8 Şubat 2009 Pazar

Ortadan Sıkılan Diş Macunu Ahalisinden İnciler

"Eeeaah! Anamızın karnından boruyla mı doğduk! Abi getir bana bi patso.." Jude

"süper beybi bir feys..." Jude

"Anaç oluyo, babaç? Yok o babacan? Anacan? Höy?" Fermium

"ohaaa ultrasoniiiiiiik.. he hö ne dedim ya ben ehaha ultrason..florasan..ayran.. sınav haftası dokundu heralde..." Fermium

Angie Jude karışık: Aaa.. Düşünsene Fermium Amerikaya gidip bir gosip görl oluyo.. Sevgilisinden ayrılmış, yatakta yüzüstü yatıp ağlarken topukları birbirine değiyo.. Yada sevgilisi var mesela okulda Amerikan futbolu takımı kaptanı, Fermium da ponpon kız lideri... Anaaaam.. Küçük bir bıleyır voldorf. Sarıya boyattığı saçlarıyla beyaz cipini felan sürüyo.. Off..
Fermium: (envai çeşit hö bakışından sonra) Ponpon kızlık sıkıcı yaa..
Jude: He yani sarı saç cip erkek arkadaş tamam, ponpon kızlığa takıldın öyle mi?
(hanginizin topuk fetişi var ki şimdi?)

-bu konuşmanın akşamına-
Fermium: Angieeee!!
Angie: Hı?
Ferm: Gossip Görl izledim olamam ben onlardan zor be öyle..
Angie: Ehehahahehe.... Noldu bugün dediklerimizden sonra içine kurt mu düştü??
Ferm: Kurt mu? Hayır.. Ama nedir ki diye bi baktım ı-ıh



Jude: Şimdi tabu'nun bu kısmında 15 kelimeyle büssürü şey anlatmaya çalışıyosun. Mesela gerdek…
Angie: Aklına ilk gerdek mi geldi?!?


(Fermium'a doğumgününde hediye olarak japon balığı alınmış, adı Freddie konmuştur.)

Fermium: Keşke daha unisex bi isim koysaymışsınız...
Mahavishnu: Ee zaten yeterince unisex bi ismi var?
(ve Fermium'un bakışları eşliğinde yarılan bir grup insan….)


(detaylarını pek açıklamak istemediğimiz, ancak bizi hala hatırladıkça güldüren birtakım inciler silsilesini sansürleyerek blog insanlarına sunmaktayız. Anlayamadığınız için—anladıysanız bravo—üzgünüz. Ama açık açık yazsam dayak yerim, ondan…)

Mahavishnu: Viiii ar dı çempiyıns may fıreendddsss viiillll kiip on fayting til di eeeenndd (dındındııın) viii ardı çempiyıns viii ardı çempiyıns…
bir küçücük osmancık: *****
Mahavishnu: AGGGHHH!!! *****
(ve OSDM ahalisinin gülmekte, aynı zamanda ağzından sosis parçaları ve meyve suları fışkırmaktadır…)


Mahavishnu: Öfff yarın sakso var hiç çalışmadım…
Geri kalan herkes ve sokaktaki esnaf: ?!?!?!
(dipnot: Mahavishnu saksafonu kastetmektedir aslında)


Mahavishnu: Benjamin Button’ı izledim. O diil de, Brad Pitt harbi yakışıklıymış yaa öff..
Angie: Aman canııım.. Brad Pitt kim ki senin yanında…
Mahavishnu: Ya orası öyle. Brad sezonluk şarkılar gibi, ben Stairway to Heaven’ım. (special thanks to ted mosby-maha) (Swarley di hani)


(sevgili blog ahalisi bu yazıyı editlerse süper olur!!)

demek ki neymiiiş mahavishnu nun potları hepimizi geçiyomuuuuş
(Stairway to Heaven, Brad Pitt e Brad demek ayh maşvişnu ehehhaeh)

Mahavishnu: abi dudağın çok kötü kurumuş..
Jude: dilimi görmek istemezsin.
Maha: (hö ? ifadesiyle) nerde..
ki ?
Jude : (böyle aptal soru olurmu ifadesiyle) e ağızımdaa ?
Maha: (dumurdan dumura uğrayan maha) !!!???
Jude : ???

bide olaya mahavishnu nun gözünden bakalım.

Maha: abi dudağın çok kötü kurumuş.
Jude: idili görmek istemezsin.
Maha: (hö ? ifadesiyle) nerde.. ki ?
Jude : (böyle aptal soru olurmu ifadesiyle) e ağızımdaa ?
Maha: (dumurdan dumura uğrayan maha) !!!???
Jude : ???

ve akabinde...

PUAUHUHZUHUAHUEHUEHUA .... ....

Jude ve Kolombus OGZ ofisinden çıkmış, yorgun argın trafik ışığında beklemektedirler. Jude evine ışıktan karşıya geçerek gidecek, ama Kolombus'un "git hadi git " ısrarlarına rağmen muhabbete devam edip her yeşili kaçırmaktadır. Artık baya bir süre geçer, Jude gitmeye karar verir. Fakat düğmeye ne kadar çok basarlarsa bassınlar bir türlü yeşil yanmaz. Deliren Kolombus düğmeye kafa atar, ve saniyesinde yeşil yanar. Mavi ekranlar verilip rebootlar atıldıktan sonra Kolombus direğe dayanmış, Jude ise yerde sürünmektedir.Haliyle tüm yaya topluluğun dikkati çekilir. Işık kaçırılır, bir sonraki ışıkta karşıya geçilir.

10 okuyuştan sonra gelen edit : OGZ yazarı gibi durmuşuz yazıda :p.. Her ne kadar nihai amacımız olsa da, her ne kadar her okul çıkışı o güzide apartmanın önünden geçip kafayı uzatmak suretiyle camdan bakan var mı diye baksak da, biz sadece okuruz. Okurcan olmayalım.

4 Şubat 2009 Çarşamba

OSDM fm!(freddie mercury falan değil.)


Gooooooooodd Mornin' Ortadan Sıkılanya!

Burası 275 ila 285 orta dalgadan yayın yapan Kader'in Sesi... Bugün Beş Kasım Bin Dokuz Yüz Doks... ehm!

Kaptırmayalım kendimizi değil mi? Evet,burası orası ile şurası arasında ortanın biraz şu tarafı yok şurasından yayın yapan OSDM FM!. Radyomuz,bugün 4 Şubat 2009 itibari ile yayın hayatına geçmiştir,fevkaladesonik olmuştur,bilgilerinize.

Adres: Http://ortadansikilanradyo.blogspot.com

PS=Bir ara zaman dağılımı yapalım aramızda da düzenleyelim şunu

PS2(play station değil ama ah bu kısaltmalar:))=Radyo da DJ lik yapacak olan yazarlarımız benim flatcast hesabımı kullanabilirler. Şifreyi benden alsınlar:)

Flatcast'i çalıştıramıyorsanız:

http://www.flatcast.com/de/Message.aspx?msg=Downloads

30 Ocak 2009 Cuma

fermium bildiriyor!!

uyumadan dinlenilesi kısacık bir masal:

A Beginning - The Beatles

(yapınca sarkıdaki yaylı çalgılılar eleanor rigby(strings only)ye benziyo)

ps: biri şu yapamamadığım Türkçe kararkterleri editlerse cok mesud olacağım

(sempatiksel insanlar sizi..)


Gelecek Program:Fermium New Orleans dan bildiriyor!!(dimi fermie (evil evil..çok evil!)-[Maşvişnu.]

Daha da gelecek program:Fermium evinin kapılarını Jude ve Mahavishnu ya açıyor,üstüne üstük anahtarı da onlara bırakıyore!-[bu da aynı adam tarafından yazıldı maşviş işte...]

Bide bugün bunu gördüm!:
Van Münüt! OLMAZ!! Van münüt!!!
Van tu tiri foroooehm Ehm...

Fermie'nin yazısını da mahfettim eheh...


new orleans a gecen sefer gittiydim bu sefer gitmiyorum ki
(24 subatta mardi gras var meraklisi arastirsin)
bide 1 subatta super bowl party izliycem how i met your mother cilar bilir.
daha gelecek programinizi daha gelecekte konusalim oldu mu?
(hadi bunu da editle)

27 Ocak 2009 Salı

O Diil De Twilight İyiymiş...

Ben,Bir küçücük Osmancık ve başka bir şahıs(Bkz:isim vermemek,Ergenekondan korkmak) Twilight adlı romantik aksiyon filmine gittik.
Film Stephenie Meyer'in Alacakaranlık adlı romanını konu almış.Edward Cullen Forks lisesinin en karizmatik öğrencisidir ve bir vampirdir.Isabella Swan ise Forksta emniyet müdürü olan babasının yanına gelmiştir ve o da Forks lisesine başlar.Biyoloji sınıfında Edward'ın yanına oturur ve onunla konuşmaya çalışır ama havanın güneşli olması Edward'ın sinirlerini hoplatır ve dersi terkeder.Gelecek hafta Edward okula gelmez.Geldiği ilk gün gene biyoloji dersi vardır ve bu sefer Edward Bella ile konuşmaya çalışır ve ikisi tanışırlar.
Gerisini anlatırsam filme gitmenize gerek kalmıcak o yüzden anlatmıyorum.
Not:Beyzbol sahnesine Supermassive Blackhole'dan daha iyi bir müzik yakışamazdı.

Üç şeyden kesinlikle emindim.Birincisi,Edward kesinlikle bir vampirdi.İkincisi,onun ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim bu vampir yanı benim kanıma susamıştı.Üçüncüsü,ona koşulsuz ve geri dönülemez biçimde aşıktım!

26 Ocak 2009 Pazartesi

Ben Geldimm......

Selam ey blog ahalisi...
İlk olarak yazı rengimi bilmediğim için sorunlar yaşıyorum ama zamanla bu sorunlar çözülecek sanırım(umarım:D).Öncelikle şimdiden blog ahalisinden özür dilemek istiyorum yazacağım yazlılardan dolayı(except Bir Küçücük Osmancık).

Bloğunuzdan aldığım ilk izlenime dayanarak söyleyebilirim ki bloğunuzda bir çatışma var gibi.Yukarıda bahsi geçen arkadaş(bkz:artistik kalıp kullandığını sanmak) 'okurcan' gibi kelimeleri reddederken diğer boş olmayan insanlar bu kelimeleri çok fazla kullanıyorlar.(Dinle PJ-okurcan:newborn-muse)
Şimdilik bu kadar gibi sanırım galiba büyük olasılıkla.

Saygı ve
Sevgi çerçevesinde yaşamanız dileği ile,

dipnot(böyleydi dimi?):gerçekten diş macununu ortadan sıkıyo olamazsınız...


25 Ocak 2009 Pazar

Doğaçlama

Hala yazı rengim bumu değilmi bilmiyorum ama heralde PJ ve saz arkadaşları (ısrarla "OKURCAN" diyenlerde var ama ben onlardan değilim PJ'e saygılar :D) böyle çirkin bi renk gördüklerinde Birküçücükosmancık'ın yazdığını anlarlar.
Neyse diyip konumuza dönmek isterdim ama bi konumuz olmadığından bunu yapmak pek de mümkün olmuyo, ancak son 5 yazının 2sini benim yazmış olmam sanırım artık blog'a kesin sayılabilcek bi dönüş yaptığımın göstergesi olabilir... Ancak hala yazıcak bişeyler bulma konusunda şikayetlerim var. Ben diğerleri kadar ilgili bir kişilik değilim anlaşılabileceği gibi. Daha boş daha yüzeysel ve daha basit bir insanım ve böyle yaşıyorum. (Dinle PJ: Ali Desidero) Ben her ne kadar döndüğümü iddia etsem de önümüzdeki yarıyıl tatili (yarın başlıyo ve mutluyuz) benim yazmama bir engel teşkil edecek gibi görünüyor ama bu bahaneyi elimden geldiğince az kullanmaya çalışıcam ve "Konulu Yazı"larla yeniden karşınızda olacağım.
Şimdilik benden bu kadar bir sonraki yazımda görüşmek üzere
Saygılar
Sevgiler
Batticonlar...

Siz nasıl diyooorr...? Dipnot..??: Bir ara Batticon'u da alın buraya benden daha gereksiz olabileceğini iddia ediyor göstersin bakalım hünerlerini...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Uğurlar Olsun



Seninle karlar içindeki bir Ocak ayazında tanıştık sadece.Ben annemin karnında,sen tabuttaydın.O gün annem,bu gün ben...Ağladık.Hiçbirşey yapamamanın acısıyla ağladık,unutmadık.

Uğurlar olsun...

Vurulduk ey halkım unutma bizi: http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/f6b9c3317492d77eb7b614646497a8d13ec921ea60a72f8c81d0accacd0dcb7cf060b6e21717c512b1a267552b4441f3edac46b7884529b915138

Aynı ay içinde aynı şeyleri yazmak zorunda kalmak ne acı...Bilen biliyor zaten.Birbirinin aynısı satırlar dökmek istemedim.Seninkilerin yanında sönük kalacaktı elbet yazdıklarım.Sadece söylemek istedim.Unutmadık seni...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Okurcan? O da kim??

Yazıları okuyorum arada burdaki. Benle ilgili bişeyler yazıyolar bazen beni unutmuyolar arkadaşlar sağolsunlar. Diğer yazılar da güzel hatta nerdeyse herşey güzel burda iyi bişey bu tabi sırıtmama sebep oluyor -> =)
Ama... (hakkımda ortaya atılan asılsız iddialara girmicem) (aa havayi fişek neyse çok dandikler öhömm...)
Burda canımı sıkan bi olay daha doğrusu bi kavram var, başlıktan da belli olacağı gibi "Okurcan" kavramı beni rahatsız ediyo...
Kim bu okurcan sorusu kafamı kurcalıyo ister istemez...
Buyrun burayada yaziyim herkesin kafasını kurcalasın (ki zaten kurcalıyodur bence)
KİM BU OKURCAN
WHO IS THIS OKURCAN
QUI EST CE OKURCAN
WER IST DIESER OKURCAN (ja ich bin şayze)
kurcaladı dimi??
Aslında bu yazı yapıcı bi eleştiri niteliğinde de olabilir biraz zorlarsan
Burdan sevgili "Okurcan"larımıza seslenmen istiyorum gösterin kaç kişi olduğunuzu pasif değil aktif okurcan olun benim gibi olmayın mahavisu fermiyum angie gibi falan olun konuşun tartışın hoplayın zıplayın dans edin (gerçi bunun pek bi yararı olmaz bize ama) napın edin ama varlığınızı gösterin. Yoksa benim gibi sizlerin hayali kahramanlar olduğunuzu düşünen yazar sayımız çoğalcak ki bu da istemediğimiz (istemediğiniz) bişey dimi??
Haydi gösterin kaç kişi olduğunuzu ama bizkackisiyiz.com'a girerek değil olduğunuz yerde bu yazıya veya tercihen daha anlamlı olan bi yazıya yorum yazın bişeyler yapın gösterin kaç kişi olduğunuzu!!!!

SEVGİLER SAYGILAR...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Milliyetçiliğin Kurşunları

Müsamerelerin vazgeçilmez bir şarkısı vardır. “Bütün dünya buna inansa” diye başlar, insanların el ele tutuştuğu bir dünyadan, hayatın bayram olacağından bahseder. İlkokula bile gitmeyen çocuk, daha ırkçılık, ayrımcılık ne demekmiş bilmezken sahnede inanılmaz bir coşkuyla bu şarkıyı söyler. Dünyada olan bitenden habersiz, hiçbir şeyin tarihini öğrenmemişken; zamanında “farklı” insanlara ne zulümler işlenmiş, ne soykırımlar yapılmış, sayısız insan sırf farklı olduğundan nasıl ölmüş bilmezken, yuva öğretmenlerinin onlara öğrettiği bu “çocuk şarkısını” seslendirir.

Aynı çocuk daha sonra ilkokula başlar. Okuma yazmayı öğrenir, ancak gazeteler onun için fazla karmaşık ve anlaşılmaz olduğu için hala dünyayı bir çiçek tarhı zannetmektedir. Adı Hayat Bilgisi olan masum bir derste, trafik kurallarını, aile fertlerini, bitkileri, hayvanları öğrenir. Evet, ölümden de haberdardır, savaşın vahimliğini bilmektedir; nasılsa bu çocuğa Kurtuluş Savaşı da anlatılmaktadır. Zaten aynı çocuk birkaç sene sonra Sarı Zeybek’i izlediğinde gözyaşlarına boğulan milyonlarca ufaklıktan biri de olacaktır.

Büyüdükçe gözleri açılan bu çocuk, dünyanın suluboyalarla boyanmadığını anladığında hayal kırıklığına uğramayacak mıdır? “Peki, ama neden öldürmüşler o kadar insanı? Neden yapmışlar bunu?” diye anne babasına yönelteceği sayısız sorunun cevabının aslında olmadığını anladığında; dünyanın ne kadar saçma bir düzenle işlediğini, ne kadar adaletsiz olduğunu fark ettiğinde birini suçlamak istemeyecek midir?

Evet, bahsettiğimiz bu çocuk etrafında olan biteni sorgulamayı başarabilir. Peki diğerleri ne olacak? Bir başka çocuğa Rum komşusunun seviyesiz, Kürt komşusunun değersiz, Ermeni komşusunun ahlaksız olduğu söylendiğinde, ne düşünecek? Hayata dair aslında hiçbir şey öğretmeyen Hayat Bilgisi kitaplarında sadece laftan ibaret olan eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, barış gibi kavramları nasıl uygulayacak? Çevresindekiler tarafından, ona kendisinin başkalarından üstün olduğu inandırılmışken, o çocuk nasıl saygı duyacak? Nasıl hoşgörüyle yaklaşabilecek? Nasıl değer verecek?

Bu çocuk daha da büyüyüp adam olduğunda, belki de kendine Atatürkçü diyecek. O’nun ilkelerine ne kadar bağlı olduğunu, O’nu ne kadar derinden sevdiğini saydığını söyleyecek. Bu ülkeyi Atatürkçülüğün kurtaracağını ekleyecek, ama sarf ettiği hiçbir sözün gerçek anlamını bilmeyecek.

Aynı “adam” sokakta yediği üç beş kurşunla susturulanların cenazesine katılanlara vatan haini diyecek, “Türk bayrağı ve katil” adlı gurur (!) tablosuna bakıp hiç de pişmanlık duymayacak. Aynı “adam” ecnebi, gâvur diye çağırdığı insanlarla yüzyıllardır aynı topraklarda yaşadığını, aynı havayı soluduğunu bilmeyecek. Bilse de hatırlamayacak. Hatırlasa da önemsemeyecek. O, belli kesimlerin aklına soktuğu düşüncelerin rehberliğinde, kendi ülkesinin insanını dışlamaya, hor görmeye devam edecek. Milliyetçi olduğunu, milletini sevdiğini iddia edip; kendi milletinden insanların canına kıyacak.

O ve daha bir sürü “adam” içlerine nefreti pompalarken, geri kalan herkes ne yapmalı? Peki ya “diğerleri”? Farklı olanlar? Başka yerden gelmiş olduğu için suçluluk duymaya zorunlu bırakılanlar? Sırf ona yapıştırılmış bir etiket yüzünden hayatı zehir olanlar? Peki ya güvercin tedirginliğinde yaşayanlar? Ne yapmalılar?

17 Ocak 2009 Cumartesi

bir küçücük osmancık'ın Gerçek Yüzü



bir küçücük osmancık: (aa kim üşenmiyip bana sizin bıloğa yazı yazmam için gerekenleri yapar? bknz: yüzsüzlük)
Angie: BEEEEEEEENN!
Angie: ama yazıcan?
Fermium: yaz valla
bir küçücük osmancık: hee yazmıızam size iş çıksın die istiorm manyaım ben

Efendiiiim.. Az önce okuduğunuz sözler bir emesen konuşmasından alınmıştır, tarihlerimiz 26 Ağustos'u göstermektedir.
Parçanın ana düşüncesi ise, kendisinin de belirttiği gibi, bir küçücük osmancık'ın manyak olduğudur.
Saygılar efendim.

dinle çekirge

Lleaf And Stream - Wishbone Ash
Rain - Jose Feliciano
Hole In My Soul - Aerosmith

Stand Up And Shout - Dio
Cat Food - King Crimson
Fairy Tellers Master Stroke - Queen
Communication Breakdown - Led Zeppelin
Echoes - Pink Floyd
Congratulations - Rolling Stones

Junk - Beatles (arkada mızıldanan insan sesi var)
Beatiful Occupation - Travis
Ain't No Fun (Waiting Round To Be A Millionaire) - AC/DC

I Can Hear Music - Beach Boys (Freddie Mercury versiyona remix falan şeyetmişler)
Holiday - Scorpions
Poison - Alice Cooper
Voodoo Chile - Stevie Ray Vaughn (Jimi Hendrix'in şarkısı evet)
Is This Love - Bob Marley And The Wailers
King Of Dreams - Deep Purple
Night And Day - Stan Getz (süper caz bu)

gördüğünüz üzere bi garip bi şeyler oluyo (dimi kolombus AC/DC, Dio, Alice Cooper falan görücez bakalım)


saygılar

11 Ocak 2009 Pazar

Meraklısı için öyle bir hikaye

Yazan: Sait Faik Abasıyanık
Uyarlayan: Savaş Dinçel
Yöneten : Ergün Işıldar
Dekor ve Kostüm Tasarımı: Ergün Işıldar
Işık Tasarımı: Özcan Çelik
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Köstüm Uygulama: Hacer Duran-Onur Uğurlu
Dekor Uygulama: Gökhan Usanmaz
Müzik: Ömer Göktay


Oynayan
Naşit Özcan


Hişt diyor Sait Faik.. Bir “hişt” sesi. Nereden gelirse gelsin, size varlığınızı hissettirir, yalnız olmadığınızı hatırlatır…


Naşit Özcan, sahnede yalnız başına. Bir klarnetçisi var yanında ona eşlik eden. Konuşuyor, anlatıyor.. Sait Faik’in ağzından onun dizelerini, yaşadıklarını,yalnızlığını,paylaşmak istediklerini..Ama yalnız işte, bir hişt sesi bile önemli bir şey onun için. Sokakta yürürken, insanları, dünyayı izlerken.. Bir hişt sesi bile orada olduğunu hissettiriyor, mutlu ediyor onu.

Bir martı ile konuşmasını anlatıyor, ona şiir yazıyor.. Sonra adadaki anılarına geliyor sıra. Alıyor rakısını çerezini, mezarlığa oturuyor.. Tam da Hüseyin Avni’nin mezarının karşısına.. E adam yalnız ya tabi, başlıyorlar konuşmaya.


Sonra, sıra geliyor yağmurlu bir akşamda yaptıklarına..Bir hayvana doğayı, insanlığı anlatıyor. Bir kadın görüyor, göremiyor aslında. Yüzünü bile görmediği bir kadın o, ama onun için çok değerli, hissediyor. Onun için yazıyor hemen oracıkta. Sokakta gördüğü susam satıcısının ufak hikâyesinden neler çıkartıyor kendine. Yalnızlık böyle bir şey.. “ Bir anam destekledi beni” diyor, o bile yeterli aslında onun için. Çünkü mutlu halinden, içkisi, defteri kalemi… Ona yetiyor bu saydıklarım, belki de yetmiyordur ama kim bilir… Hişt diyor tekrar, tarladaki adama hişt diyor, tek isteği o adamın da kendisi gibi hissetmemesi.


Tek kişilik bir oyun “Meraklısı için öyle bir hikâye”, giderken sıkılır mıyım şüphelerim vardı biraz, ama oldukça güzeldi... 2 sene önce vefat eden Savaş Dinçel’in Sait Faik Abasıyanık’ın anılarından uyarladığı bir çalışma.. 15 sene önce oynanmış, bitirilmiş. Bu sene şehir tiyatrolarında tekrardan, başka bir değerli sanatçımızın ağzından dinliyoruz, Faik’in hüzünlü hikâyesini. Eğer edebiyata veya tiyatroya birazcık bile ilginiz varsa, hatta yoksa, ne yapın edin gidin, görün bu oyunu.. Çünkü hepimiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz.. Yapayalnızız..Yazımı da en iyi oyundan şu alıntı ile noktalayabilirim herhalde :


Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de, nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmiyorsa fena işte. Geldikten sonra ise yaşasın çiçekler, yaşasın böcekler, yaşasın insanoğlu… Yaşasın dünya ! Hişt… Hişt…

2 Ocak 2009 Cuma

How I Met Them All: 28 Aralık.

(editsel: başlığı değiştirdim, güzel oldu.)
28 Aralık'ın anlam ve önemini bilmeyenler için, henüz 28 Aralık gününün hayatımıza kattıklarının farkında olmayanlar için bir kez daha tekrar edelim o günün Fermium'un doğumgünü olduğunu.

Şimdi kendisi nasıl doğduğunu ve pis pis ağladığını ve babasının onu kucağına aldığında ilk ne dediğini filan anlatabilir. Ama ben hikayenin bildiğim kısmından başlıycam.

Şu anda adım eğer Angie'yse, şu anda Bebek'te yürürken 'All My Loving'i söyleyebiliyorsam, şu anda Beyoğlu'ndayken insanlara hikayeler uydurabiliyorsam, çimlere uzanıp bulutları şekillere benzetebiliyorsam hepsi Fermium sayesinde. Ben neysem, o'yum; çünkü hayatıma Fermium girdi.

Sadece o da diil, ama onun eşliğinde gelen birsürü insan oldu. Dolaylı yoldan tanıştırıldığım onlarca insan, hayatımda çok büyük yer etti.
Mahavishnu'yla olan tanışma hikayem de torunlarıma hazır rafta bekliyor (How I Met Mahavishnu) ama konu 28 Aralık'ken ben başka şeylerden bahsetmek istiyorum.

Herkes gibi doğumgününü kutlayan bi insandı Fermium. O zaman da bir sürü insanı biraraya getiricek, tanımayanları birbirine tanıştırıcak bi gün ayarlamak istedi. Ki başardı da.
Gün sonunda ileride süpersonik günler yaşayan süpersonik bir grup insan haline geliceklerini bilemezlerdi ama.

Gün gayet normal ilerliyordu. Fermium, Mahavishnu, Angie, bir küçücük osmancık ve Derin McDonalds'ın özel parti tabaklarında kestaneli pasta yerken sohbet ediyolardı, güzeldi eğlenceliydi. Hava gene buz gibiydi.

Birkaç saat sonra bu gruba Jude'da katılmıştı. Garip bi tanışmaydı doğrusu; havadan sudan, Angie'nin o zamanlar henüz izlememiş olduğu Star Wars'tan bahsediyolardı. Jude baya koşmuş ve yorulmuştu. Hava da kararmıştı, eve dönmek lazımdı.
Gün gayet de normal bitmişti.
O günü önemli kılan, Jude'du.

Angie -şu anda kendi adıma konuşuyorum ama diğerleri için de aynı şeylerin geçerli olduğundan eminim- Jude gibi inanılmazsonik bir dostla tanışmanın değerini sonra sonra anlayacaktı; ama o gün onunla tanışmışlardı sonuçta.

Evet sevgili blog ahalisi... Ben kendi hikayemi anlattım, burdan sonrasını devretmek istiyorum. 2008'e gelindiği zamanı da başkaları yazsın. 27 Aralık gününü (evet maalesef bu sefer 27'siydi) ve süprüzü ve maceraları da bi başkası anlatsın. Kadıköy'de geçirilen 5 saati Jude'dan, Cumartesi akşamı yaşadığı travmaları (!!!!)da Mahavishnu'dan bekliyorum :) (Ölürüm de anlatmam.:))Yazmasanız da olur gerçi, ben heves ettim sadece...
Seviyorum hepinizi...

dibebirnot: Buradan da ısrarla atkı-bere kullanmayan, üstüne hasta olan ve üstüne yağmurda sırılsıklam olan Jude'a seslenmek istiyorum! Geçmiş olsun. Ama elimden kolay kurtulamıycaksın. Atkı-bere.




Yıl 2007, gün 2008 aralık;

muhtemelen çok gereksiz bişeyler için kadıköye gitmiş, gereksiz işimi yapmış, saatin 4 küsür olduğunu farkedip eve dönmeye kadar vermiştim. bi yandanda düşündüm hani ya bugün Fermium'un doğum günüydü değil mi ? hıı öyle olcak... diye.

akabininde telefonum çaldı, açtım, Fermium'muş. hadi kalk gel bağdat caddesindeyiz biz doğum günü yapıyoruz dedi. bende "kımkım ya tamam bakarım yaa" dedim.(bkz: üşenmek)(bkz: eve gidip ayaklarını uzatmak istemek)

direncimi kırdım ve 4 numaralı otobüse binmek suretiyle olay yerine doğru yola çıktım. bi yandan da düşünüyorum "ya kim varki şimdi orda öfff... kimle tanışçam ben he ? kim bunlar ? ya ben eve gitmek istiyoru yaa"(bkz: bıdıbıdıbıdı)

bu kısımları an be an hatırlıyorum zira hafızamda derin izler bıraktı:

"derin'in locistik desteğiyle birlikte çiftehavuzlar durağında inen Jude, sahil yolunu bağdat caddesine bağlayan ilk yoldan yukarı saptı ve elleri cebinde tıpış tıpış ilerledi. yolun yarısına geldiğinde karşıdan Fermium ve "diğerleri" (oha çok Lost olmuş?!) olarak tanımladığı 3-5 insanın ona doğru yürüdüğünü farketti:
-kim ki bunlar ? şu Fermium işte heh. arkada derin var... ama... şu diğerleri kim ki ? sarı saç falan... allahalla *-)... neyse bakalım neymiş ne diilmiş...
Fermium: piişt geç kaldın "pöf". ama bak burda kimler var. ehehehe :D
Jude: ya pardon ya işte şey yaptım sonra bidide bidide ardında hebele hübülü en sonunda bilibilibili...
Fermium: tamam neyse... bak sen burda kimler var
ben boylarında bi kız(daha sonradan Angie): hey selam ben Angie:)
Jude: *tokalaş* ben Jude memnun oldum. :)
siyah saçlı ben boylarımda biri(daha sonradan siyah/polis/japon/sakso Mahavishnu): bende Mahavishnu meraba memnun oldum :D (sana buradan değil alttaki satırlarımdan okkalı bir karşılık vericem bekle az:))
Jude: eheh meraba bende menun oldum :D
sarı saçlı olan(daha sonradan bir küçücük osmancık): meraba bende bir küçücük osmncık ehiehieihe :D:D
Jude: oooo 3 tane olduk :D"

(edit yapan bendenizin yorumu: şimdi burdaki adları niklere çevirdiğimiz zaman pek anlamlı olmadı ama en azından bilmeyenlere şu kopyayı verelim: Mahavishnu, Jude ve bir küçücük osmancık'ın gerçek adları aynı efendim. Hepsine mesela Hüsnü (nee Hüsnü mü???) diyebilirsiniz. Bu durumda "eheheh meraba ben de Hüsnü eheheh"ler daha anlamlı oluyo sanırsam:D)



günün ilerleyen saatlerinde:

Angie: ya ben seni bayağı duydum ya :D
Jude: bende seni çok duydum valla :D:D
(o sırada Fermium: ehehehe:D)

ilk intibalar: hıı evet Angie duymuştum ben bunu iyiymiş ehehe :)
buda iyi konuşuyo valla muhattap olmayı iyi beceriyo :D(Mahavishnu)
bu pek konuşmuyo *-) ? ama iyi gülüyo: ehieiehiei:D
diğerlerini biliyom zaten."

gün böyle gitti bitti, ama çok iyiydi süperdi zira daha önce hiç bu şekil arkadaşlarım olmamıştı. Ve hani kıymetini bi 5-6 ay sonra anlayacaktım, ama o gün bile bunlar farklılar ya diye farketmiştim bir kısım birşey. Bu noktada (biçok yerde yaptığım gibi) fermiuma çook büyük teşekkürler şeyediyorum beni bu insanlarla tanıştırdığı için, beni çook değiştirdiniz ve geliştirdiniz her yönde, mükemmel insanlarsınız hepiniz ayrı ayrı, çok seviyorum sizi. Kalın sağlıcakla... :)

ehe.. çok abarttılar okurcan (okurcan yok yahu.Azıcık var.Biz bizeyiz rahat olun çocuklar birer viski koyun kendinize.Eh Jude? Beyaz ticareti(kadın diil drugs olan) nasıl gidiyor ha? Punçinellolar sorun çıkarıyor mu?)-Dont ask me why.Don't know.

Mahavishnu signs in:

Hani insanın ortalama 60 yıllık basit ve alayına klişe hayatında bazı dönüm noktaları vardır ya,onlardan birini anlatacağım ben de.Hatta eminim ki bir gün "How I met your mother" derken çocuklarıma(evet 2 tane olacaklar bi kız bi erkek hıhı) bu sayfalardaki insanların adı da bol bol geçecek.Hayatımda yer ettikleri kadar yani. :)

Benim dönüm noktam çook gerilerden başladı-[ölümcül paragraf
(aslında dönüm noktası yoktur değil mi hayatta yaptığımız en küçük hareket dahi zincire takılan başka bi zincirdir öff neyse. (bunu bi ara yazarım ben şimdilik yazıya öyle girdik diye dönüm noktası dicem,sonra kendi tükürdüğümü yalarım(tiksindiren ata sözleri part 1)))-çok fazla paragraf iç içe olmuş be]Derin ile tanışıp onun önderliğinde Angie ve Fermium ile tanışmama kadar olan kısım çok anlatıldığı için sonrasından devam edeceğim.

Bu blogun,bu "güzel ve harika arkadaşlık" sıfat tamlamasını yakıştıramadığım derecede samimi birlikteliğin sorumlusu benim evet.(aha kendine pay çıakrdı hemen it!)Bugün Jude bana Sakso lakabını takabildiyse-ki kendisi benim enstürmanımla dalga geçeceğine neden evine davet ettiği her arkadaşını çıplak karşıladığını açıklasın ehem-Benim gayet klişe(hani sevmiyoruz ya klişeyi)Angie ve Fermium insancıklarına bir yerde kahve içelim sanal arkadaşlık nereye kadar dememle başladı.

İkisinin de gayet iyi bildiğini sonradan fark ettiğim ve artık boykot ettiğim mekanda bir araya geldik.O gün neler hissettiğim konusunda emin değilim;ama kapının önünde turkuaz balıkçı şapkası ile öff pöff diyerek bekleyen bir Fermium ve ardından kan ter içinde "pardon geciktim" parolasını kullanarak aramıza sızan Angie(Sen de ne giyiyodun biliyorum gücenme sadece gerek duymadım kullanmaya:))aklıma geldikçe gece kumsala uzanmış gibi hissedersiniz ya kendinizi -serin bir rahatlık ama aslında çok sıcak- öyle hissediyorum.

Sonrası Jude tarafından anlatıldı üst satırlarda.Oralara girmiyorum.Sadece bir senedir tanıdığım bi' adama hayatımın en zorlu dönemlerini anlatabilmek,ondan yardım alabilmek ne bileyim ilginç.Aslında işin garibi hiç ilginç gelmedi çünkü Angie nin tanımladığı gibi en iyi arkadaş rolu yapıp bir ay sorna bütün sırlarını afişe eden tiki kızlarınki gibi bir arkadaşlık değildi Jude'unki.(e tabii adam tiki kız değil nasıl olsun ki?-Or is he?)

"How I met your mother" başlıklı büyük hikayemi anlatana kadar,hayatımdaki ikinci önemli hikayeyi anlatmaya devam edeceğim.Ve nerede,ne zaman bir grup genç çimenlerde şarkılar söyleyen hipisel insanlara özenecek,ben orada hava atıp sonuna "evilish" kahkahamı ekleyeceğim.Hatta o insanlar bayana kadar onlara "dostlarımla nasıl tanıştığım" başlıklı hikayemi anlatacağım.

Benim sadece içimden geldiği için yazdığım ve Fermium'un büyük bir incelikle benimsediği bir cümle yetiyor bana.

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir. Demiştim.Şimdi o ince ruhlu eti puf şablonlu(?!) insanın içini belki biraz daha hafifletmek için ekleme yapıyorum bu sözüme:

Arkadaşlık;saatler dakikalar ya da yıllar değildir.O azmanı nasıl doldurduğundur.Binlerce kilometre uzakta olsa bile varlığından haz duymaktır.Turkuaz balıkçı sapkasını,kıskanılan gözlükleri ya da smiley dolu "hipisel" bandanayı,free hug tişörtlerini hatırlayıp gülümsemektir.

Diyorum.Kendime güvenerek.Bu sefer güzel oldu.Valla bak...

Bir de yılbaşı kartı için teşekkür^^.

31 Aralık 2008 Çarşamba

Mutlu Yıllar

so this is xmas
and what have you done
another year over
and a new one just begun
and so this is xmas
i hope you have fun
the near and the dear one
the old and the young
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
and so this is xmas
for weak and for strong
for rich and the poor ones
the world is so wrong
and so happy xmas
for black and for white
for yellow and red ones
let's stop all the fight
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
and so this is xmas
and what have we done
another year over
a new one just begun
and so happy xmas
we hope you have fun
the near and the dear one
the old and the young
a very merry xmas
and a happy new year
let's hope it's a good one
without any fear
war is over, if you want it
war is over now
happy xmas


Bu günün yılın son günü olduğunu falan fişmekanı anlatmaya gerek duymuyor,bütün blog ahalisinin ve dünyanın yeni yılını kutluyorum.

Sizden bir isteğim var.Bugün bir aile seçin kendinize Filistinden.Sadece bir aile.Ve akşam havaifişekler atlmaya başladığında gerçek fişeklerin o aileyi bulmaması için dua edin.En azından bunu yapın/yapalım.

Ve ardından çaresizliğimize lanet ederek çaresizce kaldıralım kadahlerimizi umuda.

Mutlu Yıllar Dünya.

28 Aralık 2008 Pazar

Ben bu hafta limon sıkıcağı seçtim
Benimki kırmızı olan, turuncuya mahavishnu kondu çünkim.

Bunları almamın hikayesini zaten biliyosunuz. Mavi bi tane vardı ona da Rengin Teyze kondu.
Valla çok da yararlı değil ama sempatiksel bişey bence



24 Aralık 2008 Çarşamba

Ders vakti

Eveet, soğukların da bastırması ile kendimi progressive müziğe (ne alakadır ki sormayın) adamış bulunuyorum (bi saniye ben zaten dinliyodum kiea ?!?). Amma ve lakin, progressive nedir ne değildir iyice sindirebilmeniz içim parça parça değil de, albüm albüm yazayım ben. Çünkü prog bir bütündür, ayrı ayrı eleştirilemez.

King Crimson - In Court of Crimson King ( ilk prog. albümü sayılır kendileri dinlerken saygı gösteriniz)
Rush - 2112 (enstürmental ağırlıklıdır, dinleyerek hoşça vakit geçirebilirsiniz)
Dream Theater - Train of Thought, Systematic Chaos, Scenes From A Memory (arşivinizde yoksa zaten.. )
Tool - Opiate,Lateralus,Ænima ( çooook hoş albümlerdir, maşvişnu ya inanmayın siz)

Bugünlük prog dersimiz bu kadar. Ekstra not isteyen yazar ve okuyucu arkadaşlarım Dream Theater'ın Dark Side Of The Moon cover'ını (evet, bütün albüm) dinleyebilirler. Hepsini sindirip açlık çekmeye başlayan ve zombiler gibi "moooreee" diye gezinenler ise kendilerine hakim olup bir mail atabilirler.

Sağlıcakla..

22 Aralık 2008 Pazartesi

Şeysi çekirge: Çalar Saat.

Efendiiim.. Blog'unuzun yeniliksel yazarı Angie bir ilke daha imza atıyor!!
Bundan itibaren her hafta Ortadan Sıkılan Diş Macunu sayfalarında bir şeysi yer alcak (ki burda diğer yazarların katkısını da bekliyorum, her ne kadar bazıları tembel olsa da!!)

Ben bu hafta IKEA çalar saatimi seçtiiiim!!


Bu benim saatimin cırtlak sarısı, benimki gıriy.
IKEA'dan aldığım saatimi çok seviyorum. Sabahları uyanmama yardımcı oluyor.
Hı hı evet.
dibebirnot: o diil de, böyle sabah hıncıyla bi vuruyorum saate..... güzel oluyo ama.

18 Aralık 2008 Perşembe

Üstelik Çalar Saat

Sınavlar yorar bizi,
Üstelik pestilimizi çıkarır.
Ödevler gelir üstümüze
Ama uyumak da lazımdır.

Saatin alarmıyla uyanırız her sabah,
Üstelik okula gitmeliyizdir.
Yeni bir gün başlar ama,
Başlamasa da güzel değil miydir?

Bitkiniz ve tükenmişiz
Üstelik hala ödevler bitmemiş.
Hayat böyle mi geçecek
Diş macununu en ucundan sıkan da kimmiş?!


(Daha modern, daha serbest bir üslupla şair yanımı bir kez daha tatmin ediyim dedim, olmadı. Ben de geleneksel ilk okula şiirine geri döndüm. Bol miktarda kafiyem var, saçma ve alakasız dizeler adeta coşkun birer ırmak...

Farkındayım b*k gibi oldu.)

16 Aralık 2008 Salı

dinle peygamberdevesi..

Başlamadan önce facebook şeyine gösterdiğiniz ilgiye teşekkür (ünlüyüz eheh)

My Favorite Things - John Coltrane
L'Effondrement - Yann Tiersen
Death Will Never Conquer - Coldplay
Go Now - Moody Blues
Wild Horses - Rolling Stones (okumuyosundur ama okuyosan teşekkür ediyorum)
Crying - Björk

3000 miles - Tracy Chapman
Paranoyd Eyes - Pink Floyd
That's The Way - Led Zeppelin
My Melancholy Blues - Queen
Mrs. Robinson - Simon&Garfunkel

biraz kolombusvari:
Fighting Talk - Gary Moore
See You Around - Skid Row
Real World - Queensryche

Rock'n Roll Ain't Noise Pollution - AC/DC
God Bless The Children Of The Beast - Mötley Crüe
Freed My Frankenstein - Alice Cooper

ve bunlar da değerli yorumer pj için
Angel Of Retribution - Judas Priest

China Girl - David Bowie
Diamonds And Rust - Judas Priest


okurcan blog ahalisi bi süre buralarda şuralarda olmıycam bu halimi özetleyen bi şarkı daha yazıp bi kaç haftalığına kabuğuma çekiliyorum.. aklıma gelen şeyleri sonra yazıcam, vakit olursa yorum da yazıcam

Under Pressure - Queen Ft. David Bowie

iygeceler herkese
(bunun için de şarkım var)
Good Night - Beatles

saygılar

12 Aralık 2008 Cuma

Farkı Bulun.


İki resim arasında 1 tane -baya belli- fark var.
Fark da fark hani.


(kolombus'a sevgilerle...)

pisler!

sizi gidi internet kafenin bilgisayarlarından ayrı ayrı dişmacununu ucundan sıkanlar..
evet siz! siz hayınsınız yılbaşı yok size. pppllplllplplllll(dilçıkarma efekti**)

not: mahavishnu fontlarda renk seçmediğinden rengi bana yakın ama siz karıştırmayın

okurcan saygılar
hayınlar görüşcez!! bu iş burda bitmez

sonradan gelen edit: atakan sana sesleniyorum!! "dişmacunu mu o da ne?" sayısında bariz bi artış var kuşku çekiyosun. daha gelemeden uçan yazar olursun ona göre

bibaşkaedit: evet okurcan! insanlar yazar olmak istiyolar. çok mesudum evet!

10 Aralık 2008 Çarşamba

Issız Adam: Eleştirecek miyiz Yüceltecek miyiz?


Ortada dönen onca konuşma ve sonunda sahip olunmuş 9 günlük boş vakit varken Issız Adam'ı görmemek olmazdı. Herkes "mavi telaş" diyo, "kara yattın, dondun, öldün" gibi iletiler yazıyo yada "dizime yattın büyüdün" diyodu. İzlemek, öğrenmek, anlam getirmek lazımdı.

Sapanca'ya annemlerin arkadaşlarının yanına gitmiş olmamız, gece orda kalıcak olmamız, ortak kararla Adapazarı'nda bir alışveriş merkezine sırf Issız Adam'ı izlemeye gitmemizden bahsetmiycem bile. Önemsiz detaylar.

Önemli olan, aslında böylesine güzel anlatılmış bir hikayeyi, aşkla ilgili derdini anlatmaya çalışan, yalnızlığından ve yalnızlığımızdan bahseden bir yönetmeni duygu sömürüsü yapmakla suçluyor olmamız. Çağan Irmak napsaydı? Duygudan, anlayıştan, aşktan uzak bir film yapıp bizim donuk bakışlarımızı mı çekseydi perdeye? Çıktığımızda "ne kadar sıkıcıydı, çok ağırdı" mı dedirtseydi bize? Artık herkesin hislerinden uzak yaşadığını kabul edip, "Aman canıııım, nasılsa aşk meşk kalmadı artık ne lazım böyle film ayda bir sevgili değiştiren nesillere?" mi deseydi?

Dememeliydi. Dememiş de.


İşte burda iki grup var: birincisi "Ah Çağan Irmak yapmış gene yapıcağını, mendilsiz gitmeyin" diyor, öbürküsü "Duygu sömürüsü" diyip geçiyor. Hangisine mi inanmak lazım? Hiçbirine.

Babam ve Oğlum'dan beri "Çağan Irmak varya, öfff ne biçim ağlatıyo.." havası var. Issız Adam'da da aynı şey oldu. İnsanlar ağlama beklentisiyle gidip, salya sümük çıktılar filmden. Duygusal sahneler vardı, ve bence yerinde ve yeterince kullanılmıştı; tek problem insanların duygu yüklemesine maruz kalmayı taşıyamayacak durumda olmasıydı.
Aynı grup filmden sonra D&R'a akın edip soundtrack yağmalayan grup. 45likler bu filmle bi daha meşhur olmuş diyenler de çok fazla. Ama sizce de gerekmiyor muydu bu? Bi yerde "obaaaaa binlerce dansüüööözz var!!" diyen bizim kuşağımıza bu müziklerin de dinletilmesi şart diil mi? Semiha Yankı, Semiramis Pekkan hayranı olduğumu sanmayın; ama en azından onların müziğinin, zamanında yapılan Türk müziğinin Serdar Ortaç'tan, Hande Yener'den çok daha kaliteli olduğunu düşünüyorum ve bundan eminim de.

Çağan Irmak bizim nesle 45lik sevdirdiyse nolmuş? Böyle bir aşk filmine, böyle güzel Beyoğlu görüntülerinin eşliğine başka ne koysaymış? Trendden trende koşan Türk gençliği bu sefer bunu benimsediyse nolmuş?
Bence çok da iyi olmuş.

Şimdi filmi yerden yere vuran grubu incelemeye devam edelim. Neymiş? Sıradan bir aşk hikayesiymiş.
Evet, sıradan bir aşk hikayesi.

Peki Love Story'ye 1970'te en iyi film dahil 6 dalda Oscar adaylığı getiren ve 1 dalda da ödül almasını sağlayan neydi? Çok benzer bir aşk hikayesi diil miydi?
Yapmayın, filmin adı bile Aşk Hikayesi!!

Aşk zamansızdır, aşk evrenseldir. 38 yıl önce de, bugün de benzer bir konu rahatlıkla işlenebilir. Önemli olan nasıl işlediğindir.
Ve Çağan Irmak bu konuda eleştiriyi hiç haketmiyor.

Çekimleri kusursuz. Beyoğlu'nun sokakları, dipleri köşeleri, sahafları, evleri... Kitapları elinizde hissediyorsunuz. Plağın cızırtısını içinizde... Nefes aldığınızda havuçlu tarçınlı kek kokusu geliyor burnunuza. Ve siz hala "sıradan bir aşk hikayesi" diyorsunuz buna.

Melis Birkan'ın oyunculuğu çok doğal. Bir ayrılma sahnesi var ki, daha doğal olamaz. Dolaptan çıkardığı dolma tenceresi, neşeli neşeli konuşması, birer birer dolmaları yerken çocukluğundan bahsetmesi, arada gülmesi...

Ve adamın kelimeleriyle gelen ayrılık şoku. Sözlerini hatırlayamaması, konuşamaması... Sürekli "hani.. hani.." diye kekelemesi...

Klasik bir aşk filminde olsak, hıçkırıklara boğulan kız öyle tarihi laflar ederdi ki; ayrılığı daha önceden çalışmışlar zannederdiniz.
Doğru ya, filmlerde sahneleri önceden çalışıyorlar zaten.

Issız Adam'ın en güzel yanı bu işte. Doğal, sade, içten.

Konusu yaratıcı mı? Hayır, böyle birşey iddia etmiyorum.
Ama izlemeye değer. Popüleritenin peşinden giderek dahil olduğunuz kalabalıkla izlemeye diil ama; kendi başınıza, o sinema koltuğunda hisleriniz ve düşüncelerinizle tek başınıza, izlemenize değer bir film.

Ve o final sahnesi. Çaresizliğin en güzel özeti.
Kalabalıkta napıcağını bilememek...
Gidecek bir yeri olmamak, varsa da nasıl gideceğini kestirememek...


Issız Adam'la ilgili atıp tutmadan önce, herkesin izlemesi gereken film.



9 Aralık 2008 Salı

FEVER!


38 derece ateşle yatıyorum 2 gündür.Baş ağrısı da yanında hediye.Frp falan yalanzi oluyore sanırım,söri

4 Aralık 2008 Perşembe

Ben (by fm)




-kristal avizelerden ölesiye korkarım o da "Jumanji" den kalma yani.. hani Kirsten Dunst'ın boynuna bişey saplanıyo falan ya.. nedense bi onlar bi de şu tavana yapışık pervaneler. sanki o odada en değerli şey senmisin ki düdük! çok istiyorum ki boulsun kalsın ağaca çıkıp inemeyen kendi gibi..

-istemiyorum ki enteresansonik kelimeler kullandığımda suratıma bön bön bakılmasın. istemiyorum ki kelimelerimi açıklatmasınlar.

-yürürkene o taze ekmek kokusunu duyumsayan burnun o sevincinden daha samimi, daha içten bi mutluluk çok az bulunur bence.

-otobüsü durakta karşılayamıyıp el edip şöförün insafına kalmak ne kalmak ne korkunç şey aman yarabbiiiii.. hele bi de şöför inadına durmassa "banane lan pis sorumsuz" derse ne fena, arkasından koşup yakalayamamak daha bi fena

-"dilinde tüy bitmek" ne absürt deyim arkadaş.. hani herhangi bir canlının dilinde tüy olsa tamam kabul o kadar evrim geçirmişsin derim fakat bilip bilmeden demesene dilinde tüy bitmişmiş hadi be ordan.

-"dust free" silgiler varya topaklanıp tek bi parça halinde çöp çıkaran silgiler.. işte onlar accayip yardımsever gelirler bana "abi sen zahmet etme ben şimdi siler süpürürüm" hatta "sen çalışmana bak evladım" yada "saygılar bacım buyur hallettim ben" der gibi.. bi alçakgönüllülük, çok da sevecen. gidip bi silgi alasım var evet..

-okurcan sen de hoşlaştığın karikatürü kesip saklamazmısın?!
yapmazmısın bunu açık konuş benle!

-fruitful nedir ya!? daha mantıksız kelime var mı? fruitful. aptalca be.

-saygılar

2 Aralık 2008 Salı

Sup ?

Merhabalaaar sevgili okuyucularım,yazar arkadaşlarım, 1'ler ve 0'lar. Yeni gönderi yokken ben de karalayayım bir şeyler dedim. İyi etmiş miyim ?

Öncelikle Angie'nin feysbuka katılış müjdesini vereyim. Sonunda görebileceğiz kendisini.

Bu sıralar bayaa bir konser, etkinlik vs. var. Katılın,katın,kattırın efenim. Sinemaya da gidin, oldu olucak tiyatroları da bir ziyaret edin.

Ya okul hayatım çok kötü gidiyor :F

WoW harbi güzel olmuş, daha 80 olamadım gerçi. Du bakalım.

Benim yazar olmam biraz gereksiz bir durum bence baksanıza yazı bile yazamıyorum.

Yarın oynayacağımız oyunun rolleri açıklanacak ( Kasaplığın El Kitabı - Boris Vian), ne rolü alacağım, kara kara düşünüyorum. Ayrıca bilimum sanat etkinliklerine katılan sevgili yazarlarımızın Haziran aylarında beni bir yoklamalarını öneririm.

Bu yazım yüzünden yazarlıktan kovulabilirim bence. Saçmaladım çok.

Aslına bakarsanız günlük yazısı gibi oldu.

Sağlıcakla.

24 Kasım 2008 Pazartesi

dinle çekirge ..

Embryo - Pink Floyd
Back In Black - AC/DC
Baby, Let Me Follow You Down - Bob Dylan

A Boy Named Sue - Johnny Cash
Scatterheart - Björk
Stop Crying Your Heart Out - Oasis

Where Is My Mind - Pixies
Blind Eye - Wishbone Ash
Monochrome - Yann Tiersen
Cat Food - King Crimson

Zombie Dance - Alice Cooper
Communication - Flecktones
Lost For Words - Pink Floyd



not: okurcan Pink Floyd la başlıyıp Pink Floyd la bitirmek beni ne kadar mutlu atti tahmin bile edemessein yada et..

yemyeşil vadinin ortasında açan bi tane kıpkırmızı gelincik görmüş kadar mutlu oldum diyebilirim

saygılarımla..

21 Kasım 2008 Cuma

Çoşkuyla Tebrik Ediyorum...

craxsahnesi.com daki bütün şarkıları tebrik ediyorum While My Guitar Gently Weeps i çalan söyliyen arkadaşlara ayrıca teşekkürler okumuyo da olsalar vokalin gözlüğü mızıkası bide klavyedeki eski servis arkadaşıma selamlar (beriiiil merabaaaa!!)(bkz: burdan hede deki akrabalarıma kaynıma halama hödö ye lılı ya vs. selam) (bkz: yok öle bişiy)

ayrıca T.N.T yi çalan söyliyen insanlar çok şukela olmuş sizin de

kendi okulumu hafifçe tenzih ediyorum back vokaller çok back çünkü...

Johnny Be Goode solistinin de biraz aksan taklidi yapması şarkıyı güzelleştiricek

Back to Black insanları... falan (solist Amy Winehouse değil tabi ama takdir ettim)

Comfortably Numb insanları çok başarılısınız bence

Ve yaklaşan korkulu sınav haftası dolayısıyla dinliyemediğim diğer tüm tüm gruplar: Süpersiniz insanlar hepiniz(ayh sevindirik oldum while my guitar gently weeps..) hehehe

gençliği seviyorum be aferim hepinize Herkesi apayrı kutluyom çok iyi aklınıza gelmiş (heycandan sesleri tireyen solistler, çalarken elleri titriyen gitaristler, bateristler, klavye insanları hepiniz !! sizi var ya çok seviyorum isterse söyleyemiyin takılın yine de seviyorum hepinizi.. yarışmadan çıkınca boynunuza havaii çiçekleri asmak lazım.. çok takdire şayan sınız ehehe)


http://craxsahnesi.com/ ne diyo lan bu deli demeyin sonunda üşenmeyin açın bakın..
öpüldünüz hepiniz..

19 Kasım 2008 Çarşamba

cumartesi sendromu ?!

efendim..

günlerden bir cumartesiydi fermiyum rezalet bi sınav geçirmişti.. angie yi aradı
önceden yapılmış bi planlarını aptal bi sınavın mahvetmesine izin veremezdi..


Beşiktaş yapuruna bindi herzamanki yerine oturdu. vuuuvuuu diye rüzgar eserken uykusuz okuyodu.. tatlı tatlı giderkene kız kulesiylen aynı hizadaykene şener şen filmlerinden alışık olduğu o sesi duydu...


" ŞİMDİ ELİMDE GÖRDÜĞÜNÜZ BU ŞEYİN NE İŞE YARADIĞINI ÖĞRENECEKSİNİZ"
ilk başta hiç oralı olmadı ama adam coştukça çoşuyordu...
"DİYELİM Kİ EVDE HASTANIZ VAR ÇAYINA LİMON KOYUCAKSINIZ" fermiyum hala emrah ablak a gülmektedir...
"KESME DERDİ YOK SIKMA DERDİ YOK ÇEKİRDEK YOK, ELİMDEKİ LİMON SIKICAĞINI SAPLIYORUM ÇEVİRİP ŞURADAKİ ÇİZGİYE KADAR GETİRİYORUM.
HOP HASTANIZIN LİMON SUYU HAZIR." fermiyum uykusuzu yavaşça bırakıp şener şen filmlerini düşünür...
"MESELA SALATA YAPICAKSINIZ HOP LİMON SUYU HAZIR" fermiyum yavaşça başını çevirir ve hakkaten de zırt pırt limon suyu sıkan o adama bakar...

" ÜSTELİK KAPAĞINI KAPIYIP BUZDOLABINA KOYABİLİRSİNİZ 3 GÜN, 5 GÜN, 10,15 GÜN BOZULMAZ DAYANIR." fermiyum resmen izler adamı..
"ŞİMDİ LİMONNUN İÇİNE BAKALIM BAKIN HİÇ SU YOK SADECE ÇEKİRDEK VE POSA.." fermiyum gülümser ve kıkırdar..

"ÜSTELİK ŞU ELİMDE GÖRDÜĞÜNÜZ ŞEY 3 DEĞİL 5 DEĞİL SADECE 1 YTL. ALMAK İSTİYENLER SÖYLESİN BEN DOLAŞIYORUM." dediğinde karşıdaki adamın tuhaf bakışlarına maruz kalıcak kadar gülmeye başlıyan fermiyum limon sıkıcağı adamın yanına gider ve " bana 2 tane verir misiniz şunlardan" der adam "3 olsun o" falan der "iyi madem" der bi yandan da 3 limon sıkıcağını napıcağını düşünür..

kaykaycıların "trrrrr çtakaaa" sesi çıkardığı taşların hafif çiş koktuğu meydan da banka oturup uykusuz okur. angie gelir. birlikte iklim değişikliği standına giderler.. inatçı ve enteresan insan hikayeleri dinlerler..
farz-ı misal: bir teyze yaklaşıp "kızım çamaşır mı asıyonuz" diye sormuş
başka bi teyze de sorup uzun uzun dinledikten sonra "haa bende anaokulu reklamı zannetmiştim" diyip gitmişler..


angie yle ve okulundan iki güzide insanla birlikte çeşitli maymunluklar yapıp küçük çocuklara boyama yaptırmak kendi aramızda fikir alışverişi yaparak bence şu yazar bişiyler diyip insanlara bez götürmekle meşgul olduk.

tabi bu arada kendi fikirlerimizi de çizdik yazdık..

(bu arada serçelere sövmeden geçemiycem pis kuşlar saçımıza yapmayın bari.. evek piyango oynıycak ortam bool bol oluştu..)

Efendiim, bir elimizde kesilmiş kumaşlar, bir elimizde rengarenk kalemler, kolumuzun altında broşürlerle Beşiktaş'ta gezinirkene yanına yaklaştığım bir adamla şöyle bişey oldu: angie der ki:

pardon... merhaba. biz uluslarası bir proje yürütüyoruz, burda çevreyle ilgili çözüm önerilerinizi kumaşlara yazıyosunuz yada çiziyosunuz. katılmak ister miydiniz?

kayıtsız adam tüm bu süre içinde angie'yi dinlemiştir, itiraz etmemiştir, hareket etme yada kaçma girişiminde bulunmamıştır ve o saniyeye kadar gayet aheste aheste yürümektedir, zaten angie onu aheste yürüdüğü için gözüne kestirmiş, vakti olduğunu düşünmüştür. ama adamdan gelen tepki şok edicidir.

adam, angie'nin yüzüne hafifçe kıstığı gözleriyle bakar, elleri cebindedir, etrafımdakileri çok da umursamıyorum aslında tavrındadır ve angie'ye şunu söyler ardından da1 m/dk hızla giderek uzaklaşır:

"çok.. acelem var."

Okuduğumuzu Anlayalım:

1) Adam niye böyle bir g*tlük yapmıştır? (bu arada hayatımda kimseye daha böyle bişey demedim)

2) Angie'nin o an hissettikleri nelerdir?

3) Parça Türk toplumunun genel yapısıyla ilgili nasıl bir kesit sunmaktadır?

4) Angie adlı yazar neden kendinden üçüncü şahıs şeklinde bahsetmektedir?

naçizane etkinliğimiz(!) bittiğinde yorgun ama mutlu bi şekilde vapura yürürkene "pardon bi saniye bakarmısınız" diyen sese dönüp baktığımızda ise aldığımız tepki
"oh be sabahtan beri kimse dönüp bakmıyodu bile" diye sevindirik olan atkuyruklu ve piercing li sempatik adama çıkarıp engelliler yararına sattığı gasteyi alıp biraz da bahşiş bıraktık aramızda söyle bi konuşma geçti
-engelliler yararı..
-evet yardım edelim valla sizin de işiniz zor(antiklime timi yoktu allahtan:P)
sabahtan beri uğraşmaktan halinizi biraz olsun anladık sanki
- aa siz şurdaki çevre standındaki kızlar mısınız
- aa ünümüz ne çabuk yayılmış dimi angie! ehaehaeha .. ehem şey buyrun
- gasteuzatt**gasteuzatt** buyrun sizde
- yok ya sizde kalsın onlar. ne işmiş be insanlar hiç takmıyo ama bıdıbıdı(yürümeye devam)

not: kısacası(amanın kısacaymış ehaaehua)
insanlar duyarsız olmuşunuz siz pisbakışş**
yapmayın etmeyin size bişeyler söylemek isteyen insanları terslemeyin mantıklı bi dille bişeyler açıklayın ki kabul etsinler yada etkinliği bizimkiler gibin parasız sadece 25x25 bi bez parçasının üstüne bişeyler yazıp çizmekse 3 dakkadan kısa sürüyo yemin ederim
ben gönüllü olurum kardeş daha insanlığa olan umudum tam çökmedi
ama gaste dağıtan sen bizim standımıza çiziktirdin mi bişiyler hııı?


Notun notu: angie vapur beklerkene çok acelesi olan adamın kenarda oturduğunu söyledi çok acelesi varmış zaten..

hah işte o insanı çözemedim ben

saygılar

16 Kasım 2008 Pazar

En güzel cevap

Biliyorum,tarzım değil uyduruk "feyz alınması gereken hikayeler"görünümlü forward mail tipli bir başlık atmak ama ilk ve son oluversin bu.


Facebook da günlerdir bu yüzüne vuran saflığı ile şarkı söyleyen kardeş konuşuluyor.Çocukcağız adına "fankılap" bile kuran yurdum insanları yürek dağlayan(Çok arabesk olmaya başladım ben)sesini bahane edip,videonun altında geyik yapıyor.

Bu geyiğin en klişe repliği hep,"kim bu çocuk ya,nereden bulucaz bunu?Bulalım!" idi.

Sadece verilen çok güzel bir cevabı görmenizi istedim dostlar:

o yaşta çektiği çilenin etkisindeki yanık sesli 'bu çocuğu Bulmak' ?

o yaşta 'yokluğun ne demek olduğunu kimsenin bilmediği kadar iyi bilen' yanık sesli 'bu çocuğu Bulamamak' ?

Gidin Diyarbakır'a ,

Gidin Mardine ,

Gidin Urfa'ya ,

Gidin Doğu Anadoluya...

Bu Çocuk Gibi Yüzlercesine , Binlercesine Rastlamamak Olasımı ?

Bu Çocuğu Biz Bulduk , Ya Diğerlerini Kim Bulacak Arkadaşlar ?

Karanlık Ülkemin , Karanlıkta Kalan Sefil Çocukları...

Saygılar.

Mecal Kızıltuğ.


Eline sağlık Mecal kardeşim...
(yüreğine sağlık sözüne ısınamayan insanım ben)

13 Kasım 2008 Perşembe

Onun bir hayatı yok..

Evet, sevgili okuyucularım, ve sevgili yazar arkadaşlarım. Bugün bildiğiniz gibi 13 Kasım 2008. Hayır, bugünü önemli kılan doğum günüme 2 gün kalmış olması veya uğursuz gün olması değil. Bugün 1.5 senedir beklediğim bir şey oldu. 2 ay öncesinden belliydi aslında bugüne vuracağı. Ama böyle olacağını bilemezdim, tahmin edemezdim. Eminim hepiniz anladınız neyden bahsettiğimi. Büyük ihtimal pek yazı yazamayacağım blog'a, msn'den yazdıklarınıza da cevap veremeyeceğim. Ama beni hatırlayın. Beni unutmayın.

Hala neyden bahsettiğimi anlamadıysanız, girin bir ekşi sözlük karıştırın. 13 kasımda ne olmuş araştırın. Ha, yazdığım anda okuyacak kadar şanslı iseniz, bu akşam ana haber bültenlerini seyredin efenim..

Young Friends of the Earth: İklim Değişikliğine Son Verin!

Efendim okulumuzdan iki güzide arkadaşımız dünya çapında gerçekleştirilen bir kampanyanın Türkiye ayağını yürütüyolar. İşte size buroşürden bilgiler:

"İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE SON VERİN

Hükümetleri 2009 yılının sonuna kadar, sonraki nesillerin geleceğini ve gezegenin biyolojik çeşitliliğini insanların neden olduğu iklim değişikliğinin etkilerinden korumak için acil ve etkili çalışmalar yapmaya davet ediyoruz.

Türkiye hükümetinin ve Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerindeki uluslararası delegelerin iklim değişikliğine çözüm bulmak için ne yapmalarını istersiniz?

Biz yardım etmek için tek yapmanız gereken bu sorunun cevabını 25x25 cm boyutlarındaki kumaş parçalarına yazmak. Tüm Avrupa'da toplanan bu kumaş parçaları Polonya'nın Poznan kentinde bir araya getirilerek BM iklim toplantılarında sunulacak."

Yer: Beşiktaş'ta iskelelerin orası.
Zaman: 15 Kasım Cumartesi 9.00 ile 16.00 arası.

Sizden ricam(ız) günün herangi bir saatinde, orda kurulacak olan standa uğramanız ve kampanyaya destek vermeniz.

Gerçekten işe yarıycak mı? Bilemezsiniz.
Ama olmayacağından emin olsanız da gelin.
Belki kendinizi daha iyi hissedersiniz...

dipnot: stantta bulabilirsiniz gerçi, ama istiyosanız kendi tişört kalemleriniz yada boyalarınızla da gelebilirsiniz!

kampanyanın aslıyla ilgili daha çok bilgi için: http://www.foeeurope.org/youngfoee/index.htm

12 Kasım 2008 Çarşamba

School...School never changes.

Patates Kampanya:6 gündür günde 5-6 saat çalışmamı gerektiren o korkunç sınavlar BİTTT!!!!

Sosyal hayat geri gel.
Gelecek program:Fallout,A post apocalyptic tale by Mahavishnu.(sınavlar bitsin de hele)

Geri Dönüş (mü?)

Merhaba... Belki bazılarınızın hatırlayacağı gibi ben Osmancık bir süredir bu blogun üyesiyim ama gerek yazdığım çarpıcı yazılarla (cesur üslüp falan filan...) gerek de yazmamamla diğer yazarların dikkatini çekmeyi başarmış birisiyim. Uzuuuuun zamandır sınavlardan, üşengeçlikten, vakitsizlikten, üşengeçlikten, antremanlardan ve de üşengeçlikten yazı yazamıyordum ancak blog'a baktığımda bana karşı müthiş bi tepki olduğunu gördüm. Kimileri (mesela ben) bu blog için ruhumun yeteceğini söylese de kimileri de geri dönmemi ve aktif yazar taklidi yapmamı istiyor... Bende napiyim kıramadım onları tam olarak benden istendiği gibi aktif yazar taklidi yapmaya geldim umarım bi daha gitmem. Bundan böyle(başka bi gün) yazılarımla karşınızda olmak ümiidiylen şimdik aranızdan ayrılıyorum ama gelcem. Bekleyin...

Gereksiz Not: Bloga girdiğimde nası yeni yazı yazcağımı, yazı rengimin ne olduğunu ve de okuma yazma yeteneğimi kaybettiğimi fark ettim tez vakitte bu yeteneklerimi geri kazanıcam sabrınız için teşekkürler.
Saygılarımla;
Bir Küçücük Osmancık

Dinle Çekirge vol. bilmemkaç

In The Search Of The Peace Of Mind- Scorpions

Too Young To Fall In Love- Motley Crue

Hey Joe-Jimi Hendrix

Life Goes On- Poison

Tuesday's Gone- Metallica

Bunlar olmuyosa bunlar olur...

Everybody's Got Something To Hide Exept Me And My Monkey- Beatles

I Remember You- Ella Fitzgerald

Kiss Of Fire- Louis Armstrong

California Dreaming- The Mamas And The Papas

Blue Moon- Billie Holiday

Saygılarımla...

6 Kasım 2008 Perşembe

Once upon a time


Legolarım ve ekşınmenlerim, arabalarım hayvanlarım, plastik adamlarım, küçük minik yeşil askerlerim, uzun/kısa menzilli silah koleksyonum, zırhlarım kılıçlarım ve bütün bunların tümleyeni olarak bir dolu hayal gücüm vardı.

Legolarım... hmmfff(iç çekme efekti)... ömrümün bilinçli 13, bilinçsiz 2 senesi boyunca şu ana kadar hiç bırakmadığım, her pisikoloji halimde beni bir şekilde o büyülü plastiklerden yarattığım dünyaya sokabilen mücizevi şeyler. hiçbir derdin tasanın olmadığı(yada isteğe göre olduğu) tamamen kendi kafandakilerin var olduğu bir yer varmı başka bildiğin? bütün hayallerinin plastiğe büründüğü yer işte.

ülkemiz çocuklarının %50 siyle aynı şekilde, benimde legolarım bikaç büyük parti olarak yurtdışından gelmiş. gelmiş diyorum çünkü onlar evi"me" girdiğinde ben daha ağaçta meyvaydım(armut, elma).

kendimi bildim bileli legolarımıda biliyorum. 13 senedir parça parça ezberledim, sonsuz tane kombinasyonla oynadım onlarla. hayal gücüme ve zekama oranla gelişti tabi yaptığım "şey"ler. genelde uzay gemisidir, tanktır, uçaktır. çok nadir hatırlıyorum masum bir araba, bi gemi yaptığımı. (bir milenyumfalkon yaptıydım, lucas görse intahar ederdi.)

film izlemeye başladığımdan beri, aklınıza gelebilecek BÜTÜN holywood aksiyon filmlerinin klişelerini kullandım oynarken ürettiğim senaryolarımda. her türlü sahneyi baştan canlandırdım.(her lego insanımı farklı zamanlarda "I am your father!" larla birbiriyle akraba ettim misal)

Starwars'dan etkilendiğim bir dönemde Han Solo olan bir adamım, 1 hafta sonra gordon freeman, bruce wayne, jack bouer olabiliyodu rahatlıkla. çoğunlula bir alfa tiiim im vardı. hep birilerini kurtarır imkansız operasyonlara çıkardı(belediye başkanının kızını kurtarma senaryosunu 3-5 bin defa yapmışımdır mesela.).

birde seslere deyinelim. hertürlü silah, konuşma tarzı, uçak/araba motoru, helikopter pervanesi sesi bildiğiniz ağzımdan çıkıyodu o dönemler. şu an buraya türkçe karakterlerle ifade edemiyceğim tonlarca ses. aman yarappi... o seslerle nasıl havaya girerdim... bağıra çağıra bide. ulan bi ses kaydı olsaydı şimdi ne gülerdik...

her yaptığım aracın belli bir ömrü vardır. en mükemmel aracımdan bile 2 haftada sıkılıyodum. o sıkıntı anlarında bir senaryonun içinde onu kırmak varya... ne sitres kalıyo ne bi hınç... 4 saat yoga yapmış, ermiş oluyodum o anlarda. süperdir.(bidaha kırasım geldi bişeyler yapıp yeminbillah.)

son olarak şunu ekliyim, EN muhteşevii hazır legolar bile, benim yaptığım en kıytırık şeyin yerine geçemez. bikere onu kendim yapmışım, içine o işin sanatını sevgimi katmışım. herşeyini kafamda kendim kurmuşum. bu şeye benzer, zor bi şarkıyı dinliyceğime, dandik bi şarkıyı kendim çalıyım. belki anlattım? anlatabildim? hı ?

şimdi ben burda hebele hübele saçmaladım ama şimdi sen(kimsen artık), burdan devam etcen kendini anlatcen. birde böyle olsun :)

not: kısa zaman sonra ekşınmenlerimle geri dönücem.

3 Kasım 2008 Pazartesi

İptal: CHUCK BERRY.


Bugün okulda dolaşan spekülasyonlara, "Abi konser iptalmiş"lere kulak tıkayıp "Olur mu olum öyle şey"lerle yandaş oldum. Sonuç, hüsran verici.

Eve geldiğimde yaptığım ilk iş (kendime besin maddesi temin etmem dışında) Biletix'i aramak oldu. Uzuuun bir bekleme süresinden sonra call-center'dan birilerine bağladılar beni.

Diyalog şöyle:
-Chuck Berry konseriyle ilgili bilgi almak istiyodum?
-Konser iptal oldu hanfendi.
-Neden olduğu hakkında bi fikriniz var mı?
-Organizatör ve sanatçı arasındaki anlaşmazlık. Bilet parası iade edilicek ama..
-Teşekkürler, iyi günler.


Bu kadar.

Ne demek "organizatörle sanatçı arasında anlaşmazlık"?!
Şöyle çevirebilir miyiz bu cümleyi:

-Evet hanfendi, konser iptal oldu; çünkü şerefsiz organizatörler GS-FB derbisine olan yoğun ilgi nedeniyle Chuck Berry konserine bir sürü insanın gelmeyeceğini düşündüler. Bunu sanatçıya açıkladıklarında ve konser tarihinin değiştirilmesi yönünde talepte bulunduklarında, doğal ve haklı olarak, sanatçı bunu istemedi. Ve sonuç olarak konser iptal oldu.

Chuck Berry gibi bi adamın konser programı aylar öncesinden bellidir, kolay kolay değişmez. Hele son anda hiç değişmez. Türkiye'yle ilgili nasıl bir sorun doğdu bilmiyorum (sadece maçla ilgili olduğu yorumunda bulunabiliyorum) ama yapılan büyük bir haksızlık. Ağustos'tan beri bu konseri bekleyen ben ve daha bi sürü insanın nasıl hayalkırıklığına uğradığını düşünüyorum.
Yapılmaması gereken bi hareketti.

Zaten sorun sanatçı diil de organizatör kaynaklıysa, bundan sonra biz ülkemizde sağlam konser biraz ZOR görürürüz.

Gönderen : BILETIX
Alıcı: Kolombus
İleti: CHUCK BERRY konseri etkinlik organizatörü tarafından IPTAL edilmiştir. Biletinizi teslim aldıysanız satış noktasına iade ediniz.

2 Kasım 2008 Pazar

Anket: bir küçücük osmancık yazı yazmalı diyenler?

Efendim bildiğiniz üzre yazar kadromuz çeşit çeşit insanlardan oluşmakta. Uzun saçlısı var (gerçi kestirmiş okul baskısı nedeniyle), çita gibi koşanı var, şahane yazıp-çizeni var, ağaca tırmanıp gitar çalanı var, sonra böyle kocaman saçıyla hoplayıp zıplayanı var... Var da var.

Ama bu yazar kadrosunda tembellik edip yazmayanları da var!
Misal bir küçücük osmancık!

O yüzden diyoruz efendim, bu arkadaş yazı yazmalı mı yazmamalı mı?
(eheheh tekerleme gibi oldu)

Yazması halinde olacak şeyler:
-Kendisinin üslubu blog'a renk katacak, siz sevgi pıtırcıklarının içlerini neşeyle dolduracaktır.

Yazmaması halinde olabilitesi olan şeyler:
-Kendisini "teknik sıtaf" kategorisine alınıp, yazarlıktan uçuralacaktır. (tehdittttehdittt)

(olmıycak da bariz böyle bişey, uyduruyoz işte napalım başka türlü takmıycak çünkü)
(bi de bkz ssg olmaya özenmek)

Sevgili blog ahalisi,
Naçizane anketimiz bir küçücük osmancık üzerinde mahalle baskısı kurmaya yöneliktir. Ciddiyetle doldurunuz.