarının yanına gitmiş olmamız, gece orda kalıcak olmamız, ortak kararla Adapazarı'nda bir alışveriş merkezine sırf Issız Adam'ı izlemeye gitmemizden bahsetmiycem bile. Önemsiz detaylar.

Önemli olan, aslında böylesine güzel anlatılmış bir hikayeyi, aşkla ilgili derdini anlatmaya çalışan, yalnızlığından ve yalnızlığımızdan bahseden bir yönetmeni duygu sömürüsü yapmakla suçluyor olmamız. Çağan Irmak napsaydı? Duygudan, anlayıştan, aşktan uzak bir film yapıp bizim donuk bakışlarımızı mı çekseydi perdeye? Çıktığımızda "ne kadar sıkıcıydı, çok ağırdı" mı dedirtseydi bize? Artık herkesin hislerinden uzak yaşadığını kabul edip, "Aman canıııım, nasılsa aşk meşk kalmadı artık ne lazım böyle film ayda bir sevgili değiştiren nesillere?" mi deseydi?

Dememeliydi. Dememiş de.


İşte burda iki grup var: birincisi "Ah Çağan Irmak yapmış gene yapıcağını, mendilsiz gitmeyin" diyor, öbürküsü "Duygu sömürüsü" diyip geçiyor. Hangisine mi inanmak lazım? Hiçbirine.

Babam ve Oğlum'dan beri "Çağan Irmak varya, öfff ne biçim ağlatıyo.." havası var. Issız Adam'da da aynı şey oldu. İnsanlar ağlama beklentisiyle gidip, salya sümük çıktılar filmden. Duygusal sahneler vardı, ve bence yerinde ve yeterince kullanılmıştı; tek problem insanların duygu yüklemesine maruz kalmayı taşıyamayacak durumda olmasıydı.
Aynı grup filmden sonra D&R'a akın edip soundtrack yağmalayan grup. 45likler bu filmle bi daha meşhur olmuş diyenler de çok fazla. Ama sizce de gerekmiyor muydu bu? Bi yerde "obaaaaa binlerce dansüüööözz var!!" diyen bizim kuşağımıza bu müziklerin de dinletilmesi şart diil mi? Semiha Yankı, Semiramis Pekkan hayranı olduğumu sanmayın; ama en azından onların müziğinin, zamanında yapılan Türk müziğinin Serdar Ortaç'tan, Hande Yener'den çok daha kaliteli olduğunu düşünüyorum ve bundan eminim de.

Çağan Irmak bizim nesle 45lik sevdirdiyse nolmuş? Böyle bir aşk filmine, böyle güzel Beyoğlu görüntülerinin eşliğine başka ne koysaymış? Trendden trende koşan Türk gençliği bu sefer bunu benimsediyse nolmuş?
Bence çok da iyi olmuş.

Şimdi filmi yerden yere vuran grubu incelemeye devam edelim. Neymiş? Sıradan bir aşk hikayesiymiş.
Evet, sıradan bir aşk hikayesi.

Peki Love Story'ye 1970'te en iyi film dahil 6 dalda Oscar adaylığı getiren ve 1 dalda da ödül almasını sağlayan neydi? Çok benzer bir aşk hikayesi diil miydi?
Yapmayın, filmin adı bile Aşk Hikayesi!!

Aşk zamansızdır, aşk evrenseldir. 38 yıl önce de, bugün de benzer bir konu rahatlıkla işlenebilir. Önemli olan nasıl işlediğindir.
Ve Çağan Irmak bu konuda eleştiriyi hiç haketmiyor.

Çekimleri kusursuz. Beyoğlu'nun sokakları, dipleri köşeleri, sahafları, evleri... Kitapları elinizde hissediyorsunuz. Plağın cızırtısını içinizde... Nefes aldığınızda havuçlu tarçınlı kek kokusu geliyor burnunuza. Ve siz hala "sıradan bir aşk hikayesi" diyorsunuz buna.

Melis Birkan'ın oyunculuğu çok doğal. Bir ayrılma sahnesi var ki, daha doğal olamaz. Dolaptan çıkardığı dolma tenceresi, neşeli neşeli konuşması, birer birer dolmaları yerken çocukluğundan bahsetmesi, arada gülmesi...

Ve adamın kelimeleriyle gelen ayrılık şoku. Sözlerini hatırlayamaması, konuşamaması... Sürekli "hani.. hani.." diye kekelemesi...

Klasik bir aşk filminde olsak, hıçkırıklara boğulan kız öyle tarihi laflar ederdi ki; ayrılığı daha önceden çalışmışlar zannederdiniz.
Doğru ya, filmlerde sahneleri önceden çalışıyorlar zaten.

Issız Adam'ın en güzel yanı bu işte. Doğal, sade, içten.

Konusu yaratıcı mı? Hayır, böyle birşey iddia etmiyorum.
Ama izlemeye değer. Popüleritenin peşinden giderek dahil olduğunuz kalabalıkla izlemeye diil ama; kendi başınıza, o sinema koltuğunda hisleriniz ve düşüncelerinizle tek başınıza, izlemenize değer bir film.

Ve o final sahnesi. Çaresizliğin en güzel özeti.
Kalabalıkta napıcağını bilememek...
Gidecek bir yeri olmamak, varsa da nasıl gideceğini kestirememek...


Issız Adam'la ilgili atıp tutmadan önce, herkesin izlemesi gereken film.



9 Aralık 2008 Salı

FEVER!


38 derece ateşle yatıyorum 2 gündür.Baş ağrısı da yanında hediye.Frp falan yalanzi oluyore sanırım,söri

4 Aralık 2008 Perşembe

Ben (by fm)




-kristal avizelerden ölesiye korkarım o da "Jumanji" den kalma yani.. hani Kirsten Dunst'ın boynuna bişey saplanıyo falan ya.. nedense bi onlar bi de şu tavana yapışık pervaneler. sanki o odada en değerli şey senmisin ki düdük! çok istiyorum ki boulsun kalsın ağaca çıkıp inemeyen kendi gibi..

-istemiyorum ki enteresansonik kelimeler kullandığımda suratıma bön bön bakılmasın. istemiyorum ki kelimelerimi açıklatmasınlar.

-yürürkene o taze ekmek kokusunu duyumsayan burnun o sevincinden daha samimi, daha içten bi mutluluk çok az bulunur bence.

-otobüsü durakta karşılayamıyıp el edip şöförün insafına kalmak ne kalmak ne korkunç şey aman yarabbiiiii.. hele bi de şöför inadına durmassa "banane lan pis sorumsuz" derse ne fena, arkasından koşup yakalayamamak daha bi fena

-"dilinde tüy bitmek" ne absürt deyim arkadaş.. hani herhangi bir canlının dilinde tüy olsa tamam kabul o kadar evrim geçirmişsin derim fakat bilip bilmeden demesene dilinde tüy bitmişmiş hadi be ordan.

-"dust free" silgiler varya topaklanıp tek bi parça halinde çöp çıkaran silgiler.. işte onlar accayip yardımsever gelirler bana "abi sen zahmet etme ben şimdi siler süpürürüm" hatta "sen çalışmana bak evladım" yada "saygılar bacım buyur hallettim ben" der gibi.. bi alçakgönüllülük, çok da sevecen. gidip bi silgi alasım var evet..

-okurcan sen de hoşlaştığın karikatürü kesip saklamazmısın?!
yapmazmısın bunu açık konuş benle!

-fruitful nedir ya!? daha mantıksız kelime var mı? fruitful. aptalca be.

-saygılar

2 Aralık 2008 Salı

Sup ?

Merhabalaaar sevgili okuyucularım,yazar arkadaşlarım, 1'ler ve 0'lar. Yeni gönderi yokken ben de karalayayım bir şeyler dedim. İyi etmiş miyim ?

Öncelikle Angie'nin feysbuka katılış müjdesini vereyim. Sonunda görebileceğiz kendisini.

Bu sıralar bayaa bir konser, etkinlik vs. var. Katılın,katın,kattırın efenim. Sinemaya da gidin, oldu olucak tiyatroları da bir ziyaret edin.

Ya okul hayatım çok kötü gidiyor :F

WoW harbi güzel olmuş, daha 80 olamadım gerçi. Du bakalım.

Benim yazar olmam biraz gereksiz bir durum bence baksanıza yazı bile yazamıyorum.

Yarın oynayacağımız oyunun rolleri açıklanacak ( Kasaplığın El Kitabı - Boris Vian), ne rolü alacağım, kara kara düşünüyorum. Ayrıca bilimum sanat etkinliklerine katılan sevgili yazarlarımızın Haziran aylarında beni bir yoklamalarını öneririm.

Bu yazım yüzünden yazarlıktan kovulabilirim bence. Saçmaladım çok.

Aslına bakarsanız günlük yazısı gibi oldu.

Sağlıcakla.